eşya depolama
romabet romabet romabet
deneme bonusu veren siteler
bandstanddiaries.com
sakarya escort belek escort adana escort antalya escort ankara escort aydın escort bursa escort gaziantep escort istanbul escort samsun escort balıkesir escort mersin escort konya escort eskişehir escort izmir escort sınav analizi denizli vip transfer kocaeli escort malatya escortmaltepe escort muğla escort manisa escort sivas escort tekirdağ escort tokat escort uşak escort yalova escort yozgat escort trabzon escort afyon escort aksaray escort amasya escort ardahan escort artvin escort bartın escort bayburt escort bolu escort burdur escort çanakkale escort çankırı escort çorum escort edirne escort elazığ escort erzurum escort erzincan escort kırşehir escort van escort zonguldak escort giresun escort gümüşhane escort hakkari escort ığdır escort ısparta escort kahramanmaraş escort karabük escort karaman escort kars escort kastamonu escort kırklareli escort kütahya escort nevşehir escort niğde escort ordu escort osmaniye escort rize escort şanlıurfa escort siirt escort sinop escort şırnak escort tunceli escort yozgat escort tokat escort tekirdağ escort kütahya escort balıkesir escort aydın escort edirne escort sivas escort uşak escort adana escort adana escort adana escort adana escort adana escort adana escort adana escort vergi konseyi görüntülü sohbet urla siyaset haberleri ankara magazin istanbul magazin yalova magazin kütahya magazin elazığ magazin adıyaman magazin tokat magazin sivas magazin batman magazin erzurum magazin afyon magazin malatya magazin ordu magazin trabzon magazin mardin magazin eskişehir magazin denizli magazin muğla magazin van magazin aydın magazin tekirdağ escort balıkesir magazin samsun magazin kayseri magazin manisa magazin hatay magazin diyarbakır magazin mersin magazin kocaeli magazin gaziantep magazin konya magazin sakarya magazin antalya magazin bursa magazin izmir magazin istanbul otomobil fiyatları istanbul ekonomi istanbul eğitim istanbul seyahat istanbul gezi rehberi antalya alışveriş merkezleri antalya ticaret
İlhan Karaçay

İlhan Karaçay

22 Eylül 2025 Pazartesi

DÜNYANIN EN BÜYÜK TÜRK PAZARI’NI HOLLANDA’DA KURARAK TARİHE GEÇEN BART VAN KAMPEN HAYATA VEDA ETTİ

DÜNYANIN EN BÜYÜK TÜRK PAZARI’NI HOLLANDA’DA KURARAK TARİHE GEÇEN BART VAN KAMPEN HAYATA VEDA ETTİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Tam 45 yıl önce, Hollanda’da göçmenlerin hayatına damga vuran bir girişim gerçekleşti. Beverwijk’te “Zwarte Markt” (Kara Pazar) adıyla kurulan bu devasa pazar, kısa sürede sadece bir alışveriş yeri değil, göçmenler için bir yaşam alanı, Hollandalılar içinse farklı kültürleri tanıma fırsatı oldu. İşte bu büyük eserin ardındaki isim, Hollanda’nın sıra dışı girişimcisi Bart van Kampen, 11 Eylül 2025’te Bergen’de 81 yaşında hayata gözlerini yumdu.

Bart van Kampen, gençlik yıllarında başladığı mücadeleyi sürdürdü ve amacına ulaştıktan sonra hayata gözlerini yumdu.

Van Kampen’in vefatı, Hollanda medyasında geniş yer buldu. Bizim içinse kaybı, yalnızca bir girişimcinin ölümü değil; aynı zamanda Hollanda’daki Türk varlığının en önemli dönüm noktalarından birini başlatan bir öncünün vedasıdır.

BENİM HİKÂYEM: ZWARTE MARKT’LA TANIŞMAM

Yıl 1982. Hürriyet’in Benelux Bürosu’nu Utrecht’ten Amsterdam’a taşımıştım. O yıllarda Türklerin uğrak yeri olan Zaandam’daki pazar yeri kapanmış, yüzlerce esnaf mağdur olmuştu. İşte tam o günlerde Bart van Kampen kapımı çaldı. Beverwijk’te “Zwarte Markt” adını verdiği dev bir kapalı pazar kurmuştu. Türk esnaf için ayrı bir bölüm açabileceğini söyledi.

Onunla birlikte boş bir hangarı gezdim. Tezgâhların çoğu Hollandalılara aitti, ama Van Kampen’in vizyonu Türkler için yepyeni bir alan açmaktı. Bu fikre yürekten inandım. O günden sonra tanıtım çalışmalarını üstlendim.

Özellikle Hürriyet’te ve diğer Türk gazetelerinde yayımlanan ilanlar, Hollanda’nın dört bir yanına astığımız afişler, tren istasyonlarındaki panolar derken, Zwarte Markt Türkler arasında duyulmaya başladı. Ama daha fazlasına ihtiyaç vardı: Kalabalıkların akın etmesini sağlayacak bir etkinlik.

O sıralarda düzenlediğim Şükran Ay konserlerinden birini Zwarte Markt’a aldık. Giriş ücretsizdi. O gün 10 bine yakın Türk pazarı doldurdu. İnsanlar sadece konsere değil, Van Kampen’in pazarına da hayran kaldı. İşte bu konser, Zwarte Markt’ın Türkler için dönüm noktası oldu.

Bir süre sonra, bu kez Ahmet Sezgin konseri ile onbinleri Zwarte Markt’a taşıdık.

Polis baskınlarının yıldıramadığı Bart van Kampen ve kiracı binlerce Türk’ün çalıştığı Pazar yerini de onbinlerce kişi ziyaret ediyordu.

POLİS BASKINLARI VE TARİHİ MÜCADELE

Ancak büyük bir engel vardı: Hollanda yasalarına göre pazar günleri hiçbir işyeri açık olamazdı. Van Kampen’in pazarına ise her pazar günü polis baskını yapılıyor, cezalar yağdırılıyordu. Van Kampen yılmadı. Esnafa “Hiç korkmayın, bütün cezaları ben ödeyeceğim” diyordu.

BAKAN İLE GÖRÜŞME

Bu çıkmazı aşmak için bir heyet kurduk ve dönemin İçişleri Bakanı’yla görüştük. Bakan başta ikna olmadı. Sonunda ona şu soruyu sordum:
“Scheveningen, Noordwijk ve Zandvoort gibi sahil kentlerinde dükkanlar neden pazar günü açık?”

Bakan, “Oralar yabancılar için açık” deyiverdi. İşte o an fırsat doğdu. “Sayın Bakan, Zwarte Markt’a bir gidin. Göreceksiniz, oraya gelenlerin çoğu yabancıdır. Bu insanlar için Zwarte Markt sadece alışveriş değil, bir rekreasyon alanıdır. Ayrıca burada 500 Türk esnaf var, yakında bu sayı 1000 olacak. Siz izin vermezseniz hem işsizler artacak hem de göçmenler eğlenecek bir yer bulamayacak” dedim.

Bakan uzun uzun düşündü, sonra masaya yumruğunu vurdu:
“Pazar’ın sadece Türk kesimine izin veriyorum. Fazlasını istemeyin.”

O an, bizim için bir ilk zafer olmuştu. Zamanla bu izin genişletildi, hem Türk hem Hollanda bölümü pazar günleri açık hale geldi.

KAVGA, BOYKOT VE UZLAŞMA

Her şey güllük gülistanlık değildi. Van Kampen, kiraları artırmak isteyince Türk esnaf ayaklandı. Girişler bloke edildi, boykot başladı. Bir gece yarısı Van Kampen beni yatağımdan kaldırdı. Saat 02.00’de pazara vardım. Hem Türkleri hem de Van Kampen’i dinledim. Sabah 04.00’te iki tarafı uzlaştırmayı başardım. Ertesi gün sekreteri bana teşekkür için para göndermek istedi ama kabul etmedim. Çünkü o gece yaptığım şey, sadece Türkler için değil, Zwarte Markt’ın geleceği içindi.

Pazar yerinin onbinlerce kişi ile dolup taştığı günlerde, Hollandalı ziyaretçiler ile yapmış olduğum röportajlarda, Türkiye hayranlığı öne çıkıyordu.

TITUS KRAMER’İN KALEMİNDEN BART VAN KAMPEN
(Özet)Van Kampen’in hayatını en yakından bilenlerden biri de onun eski damadı, şimdiki Amersfoort Fahri Konsolosumuz Titus Kramer‘in  ifadeleriyle:

Van Kampen 1944’te 13 çocuklu bir çiftçi ailesinde doğdu. Genç yaşta geçirdiği ağır bir kaza, hayatına cesaret kattı.

Emlakçılığa atıldığında mizahi ve kışkırtıcı ilanlarla dikkat çekti. “Güzel değil ama ucuz, sonuçta bir yerde uyumanız lazım” gibi başlıklar gazetelerin manşetlerine taşındı.

Amerika’da gördüğü dev bitpazarları ona ilham verdi. Colorado Springs’te göçmenlerin anlattığı hikâyeler, “Bu sadece pazar değil, tiyatro” dedirtti.

1980’de Beverwijk’te açtığı Zwarte Markt’ın ilk gününde 14 bin kişi akın etti. Belediye karşı çıktı, kiliseler tepki gösterdi, ama halk sevdi.

Mizahıyla ve inadıyla bütün hukuk savaşlarını göğüsledi. “Avukattan çok mahkemeye gittim, tek fark cübbe giymememdi” diye espri yapardı.

Göçmenler için Zwarte Markt sadece alışveriş değil, bir buluşma noktası oldu. Türk tatlısı, Surinam mutfağı, Fas baharatları, Çin ürünleriyle adeta bir kültür mozaiği oluştu.

Yıllar içinde “Beverwijk Bazaar” adıyla Avrupa’nın en büyük kapalı pazarı haline geldi, milyonlarca ziyaretçiyi ağırladı.

Ailesi onu şu sözlerle andı:
“Bart, ayağı çamura basan bir hayalcinin ta kendisiydi. Bize bir pazarın eşyalardan ibaret olmadığını öğretti – bir pazar insanları yakınlaştırır. Ve bugün buna her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.”

BİR MİRASIN ARDINDAN

Bart van Kampen yalnızca bir işadamı değil, göçmenlerin kaderini değiştiren, Hollanda’daki Türk toplumuna iş ve ekmek kapısı açan bir vizyonerdi. Zwarte Markt bugün hâlâ yaşıyorsa, bunun temelinde onun hayalleri, cesareti ve biraz da inadı vardır.

O artık aramızda değil, ama yarattığı pazar, her hafta on binlerce insanın bir araya geldiği, farklı kültürlerin buluştuğu, Hollanda tarihine kazınmış bir miras olarak yaşamaya devam ediyor.

DİKKAT!

Taziye töreni, 16 Eylül Salı günü saat 19.00 ile 20.30 arasında Beverwijk’teki De Bazaar’ın 26 numaralı salonunda (Montageweg 35) yapılacaktır.
Araçlar, pazar ofisinin karşısına veya yanına park edilebilir
.

Devamını Oku

HOLLANDA’DAN OSMANLI’YA GÖNDERİLEN DEV KANDİL’İN SIR DOLU HİKÂYESİ:400 YILLIK DİPLOMATİK HEDİYEYE NE OLDU?

HOLLANDA’DAN OSMANLI’YA GÖNDERİLEN DEV KANDİL’İN SIR DOLU HİKÂYESİ:400 YILLIK DİPLOMATİK HEDİYEYE NE OLDU?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Aradan geçen 400 yıldan sonra bu kandilin izine rastlanmadı. Hangi camiye konuldu? Gerçekten İstanbul’a ulaştı mı? Bugün bir müzede mi duruyor, yoksa tamamen yok mu oldu?

Araştırmacı ve tarihçi Mehmet Tütüncü, ilgili tüm kurumlara çağrı yapıyor: “Bu kayıp eserin izini birlikte sürelim. Çünkü bu kandil sadece bir lamba değil, 400 yıllık dostluğun simgesidir.”

Osmanlı-Hollanda ilişkilerinin diplomatik temellerinin atıldığı 1612 yılı, iki ülke tarihine altın harflerle kazındı. İstanbul’a gönderilen ilk Hollanda Büyükelçisi Cornelis Haga, yalnızca siyasi bir temsilci değil, aynı zamanda kültürel bir elçi olarak da tarihe geçti.

Haga’nın gelişiyle birlikte Osmanlı Padişahı I. Ahmed, Hollandalılara bir Ahitname (kapitülasyon belgesi) verdi. Böylece Hollanda gemilerine Osmanlı sularında güvenlik garantisi tanınmış, gümrük muafiyetleri sağlanmış ve Levant ticaretinde yasal statü kazandırılmıştı.
Bu, Hollanda için yalnızca bir diplomatik başarı değil, Doğu ticaretinde “altın bir kapının” açılması anlamına geliyordu.

OSMANLI-HOLLANDA İLİŞKİLERİNİN DOĞUŞU

Hollanda Cumhuriyeti, 1581’de İspanya’dan bağımsızlığını ilan ettikten kısa süre sonra, dünya deniz ticaretinde önemli bir güç hâline geldi. Ancak Osmanlı topraklarında İngiltere ve Fransa gibi kapitülasyon haklarına sahip değildi. Bu eksikliği gidermek isteyen Hollandalı tüccarlar, Akdeniz limanlarında güvenli ticaret hakkı elde etmek için girişimlerde bulundu.
Cornelis Haga, İstanbul’a gelir gelmez Osmanlı saray protokolünü ustalıkla kavradı, özellikle Kaptan-ı Derya Halil Paşa ile güçlü bir dostluk kurdu. 1612’de verilen ahitname ile Hollanda, Osmanlı topraklarında resmî ticaret statüsüne kavuştu.

TEŞEKKÜR HEDİYESİ KARARI

Haga’nın bu başarısı Lahey’de memnuniyetle karşılandı. Hollanda Millet Meclisi, Osmanlı’ya hem minnettarlığını hem de sanat ve zanaatkârlıktaki ustalığını gösterecek özel bir armağan göndermeye karar verdi: Devasa boyutta, altın yaldızlı, dönemin mühendislik harikası bir kandil.

Hollanda’nın resmî kayıtlarında şu ifade yer alır: “Büyük Sultan’a ve yüksek makam sahibi paşalara, memleketimizin zenginliğini ve sanat kudretini gösterecek armağanlar hazırlanacaktır.”

Amsterdam’ın başmimarı ve heykeltıraşı Hendrick de Keyser tarafından tasarlanan bu kandilin, padişahın o dönemde yaptırmakta olduğu yeni camide kullanılması planlandı.

SANAT VE MÜHENDİSLİK HARİKASI: KANDİL

Arşiv betimlemeleri, bu kandilin yalnızca bir hediye değil, aynı zamanda 17. yüzyılın sanat ve mühendislik şaheseri olduğunu ortaya koyuyor:

Tasarımcı: Hendrick de Keyser
Maliyet: Yalnızca işçilik 500 gulden, o dönem için dudak uçuklatan bir meblağ
Boyut: Neredeyse bir insanın sığabileceği büyüklükte
Biçim: Üst ve alt kısmı meşe palamudu formunda, antik üslupta
Malzeme: Oyma ahşap gövde, altın yaldız
Camlar: Lüks “Moskova camı” (mica) ile kaplı
Aydınlatma: 20 lambalı bakır avize (bazı kaynaklara göre 20–60 arası cam lamba)
Teknik Özellik: Duman çıkabilir ama is yapmaz – gelişmiş havalandırma sistemi
Süsleme: Hilal motifleri, ince ahşap oymalar

Bu özellikler, hem göz kamaştırıcı bir estetiği hem de dönemin en ileri teknolojisini bir arada barındırıyordu.

DİĞER DİPLOMATİK HEDİYELER

Kandil tek başına gönderilmedi. Osmanlı’ya sunulan diğer armağanlar arasında:

*Çin porselenleri
*Venedik cam işçiliği örnekleri
*Avrupa haritaları ve atlaslar
*Mekanik hareketli papağan figürleri
*Altın ve gümüş işlemeli zırhlar
*Nadir halılar ve ipek kumaşlar
*Delft’te dokunmuş, “Türk çiçekleri” motifli 40 metrekarelik duvar halısı

Bu hediyeler, Hollanda’nın hem sanatsal hem de ticari gücünü yansıtan nadide eserlerdi.

YOLCULUK VE SUNUM
Hediyeler, Amsterdam’da özenle sandıklara yerleştirildi. Taşıma için “De Zwarte Beer” (Kara Ayı) adlı sağlam bir kargo gemisi seçildi.
17. yüzyılda deniz yolculuğu, Kuzey Denizi’nden İngiliz Kanalı’na, Biskay Körfezi’nden Cebelitarık’a, oradan Akdeniz’e uzanan uzun ve tehlikeli bir rotayı izliyordu. Osmanlı sularına girildiğinde ise gemi, Osmanlı donanmasının korumasına alınıyordu. Gemide yükün yanı sıra özel koruma timi, diplomatik heyet üyeleri ve bir tercüman da bulunuyordu.

İstanbul’a ulaşıldığında hediyeler, Osmanlı saray protokolüne uygun biçimde önce görevlilere, ardından Arz Odası’nda Padişah I. Ahmed’e takdim edildi.
Kandilin ardından Topkapı Sarayı’nda mı kaldığı, yoksa Sultanahmet Camii’ne mi yerleştirildiği kesin olarak bilinmiyor.

KANDİL’İN AKİBETİ: CEVAPSIZ KALAN SORULAR

Aradan geçen 400 yıldan sonra bu kandilin izine rastlanmadı.
Hangi camiye konuldu?
Gerçekten İstanbul’a ulaştı mı?
Bugün bir müzede mi duruyor, yoksa tamamen mi yok oldu?

TARİHÇİLERİN ÖNE SÜRDÜĞÜ BAŞLICA SENARYOLAR:

*Sultanahmet Camii’ne yerleştirildi, sonraki tamiratlarda kayboldu.
*Topkapı Sarayı’nda depolandı, ahşap yapısı çürüdü.
*1660 İstanbul yanıgınında yok oldu
*19’uncu yüzyılda yurtdışına çıkarıldı vey satıldı

KÜLTÜREL DEĞER VE ARAŞTIRMA ÇAĞRISI
Bu kandil, iki ülke arasında kurulmuş tarihi bir köprünün sembolüydü. Kaybolması, ortak hafızadan silinmiş bir sayfa demekti.
Bu nedenle, araştırmacı Mehmet Tütüncü ( Bir süre önce beyin spazmı, geçen hafta da kalp spazmı geçirdi, Şimdi iyi); Topkapı Sarayı Müzesi, Süleymaniye ve Sultanahmet Camii arşivleri, Türk ve İslam Eserleri Müzesi ve Hollanda’daki Rijksmuseum başta olmak üzere tüm kurumlara çağrı yapıyor:
“Bu kayıp eserin izini birlikte sürelim. Çünkü bu kandil sadece bir lamba değil, 400 yıllık dostluğun simgesidir.”

Belki bir gün, bir müze deposunda ya da unutulmuş bir cami köşesinde bu eşsiz eser yeniden ortaya çıkar ve hem tarih hem dostluk yeniden aydınlanır.

Değerli Okurlarım,
Yukarıda belirtilen konudan sonra, Hollanda ile Türkiye arasındaki ilişkilerden de kısaca söz etmek gerektiğina inanıyorum. Daha önce yayınlamış olduğum ilişkilerden bazı pasajlar sunuyorum.

Hollanda’nın İspanya ile Seksen Yıl süren savaşında Osmanlı’nın rolü.

Seksen Yıl Savaşı (1568–1648), Hollanda’nın İspanyol Habsburg yönetimine karşı verdiği uzun soluklu bağımsızlık mücadelesiydi. Bu savaş sırasında Osmanlı İmparatorluğu ile Hollanda Cumhuriyeti arasında resmî bir ittifak kurulmadı. Ancak dönemin jeopolitik şartları ve Osmanlı’nın Avrupa siyasetindeki konumu, iki taraf arasında dolaylı bir yakınlaşma yarattı.

ORTAK DÜŞMAN: İSPANYOL HABSBURGLAR

16’ncı yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlı ile Habsburg İspanyası, Akdeniz’in hâkimiyeti için amansız bir mücadeleye girmişti. 1571’deki İnebahtı Deniz Muharebesi, bu rekabetin en bilinen örneklerinden biriydi.
İspanya için Osmanlı, Akdeniz’deki en büyük askerî tehdit; Hollanda içinse siyasi ve dini baskının arkasındaki güçtü. Bu nedenle iki tarafın çıkarları, “ortak düşmanı zayıflatmak” noktasında kesişti.

“LIEVER TURKS DAN PAAPS” SLOGANI VE GERÇEKLİK PAYI

1566’daki Beeldenstorm (tarih kitaplarında “heykel kırma” olarak geçen, Protestanların Katolik kiliselerindeki aziz heykelleri ve dini resimleri parçaladığı büyük isyan) sırasında, Protestanlar arasında “Papaz olmaktansa Türk olmayı tercih ederim” anlamına gelen bu slogan duyuldu.Bu ifade, Osmanlı’ya duyulan gerçek bir bağlılıktan çok, Katolik İspanya’ya karşı öfkenin sembolik bir ifadesiydi.
Tarihî belgeler, Osmanlı’nın o dönemde Hollanda’ya doğrudan askerî yardım gönderdiğini doğrulamıyor. Ancak Osmanlı’nın İspanya’yı başka cephelerde meşgul etmesi, özellikle Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika’da, Hollandalı isyancıların dolaylı olarak nefes almasını sağladı.

DOLAYLI ASKERÎ DESTEK

Osmanlı donanması, 1570’ler ve 1580’lerde Akdeniz’de İspanyol kuvvetlerine karşı sürekli operasyonlar düzenledi. Bu, İspanya’nın askerî kaynaklarını bölmeye zorladı.
Ayrıca Osmanlı himayesindeki Kuzey Afrika korsanları (Barbaros’un mirasçıları), Akdeniz’de İspanyol ticaret yollarına saldırarak, İspanya’nın Atlantik’te Hollanda’ya karşı kurduğu baskıyı hafifletti.

DİPLOMATİK TEMASLARIN BAŞLANGICI

1580’lerin sonlarından itibaren Hollandalı tüccarlar, Osmanlı limanlarında görülmeye başladı. Ancak resmî tanışma ve diplomatik ilişki, Hollanda’nın bağımsızlığının uluslararası alanda tanınmasından önce gerçekleşmedi.
Bu temaslar, 1612’de Cornelis Haga’nın İstanbul’a büyükelçi olarak atanmasıyla resmiyet kazandı. Yani Seksen Yıl Savaşı’nın büyük bölümünde ilişkiler gayriresmî ve dolaylı düzeyde kaldı.

OSMANLI’NIN STRATEJİK HESABI

Osmanlı yönetimi, Katolik Habsburg ittifakını (İspanya-Avusturya) zayıflatmayı Avrupa politikasının temel hedeflerinden biri olarak görüyordu. Bu nedenle Protestan güçlerle —İngiltere, Fransa’daki Huguenotlar ve Hollanda doğrudan ittifak kurmasa da çıkar paralelliğini gözetti.
16. yüzyılın son çeyreğinde Osmanlı, İngiltere ile sıcak ilişkiler geliştirmişti. İngiliz-Hollanda deniz işbirliği de Osmanlı için dolaylı bir stratejik avantaj sağlıyordu.

TARİHÎ DEĞERLENDİRME

*Osmanlı’nın Hollanda’ya doğrudan asker gönderdiğine dair birincil kaynak bulunmamaktadır.

  • *Dolaylı etkiler Akdeniz’de İspanya’yı meşgul etmek, deniz ticaret yollarında baskı kurmak, Protestanlara moral desteği somut olarak tespit edilebilmektedir.

*1612’de verilen ahitname ile bu dolaylı temaslar, resmî diplomatik ilişkiye dönüşmüştür.

*Dolayısıyla Osmanlı’nın Seksen Yıl Savaşı’ndaki rolü, destekçi ama sahada olmayan bir müttefik şeklinde tanımlanabilir.

Devamını Oku

DÜNYADA BİR EŞİ OLMAYAN GÖÇ MÜZESİ: ROTTERDAM’DAKİ FENİX

DÜNYADA BİR EŞİ OLMAYAN GÖÇ MÜZESİ: ROTTERDAM’DAKİ FENİX
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Rotterdam’ın Katendrecht liman bölgesinde yükselen FENIX Museum of Migration, yalnızca bir müze değil, milyonlarca insanın yolculuklarını, umutlarını ve hatıralarını içinde barındıran dev bir bellek mekânıdır. Açılış tarihi de tesadüf değildir: 19 Ağustos günü, Hollanda’ya Türkiye’den göçün 61’inci yılı burada kutlanmış ve bu anlamlı etkinliğe ev sahipliği yapılmıştır.

Böylesine özel bir tarihte kapılarını açan FENIX, göçün hüzünlü ve umutlu öykülerini ziyaretçilerin gözleri önüne sererken, benim de hayatımdan ve arşivimden izler taşıyor.

GÖÇÜN LİMANINDAN GÖÇÜN MÜZESİNE

FENIX’in bulunduğu Katendrecht bölgesi, bir zamanlar Amerika’ya göç eden milyonlarca Avrupalının uğurlandığı limandı. Buradan ayrılan gemiler, daha iyi bir yaşam umuduyla yeni kıtalara yol alan aileleri taşıyordu. İşte bu tarihî bağlam, göç temasını bu müzeye adeta kader gibi işlemiştir.

Bina, Çinli mimar Ma Yansong’un yönettiği MAD Architects tarafından yeniden tasarlandı. En dikkat çekici öğelerden biri, 30 metreyi bulan ve “Tornado” adı verilen çift sarmal merdiven. Bu mimari eser, göçün karmaşıklığını, döngüsünü ve yükselişini simgeliyor.

FOTOĞRAF ÇEKERKEN HİSSETTİKLERİM

Benim için fotoğraf, sadece bir görüntüyü sabitlemek değil; bir dönemin ruhunu, bir topluluğun heyecanını, bir yüzün umudunu, bir bakışın hüznünü ebedileştirmekti.

Geçmişte Hollanda’daki Türk toplumunun sosyal, kültürel, sportif ve dini faaliyetlerini fotoğraflarken, adeta onların hayatlarına eşlik ediyordum. Bir düğünde gençlerin coşkusunu, bir Ramazan akşamında iftar sofralarının paylaşımını, bir futbol sahasında ter döken çocukların enerjisini, bir kültür şenliğinde sahneye çıkan sanatçıların heyecanını objektifime yansıtırken; aslında kendi kalbime de kazıyordum.

Her kare, bir hatıranın geleceğe emanet edilmesi demekti. O günlerde içimde hep şu his vardı: “Bugün çektiklerim, yarının hafızasında bir belge olacak.”

FOTOĞRAFLARIMIN SERGİ YOLCULUĞU

Aradan yıllar geçti. Elimde biriken 15 bin fotoğraf, artık sadece benim değil, toplumun ortak hafızasına aitti. İşte bu fotoğraflardan bazıları önce Atlas Cultural Center’ın Türkiye ve Hollanda’daki sergilerinde görücüye çıktı. İnsanların kendi geçmişlerinden kareleri görünce yaşadığı duygusal anlara tanık olmak, bana tarifsiz bir sevinç verdi.

Atlas Cultural Center’a verdiğim 15 bin kadar fotoğraf, yukarıdaki kupürlerde görülen karelerden kaynaklanıyordu. Kupürlerdeki fotoğrafların orijinalleri, hem Hollanda’da hem de Türkiye’deki sergilerde yer aldı.

Ve şimdi, bu fotoğraflardan bazıları FENIX Museum of Migration’da sergileniyor. O dev müzenin salonlarında, dünya göç tarihinin görsel anlatımı içinde benim karelerimin de yer alması, hayatımda yaşadığım en büyük gururlardan biridir.

Benim için bu kareler; sadece bir gazetecinin ve fotoğrafçının emeği değil, aynı zamanda göçün içinden geçmiş bir toplumun aynasıdır. İnsanların yüzlerindeki gururu, özlemi, sevinci ve hüznü objektifimden geçerek artık evrensel bir belleğe dönüşüyor. Ve bu belleğin bir parçası olmak, hayatımın en anlamlı ödülü oldu.

MÜZE DEĞİL, TOPLUMSAL BULUŞMA NOKTASI

FENIX sadece bir sergi mekânı değil. Giriş katında yer alan “Plein” adlı dev alan, halka açık ve ücretsiz bir buluşma noktası olarak tasarlandı. Burada dil kursları, dans gösterileri, yemek etkinlikleri ve pazarlar düzenleniyor.

Ayrıca, Türk mutfağından esinlenen “Anatolian Café & Bakery” ve İtalyan dondurmacılığını yaşatan Granucci Gelato da ziyaretçileri ağırlıyor. Yani burası, yalnızca göçü anlatan bir müze değil, göçmenlerin kültürünü yaşatan bir yaşam alanı.

FENIX’in içindeki Anatolian Café & Bakery, Anadolu’nun simit, börek, baklava ve ayran gibi tatlarını Rotterdam’a taşıyor.

MÜZENİN KURULUŞU, AMACI VE MALİYETİNİN PERDE ARKASI

Kurucular ve Finansman

Müze, 2016 yılında hayırsever bir kuruluş olan Droom en Daad (Hayal ve Eylem) Vakfı tarafından başlatıldı. Vakfın başında, Amsterdam Rijksmuseum’un eski direktörü Wim Pijbes bulunuyor.

Finansman ise Hollanda merkezli Van der Vorm ailesi tarafından sağlandı. Aile, Holland–America Line gemicilik şirketiyle ilişkili olup, bu şirket göçmenlerin Avrupa’dan Amerika’ya taşınmasında önemli bir rol oynamıştır.

Yani girişimin tamamen kâr amacı gütmeyen, kültürel ve toplumsal bir misyona sahip olduğu ve hayırsever destekle finanse edildiği açıkça görülüyor.

NEDEN ESKİ BİR DEPO?

Müzenin yeri, Katendrecht yarımadasındaki eski Fenix depolarıdır. Bu yapı, 1923 yılında inşa edilmiş ve Holland–America Line’ın San Francisco depoları olarak hizmet vermiştir. Milyonlarca Avrupalı göçmen buradan gemilere binerek Amerika’ya yola çıkmıştır.

MALİYETLİ RESTORASYON VE MİMARİ VİZYON

Fenix II deposu, 2018’de Droom en Daad Vakfı tarafından satın alındı. Ardından 2020’de yenileme çalışmaları başladı ve yerel Bureau Polderman ekibiyle yürütüldü.

Restorasyon sırasında: Eski beton iç yapı büyük ölçüde korunarak yeniden kullanıldı; cephe ve tavanlar camla değiştirildi. Böylece mekân hem ışık alan hem de modern bir görünüme kavuştu.

AMAÇ: GÖNÜLLÜLÜK MÜ, KAZANÇ MI?

Bu girişim, açıkça kâr amacı gütmeyen kültürel bir projedir.

Amaç, kâr elde etmek değil; göç deneyimlerini sanat ve mimari aracılığıyla görünür kılmak, insanileştirmek, duygusal bir bağ kurmak ve göçün evrensel olduğunu göstermektir.

Müze, göçmenlerin taşıdığı umut, zorunluluk, hasret gibi duyguları anlamak üzerine bir belleğe dönüşüyor. Müdire Anne Kremers’in vurguladığı gibi: “Göç, biyolojik bir ihtiyaçtır; politik değil, insanidir.”

Müzenin kuruluş süreci, Hollanda’daki güçlü hayırseverlik geleneğinin bir ürünü. 2016’da kurulan Droom en Daad Vakfı projeyi üstlendi, finansmanı ise Hollanda’nın köklü iş dünyası ailesi Van der Vormlar sağladı. Vakfın başında Rijksmuseum’un eski direktörü Wim Pijbes bulunuyor.

Vakıf Başkanı Wim Pijnes ve patron Nico van der Vorm

Müzenin adresi de tesadüf değildir. FENIX, 1923’te inşa edilen eski bir liman deposunda hayat buldu. Bu depo, 20’nci yüzyılın ilk yarısında Avrupa’dan Amerika’ya yola çıkan milyonlarca göçmenin kalkış noktasıydı. İkinci Dünya Savaşı’nda hasar gören ve yıllar içinde harabeye dönen yapı, yeniden dirilişi simgeleyen anlamıyla seçildi. Müzenin adı da buradan geliyor: “Küllerinden doğan Anka kuşu” yani Fenix.

Restorasyon için milyonlarca euro harcandı. 2018’de satın alınan depo, 2020’den itibaren yenileme çalışmalarına alındı.

Tüm bu çalışmalar, kâr amacıyla değil; göçün evrensel hikâyesini görünür kılmak ve insana dair ortak bir deneyimi paylaşmak için gerçekleştirildi. Müzenin yöneticileri, “Göç politik değil, insani bir olgudur” diyerek vizyonlarını ortaya koyuyor.

HOLLANDA’NIN EN ZENGİN AİLELERİNDEN VAN DER VORMLARIN SERVET HİKÂYESİ

Rotterdam’ın köklü ailelerinden Van der Vormlar, bugün 9 milyar euroyu aşan servetleriyle Hollanda’nın en zengin ikinci ailesi konumunda. İş dünyası dergisi Quote, ailenin sadece bir yıl içinde 200 milyon euro daha kazandığını yazdı. Peki bu dev servetin ardında nasıl bir hikâye var?

Kendir, kenevir ve keten lifinden ip, halat, kumaş üreten ve ticaretini yapan ‘Vlasçı’ (keten tüccarı) bir ailenin oğlu, Rotterdam’ın liman devi oldu.


Ailenin servetinin temelini atan Willem van der Vorm (1873-1957), aslında mütevazı bir kökene sahipti. Rotterdam yakınlarındaki IJsselmonde’da bir keten çiftçisinin oğlu olarak doğdu. 1890’da şansını denemek için Rotterdam’a taşındı. Önce çıraklık yaptı, sonra muhasebecilik eğitimi aldı ve Scheepvaart & Steenkolen Maatschappij (SSM) adlı kömür ve denizcilik şirketinde çalışmaya başladı.

Kısa sürede yükseldi, 1905’te şirketi devraldı ve kömür ticaretini büyüttü. 1930’larda şirketi gizli bir anlaşmayla satmasına rağmen, dışarıda hâlâ patron olarak görüldü. Satıştan elde ettiği sermayeyle arazi, sanat ve farklı iş alanlarına yatırım yaparak Rotterdam limanının en güçlü isimlerinden biri haline geldi.

CRUISE TURİZMİ DÖNEMİ

1957’de çocuksuz Willem öldüğünde, servet yeğenlerine geçti. Yeğen Willy van der Vorm, 1960’ta HAL’ın başına geçti. Ancak o dönemde okyanus yolcu taşımacılığı, uçakların yükselişiyle cazibesini yitirmişti. Willy, şirketi batmaktan kurtarmak için yeni bir strateji geliştirdi: gemileri cruise turizmine yönlendirdi. Bu hamle, ailenin servetini korumasını sağladı. 1959’da inşa edilen SS Rotterdam gemisi, o dönemin sembolü oldu.

Willy’nin 1963’te ölümünden sonra görevi Nico van der Vorm devraldı. 1970’lerde büyük bir dönüşüm yaptı; yük taşımacılığını sattı, cruise işini büyüttü. Hatta Hollandalı mürettebatı daha ucuz Asyalı işçilerle değiştirdi. Şirketin merkezi de Rotterdam’dan ABD’ye taşındı.

1,2 MİLYAR GULDENLİK SATIŞ VE YATIRIM İMPARATORLUĞU

Baba Nico ve oğul Martijn van der Vorm

1988’de Nico ve oğlu Martijn, cruise işini Amerikalı bir rakibe sattı. Bu satıştan 1,2 milyar gulden (yaklaşık yarım milyar euro) gelir elde edildi. Ancak aile bu parayı harcamak yerine bir yatırım şirketine, yani HAL Investments’a dönüştürdü.

HAL Investments, denizcilik ve enerji şirketlerine yatırım yaptı. Daha sonra Pearle optik mağazaları alındı, bu girişim küresel GrandVision zincirine dönüştürüldü. 2015’te GrandVision borsaya açıldı, aile milyarlar kazandı. Sonraki yıllarda CoolBlue gibi popüler şirketlere ortak oldular, Eneco enerji şirketi için de adı geçen alıcılar arasında yer aldılar.

Devamını Oku

HAPİSANE DUVARLARINDAN SARAYLARA: HOLLANDA’DA PARMAK ISIRTACAK BİR ŞÖHRETİN HİKÂYESİ…

HAPİSANE DUVARLARINDAN SARAYLARA: HOLLANDA’DA PARMAK ISIRTACAK BİR ŞÖHRETİN HİKÂYESİ…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Sokakların asi çocuğu Hollanda’nın en parlak medya adamı oldu.

“Kitaplar hayatımı kurtardı. Eğer okumaya başlamasaydım, ya hâlâ hapisteydim ya da mezarda.”

“500 ünlü ve 500 Başarılı Kadın” araştırmamdan sonra, bir ünlü ve başarılı erkek: Özcan Aksoy

Hollanda’daki Türk toplumu hakkında kalem oynatan bir gazeteci-yazar olarak, yakın zamandaki en kapsamlı çalışmalarımın başında, “Hollanda’da Ünlü Türk Kadınları” ve “Hollanda’da Başarılı Türk Kadınları” adlı araştırmam geliyor. O araştırmada tam 500 ünlü Türk kadının ve 500 de başarılı Türk kadının hikâyesini yazdım. KADIN Dergisi tarafından yayınlanacak olan bu araştırmayı tamamladıktan sonra, zihnimin bir köşesinde hep şu soru asılı kaldı:

BİR ERKEĞİN HİKÂYESİ

Kadınların başarı öykülerini yazarken hep aklımda şu soru vardı: “Peki ya erkekler?”
Hollanda’da gurur duyduğumuz birçok erkek var. Ama kadınların açtığı yolda tek bir erkeğin hikâyesini seçmem gerekseydi, hiç tereddüt etmeden Özcan Akyol’u yazardım.
Niçin mi? Çünkü Akyol, yalnızca bireysel bir yükselişin değil; sınıfsal, kültürel ve duygusal katmanlarıyla kolektif bir dönüşümün hikâyesidir: Cezaevi koğuşundan kütüphane raflarına; sokak aralarından edebiyatın merkezine; “yaramaz çocuk” etiketinden kanaat önderliğine uzanan bir yolculuk…

GEÇ YAZILAN BİR HABER

Özcan Akyol’u yirmi yılı aşkın bir zamandır tanıyorum; önce Algemeen Dagblad’taki köşe yazılarından, sonra kitaplarından ve televizyon ekranındaki varlığından. Onunla hiç oturup sohbet etmedim, elini sıkmadım, bir kahve içmedim. Bu mesafeyi özellikle vurguluyorum, çünkü şimdi hakkını teslim ederek övgüyle anlatacağım bu adamı, şahsi bir yakınlık ya da dostluk nedeniyle parlatmadığımın kanıtıdır.

O, Hollanda’da Türk kökenli nice yazar, sanatçı ve ekran yüzü arasında belki de en sıra dışı hikâyeye sahip olanıdır. Çünkü onun yolculuğu sıradan bir başarı öyküsü değil, adeta bir yeniden doğuş hikâyesidir: Karanlık sokaklardan, cezaevi koğuşlarından; kitap raflarına, radyonun ve televizyonun merkezine; oradan da ülkenin en yüksek kültürel platformlarına uzanan bir serüven…

Gençliğinde şiddetle, suçla, polisle, hapishane duvarlarıyla tanıştı. Daha on sekiz yaşına varmadan, Scheveningen Cezaevi’nin ağır kapıları ardında demir parmaklıkların soğukluğunu hissetti. Çoğu insan için bu, hayat defterinin kapandığı andır. Ama onun için başlangıç oldu. Bir gardiyanın tavsiyesiyle cezaevi kütüphanesinde eline aldığı ilk kitap, kaderinin yönünü değiştirdi. Sayfalar ilerledikçe, kelimeler çoğaldıkça, içindeki öfke yerini düşünceye, yıkıcılık yerini yaratıcılığa bıraktı.

Ve yıllar sonra aynı adam, artık “suç dosyalarıyla değil, edebiyat dosyalarıyla” anılan biri oldu. O genç mahkûm, bugün Hollanda saraylarının protokol listelerinde onur konuğu olarak yer buluyor. Dün hücrede tek başına yazı karalayan çocuk, bugün milyonlara hitap eden bir televizyon figürü…

Onu ayrıcalıklı kılan bir başka ayrıntı da ismiyle başladı. Hollandalılar “Özcan” ismini telaffuz etmekte zorlanıyordu. Bir gün kısaca “Eus” dediler. O an belki sıradan bir kolaylıktı, ama farkında olmadan Hollanda kültür hayatına yeni bir imza armağan edilmiş oldu. “Eus”, artık bir takma ad değil, bir markaya, bir sembole dönüştü.

Bugün onun Türkiye’nin çeşitli şehirlerini dolaşarak hem ailesiyle hem de Anadolu insanıyla yaptığı röportajlar, geniş kitleler tarafından ilgiyle izleniyor. Hem Hollanda toplumunu kendi kökleriyle tanıştırıyor, hem de Türk toplumunu Hollanda’daki bir başarı öyküsüyle gururlandırıyor.Ve şimdi samimiyetle söylüyorum: Hollanda’da böylesi bir ünlü Türk’ü, bugüne kadar sizlere tanıtmamış olmaktan yalnızca derin bir üzüntü değil, aynı zamanda bir gazeteci olarak utanç duyuyorum. Ama geç de olsa, bu satırlarla görevimi yerine getiriyor olmanın huzuru içindeyim.İşte size, hapisane duvarlarından saraylara uzanan, muhteşem Türk Özcan Akyol’un, nam-ı diğer Eus (Öz)’ün hikâyesi…

DEVENTER’İN ÇOCUĞU: AİLE, MAHALLE, KADER

1984’te Deventer’de, bir Türk işçi ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya gelir Özcan Akyol. Evde üç şey eksiktir: sevgi, eğitim ve güvenlik. Babası fabrikada çalışan, okuma-yazma bilmeyen; yıllar içinde alkolle boğuşan bir adamdır. Anne ise temizlik işlerinde didinen, fedakâr bir emekçidir.

Aile, diğer birçok göçmen gibi “üç yıl çalışıp memlekete dönmek” niyetiyle gelmiştir. Ama o üç yıl, kalıcı bir hayata dönüşür.

80’ler ve 90’ların Deventer’inde, “zwarte school” (siyah okul) diye anılan dezavantajlı okullarda büyür. Dil bariyerleri, düşük beklentiler, sürekli önyargılar… Küçük Özcan’ın öğretmeni ona, “Senin yerin sarışın çocukların arasında değil” diyerek atheneum (yüksek lise) yolunu kapatır, onu mavo (orta okul hattına iter.

Bu haksızlık, onun içindeki öfkeyi ve meydan okuma duygusunu daha da kabartır.

KIRILMA ÂNI: CEZAEVİ KÜTÜPHANESİ

Bir gardiyanın basit bir tavsiyesi, hayatını değiştiren kıvılcım olur: “Git kütüphaneye, kitaplara bak.”
Başta sadece vakit öldürmek için raflara uzanır. Önüne çıkan ilk kitaplar Baantjer’in polisiye romanlarıdır. Derken başka yazarlar: Maarten ’t Hart, Jan Cremer…

Okudukça kelimeleri çoğalır, kelimeler çoğaldıkça düşünceleri büyür. İşte o günlerde zihnine ilk kez şu cümle düşer: “Benim de anlatacak bir hikâyem var. Hem de kimsenin böyle anlatmadığı bir hikâye…”

Artık kitaplar onun için sadece zaman öldürücü değil, kaderini yeniden yazan birer araçtır.
Sokağın kaba dili yavaş yavaş yerini edebiyatın inceliğine bırakır.
Koğuşta kurduğu cümleler, yıllar sonra ülkenin gündemine damga vuracak bir yazarlığın ilk taslaklarına dönüşür.

İLK BÜYÜK ADIM: YAZARLIĞA YÜRÜYÜŞ

Tahliye olduktan sonra yeniden eğitime sarılır. Önce Deventer’de ROC Aventus, ardından Windesheim Gazetecilik ve kısa bir süre de Vrije Universiteit Amsterdam’da Hollanda dili eğitimi…

2011’de, 11 Eylül kuşağını konu alan bir derlemede yayımlanan kısa öyküsü “Zero Impact”, küçük ama önemli bir adımdır. Kendi hikâyesini yazmaya hazırlandığını gösterir.

Ve 2012’de büyük patlama gelir:
İlk romanı “Eus” yayımlanır.

Yarı otobiyografik nitelikteki bu eser, yalnızca bir hafta içinde on binlerce satılır. Kısa sürede yüz binlere ulaşır, film hakları alınır, Hollanda basını onu konuşmaya başlar.

“EUS”UN GÜCÜ

“Eus”, sıradan bir roman değildir.
Bir göçmen çocuğun hikâyesini bütün çıplaklığıyla ortaya koyar.
Göçmen gençler için: “İlk kez kendimizi bu kadar gerçek gördük” dedirtir.
Hollandalı okurlar için: Gazete manşetlerinin ötesinde, içerden bir sesle yüzleşme imkânı verir.

Roman, önyargılar ile gerçekler arasındaki uçurumu gösterir.
Kimi zaman suç ile şefkat arasındaki ince çizgide gezinir.
Okur, ötekinin hikâyesini okurken aslında kendi toplumunu da sorgular.

İKİNCİ ROMAN: “TURİS” (2016)

Eus’un ikinci romanı “Turis”, bu kez aileyi ve özellikle baba figürünü merkeze alır.
Bir oğlun, babasının çifte hayatı olduğu şüphesiyle açtığı kapılar…

Metin yalnızca kişisel bir hesaplaşma değildir. Göçmen ailelerde otorite, erkeklik, utanç ve sırlar üzerine güçlü bir sorgulamadır.

Okur içinse daha da derindir: Çünkü bireysel travmaların aslında toplumsal kökleri olduğunu cesurca hatırlatır.

OLGUNLUK DÖNEMİ: DENEMELER VE ROMANLARLA MERKEZE YÜRÜYÜŞ

“Generaal zonder leger” (2020)

Hollanda’da her yıl düzenlenen Boekenweek için kaleme aldığı bu deneme, Akyol’un yalnızca hikâye anlatan değil, aynı zamanda tez ortaya koyan bir yazar olduğunu kanıtlar.

Konusu: dil, sınıf ve fırsat eşitliği.
Yazdığı metin yalnızca edebiyat çevrelerinde değil, toplumun geniş kesimlerinde tartışılır. Kitap listelerinde zirveye çıkar. Bu, bir “aykırının merkeze taşındığı” sembolik bir andır.

TARTIŞMALAR: CESARETİN BEDELİ

Özcan Akyol, cesur eleştirileriyle hem Türk toplumundan hem de Hollanda kamuoyundan tepkiler aldı.
Türk kökenli bazı çevreler onu “milliyetçiliğe ve katı dindarlığa karşı” sözleri nedeniyle eleştirdi.
Hollanda’da ise kimi çevreler onu “aşırı özgüvenli” buldu.

Ama o, tavrını hiçbir zaman gizlemedi:
Alevi-Türk kökenden geldiğini, agnostik bir duruşu benimsediğini, en çok da “yalan, riyâ ve şiddete” karşı olduğunu açıkça söyledi.

2018’de aday gösterildiği Pim Fortuyn Ödülü’nü reddetmesi de aynı tavrın göstergesiydi. Gerekçesi çok netti: “Bu ödül birleştirmek yerine ayrıştırıcı bir etki yapıyor. Ben ise bağlayıcı olmak istiyorum.”

Böylece kendi şöhretini büyütmek yerine, sözünün etkisini korumayı seçti.

FUTBOL, KENT, AİDİYET: GO AHEAD EAGLES

Deventer’in Süper Lig takımı Go Ahead Eagles, Akyol’un kent kimliğini ayakta tutan en güçlü bağdır.
ESPN için hazırladığı “Home of Eus” ve “120 Jaar Go Ahead Eagles” projelerinde futbolu bir sosyoloji laboratuvarı gibi işledi:
Tribünlerde sınıf farkları, kökenler, umutlar ve hayal kırıklıkları aynı tezahüratta birleşir.
Eus’un sözleriyle:
“Futbol, bir kentin toplu özgeçmişidir.”

GENÇLERE VE EĞİTİME DAİR 12 DERS

1-Dil merdivendir: Kelime çoğaldıkça ihtimal çoğalır.
2-Okul kader değildir: Yanlış yönlendirme tersine çevrilebilir.
3-Okuma hayat kurtarır: Cezaevinde bile.
4-Sırları açın: Ev içi şiddet ve sırlar, konuşulunca iyileşir.
5-Kendini yaz: Herkesin anlatacak özgün bir hikâyesi var.
6-Merkez dışı kıymettir: Kenar mahalle, büyük edebiyatın ham maddesidir.
7-Çifte bakış: Hem göçmenin hem Hollandalının gözünden bak.
8-Cesaret & Nezaket: Sert sözü, medeni üslupla söyle.
9-Aidiyet çoğuldur: Deventer de, Anadolu da senindir.
10-Hata sermayedir: Düşüşler anlatının en güçlü bölümleridir.
11-Mikrofon sorumluluktur: Medyada görünürlük = etik ödev.
12-Aileyi yeniden kur: Geçmişin açığını gelecekte kapat.

YAZAR OLARAK GÜÇLÜ YANLAR

Anlatı dürüstlüğü: Kendi kusur ve düşüşlerini saklamaz.
Dil ekonomisi: Kısa cümle, kuvvetli etki.
Sosyolojik radar: Sınıf, din, milliyetçilik, medya…
Medya okuryazarlığı: Mikrofon ve kamera disiplinini yazıya taşır.
Okurla mesafe: Yakın, ama popülizme düşmeden.

TOPLUMSAL YORUM: ÇOK KÜLTÜRLÜLÜĞÜN DOĞRU OKUNUŞU

Özcan Akyol’un sürekli vurguladığı temel noktalardan biri şudur: Türk misafir işçilerin Hollanda’ya gelişi, bazı kişilerin iddia ettiği gibi ideolojik bir sol proje değildi. Aslında bu, ucuz iş gücüne acilen ihtiyaç duyan sağcı, varlıklı işverenlerin girişimiydi. Buna karşılık hükümet yavaş davrandı ve toplumsal sonuçları büyük ölçüde kendi hâline bıraktı.

Bu gerçekçi analizle Akyol, basitleştirici ve çoğu kez suçlayıcı söylemlere bir alternatif sunuyor. Tartışmayı sloganlardan ve duygulardan uzaklaştırarak tarihsel ve ekonomik bir perspektife oturtuyor. Böylece göçün bir komplo ya da başarısızlık değil, etkileri ancak çok sonraları fark edilen sosyo-ekonomik bir süreç olduğunu gösteriyor.

Onun mesajı, hem Hollandalı hem de Türk okurlar için açık ve evrenseldir:

“Önyargılar yerini bilgiye, sloganlar yerini gerçek hikâyelere bırakmalıdır.”

Böylece Akyol, sadece yazar ya da sunucu değil, aynı zamanda topluluklar ve kuşaklar arasında köprüler kuran bir kamusal düşünür olarak konumlanıyor.

Devamını Oku

OSMANLI MİRASININ BEKÇİSİ HOLLANDALI MACHİEL KİEL VEFAT ETTİ

OSMANLI MİRASININ BEKÇİSİ HOLLANDALI MACHİEL KİEL VEFAT ETTİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Osmanlı Balkan mirasının korunmasında yarım asırdan fazla emek veren, Avrupa’daki Türk eserlerini belgeleyip kurtarılması için büyük mücadeleler veren Hollandalı tarihçi Prof. Dr. Machiel Kiel, 87 yaşında hayatını kaybetti.

Cenaze töreni Hollanda’nın Bloemendaal kasabasında düzenlendi ve ardından naaşı, doğduğu Wormerveer kasabasına defnedildi.
Törene Türkiye’den bir delegasyonun katılması beklenirken, yalnızca tarih araştırmacısı Mehmet Tütüncü hazır bulundu.
Eşi Prof. Dr. Hedda Reind Kiel, kızı Marieke Kiel, torunları Arianne ve Freya ile öğrencileri, Kiel’in hatıralarını paylaştı.
Konuşmalarda, Osmanlı eserlerini korumak ve belgelemek için yaptığı çalışmaların örnekleri aktarıldı.

Mehmet Tütüncü Tabut başında. Machiel’i sonsuzluğa uğurlayanlar. Eşi ve torunları konuştular

Zamanın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından Türkiye Cumhuriyeti Liyakat Nişanı ile onurlandırılan Kiel’in cenazesinde, Türkiye’den başka kimsenin bulunmaması üzüntü yarattı. Mehmet Tütüncü, aileye taziye dileklerini iletirken, Machiel Kiel’in hatırasına bir kitap yayımlayacağını ifade etti.

PROF. DR. MACHIEL KIEL: OSMANLI BALKAN MİRASININ BEKÇİSİ


Prof. Dr. Machiel Kiel, Osmanlı Balkanları’nın kaybolan mimari mirasını gün yüzüne çıkararak, tarih ve kültüre dair anlayışı dünyayla paylaşan bir entelektüeldi. Onun çalışmaları, sadece akademi için değil aynı zamanda kültürel diyalog için de eşsiz bir kalıt bırakmıştır.

Yaklaşık 60 yıl boyunca Avrupa’daki Türk eserlerini araştıran, bulan, arşivleyen ve bu eserleri koruma altına aldırmak için mücadele eden, bu uğurda çeşitli Avrupa ülkelerinde polis takibatına uğrayan, hatta hapis yatan Machiel Kiel, Avrupa’daki Osmanlı tarihinin kültür hafızası konumunda olan çok değerli bir aydındı.

Türk Tarih Kurumu Onursal Üyesi olan, TDV İslam Ansiklopedisi’ne Türk tarihi ve uygarlığıyla ilgili tam 127 maddenin yazarı olarak çok büyük katkıda bulunan Prof. Kiel, 2014 yılında Türkiye Cumhuriyeti Liyakat Nişanı’na da layık görülmüştü.

İzinden yürüyen genç araştırmacılar ve kültür elçileri için bir ilham kaynağı olmaya devam ediyor.

HAYATI VE EĞİTİMİ

Machiel Kiel’ın çalışmalarını sürekli takip eden Tarih Araştırmacısı Mehmet Tütüncü, Machiel Kiel ve eşi Hedda ile Bonn’daki evinde.

Doğum: 28 Şubat 1938, Wormerveer, Hollanda.
Genç yaşta taşcı ve restorasyon ustası olarak Avrupa’nın tarihi yapılarında çalışmaya başlayan Kiel, 1958–1976 yılları arasında Amsterdam’daki 
Oude Kerk (Eski Kilise) restorasyonunda görev aldı.
1976’da geçirdiği iş kazası, onu restorasyon işinden uzaklaştırdı ancak bu olay onun akademik alana yönelmesini sağladı.
Amsterdam Üniversitesi’nde öğrenim görüp 1983’te “Bulgaria’da Osmanlı Dönemi Kilise Mimarlığı ve Duvar Resimleri” konulu teziyle doktorayı tamamladı.

HOLLANDALI TARİHÇİ: “TÜRKLER, YUNANİSTAN’DA TARİHİ ESER HAZİNESİ BIRAKTI”

22 Ekim 2019

Hollandalı tarihçi Machiel Kiel, Osmanlı döneminden kalma bazı Yunan yapılarının yıkılıp harabeye dönmesini önlemek için Avrupa’da bu eserlerin korunması yönünde büyük çaba gösterdi.

Bugünkü Yunanistan’ın güney bölgeleri yaklaşık 400 yıl, kuzey bölgeleri ise 500 yıldan fazla Osmanlı hâkimiyetinde kaldı. Osmanlılar, 1912’de bu toprakları kaybetti ama geride çok değerli bir tarihi miras bıraktı.

İzmir’de, Ege’deki On İki Ada’daki (Dodecanesos) Türk azınlığının sorunlarının ele alındığı bir sempozyumda konuşan Utrecht Üniversitesi emekli profesörü Machiel Kiel, 1980’lerde Yunanistan’da Osmanlı mirasına bakışın iki farklı grup tarafından temsil edildiğini söyledi. Küçük bir grup bu mirası olumlu değerlendirirken, daha büyük ve güçlü bir grup bunu istemiyordu.

On İki Ada’daki cami tehlikesi


Bugün On İki Ada’da yaşayan yaklaşık 6.000 kişilik Müslüman Türk azınlık bulunuyor. Kiel’e göre, bu azınlık 16. yüzyıldan kalma, Rodos’taki Süleymaniye Camii’nin yıkılmasından endişeliydi. Osmanlılar adaları kaybettikten sonra adadaki birçok Türk Anadolu’ya göç etmişti. Yunanlar artık camilerin işe yaramadığını düşünüyor ve yıkılmalarını istiyordu.

1988’de caminin minarelerinden biri yıkılmak üzereydi. Muhalifler, bu durumu tüm yapının yıkılması için bir gerekçe olarak kullanıyordu. Kiel, “Bu yüzden valiye ve tarihi eserler dairesi başkanına iki mektup yazdım. Bu mektuplar bomba etkisi yarattı” dedi. Mektuplar Yunancaya çevrildi, Avrupa’daki birçok saygın akademisyen tarafından imzalanarak Yunan makamlarına gönderildi. Böylece, Osmanlı eserlerini korumak isteyen küçük grup güç kazandı ve o günden beri bu eserler restore edilmeye başlandı.

Komotini’deki imaretin kurtuluşu
Batı Trakya’nın Gümülcine (Komotini) kentinde, 1390 civarında inşa edilmiş Gazi Evrenos Bey İmareti de aynı tehlike altındaydı. Osmanlı döneminde yoksullara yemek dağıtılan, hatta misafirlerin birkaç gün kalabildiği bu yapı, I. Dünya Savaşı sonrasında bölgeyi ele geçiren Yunan makamlarınca el konularak elektrik üretim tesisi haline getirildi. İki duvarı yıkıldı, bina çok kötü durumdaydı.

1971’de Kiel, imaret hakkında uzun bir makale yazdı. Bu yazı, yıkılmak üzere olan binanın restore edilmesini sağladı. O dönem Kuzey Yunanistan tarihi eserler dairesi başkanı olan Charalambos Bakirtzis, uluslararası bir konferansta, bu eserin gerçekten de Kiel’in yazısıyla kurtulduğunu söyleyerek onu onurlandırdı.

“Barbarlık, kültürü yok etmektir”


Kiel’in bu çalışmalardaki motivasyonu çok açıktı: “Dünyaya ait ve insanlığın mirası olan güzel şeyler neden yok edilsin?”
1960’larda Yunanistan’daki Osmanlı eserlerini gezerken, yerel halk ona bu yapıların “barbarlar” tarafından yapıldığını ve artık gereksiz olduğunu söylemişti. Kiel, “O zaman gerçek barbarların kim olduğunu düşündüm. Barbarlık, kültürü yok etmektir” dedi.

Kiel’e göre, bir zamanlar Selanik’te 45 cami vardı, bugün çok azı kaldı. Aynı durum Orta Yunanistan’daki Larissa’da da yaşandı.

Osmanlı dönemi mimarisi uzmanı olan Kiel, 17 kitap yazdı ve Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nde 140 kadar makalesi yayımlandı. Bu ansiklopedi, Türkiye’deki en kapsamlı eserlerden biri kabul ediliyor.

Devamını Oku
Marsbahis
deneme bonusu veren siteler