eşya depolama
DOLAR 36,6092 0.05%
EURO 39,9233 0.05%
ALTIN 3.509,141,68
BITCOIN 2953494-1,59%
Edirne
16°

KAPALI

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

İlhan Karaçay

İlhan Karaçay

21 Şubat 2025 Cuma

HOLLANDA MERKEZ BANKASI BAŞKANLIĞINA ADAY TÜRK: PINAR ABAY

HOLLANDA MERKEZ BANKASI BAŞKANLIĞINA ADAY TÜRK: PINAR ABAY
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Türkiye Merkez Bankası kurulurken, Atatürk’ün davet ettiği , Hollandalı Gerard Vissering’in kitabını yazan Mehmet Tütüncü, kitabın ilk sayısını şimdiki Genel Müdür Klaas Knot’a verdi.Hollanda’nın en büyük gazetesi De Telegraaf, yayınladığı haberde, iki ülke arasındaki Merkez Bankası ilişkilerini ele aldı.

Hollanda’da 14 yıldır Merkez Bankası Genel Müdürlüğü’nü yürüten Klaas Knot’un yerini belki de bir Türk alacak.
Hollanda’da Merkez Bankası Genel Müdürleri, 7 yıllık süreler ile atanıyor. Merkez Bankası Genel Müdürlüğünü, ilk kez iki dönem yapan (14 yıl) ve Başbakanlardan sonra en ünlü ve yetkili olan Klaas Knot’un bu görevden ayrılacak olması, Hollanda gündeminde sık sık yer alıyor.Knot’un yerine kimin atanacağı konusu da ülkede en çok konuşulan konulardan birisi.
Adaylar arasında dört isim dolaşıyor. Bu isimler, Barbara Baarsma, Sandra Philippen, Marieke Blom ve Pınar Abay.

Türkiye’de ING Bank’ın Genel Müdürlüğünü yaptıktan sonra, Hollanda’daki ING Bank’a atanan ve şimdi de Belçika ING Bank’ta Genel Müdürlük yapan Pınar Abay’ın, Klaas Knot’un yerini alacak adaylar arasındaki atanma şansının, Marieke Blom’dan sonra geldiği konuşuluyor.

ATATÜRK’ÜN DAVETİ
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Merkez Bankası kurulurken, Hollanda Merkez Bankası Genel Müdürü Gerard Vissering’i Türkiye’ye davet ettiğini ve Vissering’in hazırladığı raporun muhtevasını sizlere daha önceki bir haberimde sunmuştum. Gerard Vissering’in hazırladığı rapor, Türkiye’nin ekonomik durumu ve Merkez Bankası kurma süreci hakkında önemli bilgiler içeriyordu.

MEHMET TÜTÜNCÜ

Hollanda’daki araştırmacı Mehmet Tütüncü, Gerard Vissering’i konu alan, ‘Atatürk’ün Türkiyesi’ne Yolculuk’ kitabını, Merkez Bankası Klaas Knot’a hediye etti.

Beraberinde Amsterdam Konsolosumuz Aslı Koç Kaya ve eşi Kâmile olduğu halde kitabını sunan Tütüncü, Hollanda’nın en büyük gazetesi De Telegraaf’a da konu oldu.
De Telegraaf gazetesi, ‘Knot’un selefi Türkiye Merkez Bankası’na yardım etmişti’ başlığı ile verdiği haberinde şunları yazmış:

Hollanda Merkez Bankası (DNB) Başkanı Gerard Vissering (1865-1937), yaklaşık yüz yıl önce Türkiye’ye seyahat etti. Mustafa Kemal Atatürk tarafından genç cumhuriyetin Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazından çıkarak kurduğu merkez bankası konusunda danışmanlık yapması için davet edildi.

Vissering, döneminin en önde gelen bankacı ve ekonomistlerinden biriydi. “Hollanda Merkez Bankası Başkanı olarak 1921’den 1931’e kadar, Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında gelen ekonomik krizler sırasında ülke ekonomisinin istikrar kazanmasında kilit bir rol oynadı.” diyen Mehmet Tütüncü, bu konuda bir kitap hazırladı.

Bu kitap “Atatürk’ün Türkiye’sine Yolculuk” adını taşıyor. Kitap, uzun süre gizli kalmış olan Vissering’in günlüğüne dayanıyor. Eserin bir kopyası, mevcut Merkez Bankası Genel Müdürü Klaas Knot’a Amsterdam’da takdim edildi. Knot’un selefi olan Vissering, yalnızca bir finans adamı değil, aynı zamanda uluslararası ilişkilerle de ilgilenen bir vizyonerdi.

Vissering’in Türkiye ile olan ilişkisi Atatürk’ün yeni devleti inşa etme çabalarıyla da yakından bağlantılıydı. Knot, geçen yıl Türkiye Merkez Bankası’nın yeni genel merkezinin açılışına katıldığında, Vissering’in 100 yıl önce verdiği tavsiyelerin bugün hâlâ geçerli olduğunu belirtti. “Onun tavsiyesi, merkez bankasının bağımsız ve güçlü olması gerektiğiydi.” dedi. “Bu, ekonomik istikrarın temel taşlarından biridir.”

Devamını Oku

AVRUPA HÜRRİYET KAPANDI:YANLIŞ GAZETECİLİĞİN ACI AMA KAÇINILMAZ SONU

AVRUPA HÜRRİYET KAPANDI:YANLIŞ GAZETECİLİĞİN ACI AMA KAÇINILMAZ SONU
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Zirve yıllarının Genel Yayın Yönetmeni Ertuğ Karakullukçu ve Avrupa Genel Müdürü Garbis Keşişoğlu çöküşün nedenlerini anlattılar.

Çöküşün ana nedeninin, Almanya hükümetinin gazete yöneticilerine yaptığı baskılardan baskılardan sonra gelen istifalar olduğunsa bağlanıyor.

1 hafta önce yayınladığım, “Şok, Şok, Şok: Hürriyet Almanya 1 Şubatta yayınlarını durduracak” başlıklı haber-yorumumdan sonra, haberimi yayınlayan 100’e yakın haber portallarına ve şahsıma reaksiyonlar yağdı.
Bizim, Hürriyet’in zirveden aşağılara yuvarlanışını anlatan beyanlarımızı iyi kavrayamayan bazı okurlar, ‘Oh ne güzel oldu, kurtulduk bu soytarılıktan, neden üzülüyorsunuz” tepkisinde bulundular.
Bu okurlara şunları söyleyebiliriz:
Hürriyet‘in kapanış süreciyle ilgili yaptığımız değerlendirmede, gazetecilik ve yönetimle ilgili ciddi eksikliklere dikkat çektik. Amacımız, bu gazetenin kapanmasının ardındaki sebepleri anlamak ve tartışmaktı. Fakat, bazı okurlarımızın bu durumu sadece siyasete bağlamış olmaları bizi şaşırttı. Bizim yaklaşımımız, herhangi bir siyasi duruşu ele almak değil, gazeteciliğin doğru bir şekilde yapılmadığı bir sürecin sonucunu anlamaktır.

Gazetecilik, doğru, tarafsız ve ilkeli olmayı gerektirir. Bu anlamda, Hürriyet’in kapanışındaki sorunlar, sadece bir siyasi perspektiften bakıldığında değil, aynı zamanda gazeteciliğin temel ilkelerinin zedelenmesiyle ilgilidir. Bizim asıl kaygımız, bu gibi durumların medya dünyasında daha fazla yaşanmaması ve gelecekte gazeteciliğin güçlenmesidir.

Haberimin yayınlanmasından sonra, ana akım gazetelerden bazı meslektaşlarımız da, haberimden pasajlar kullanarak kendilerine göre haberi yorumladılar ama, gazetenin asıl çöküş nedenlerini bilemedikleri için eksik bilgi vermiş oldular.
İşte, bu konuyu daha çok aydınlatabilmek için, zirve döneminin Genel Yayın Yönetmeni Ertuğ Karakullukçu’dan uzunca bir açıklama aldım.
Şu anda Miami’de yaşayan Genel Müdür Garbis Keşişoğlu da duygularını anlattı.

İLK BASILAN UMUT VEREN, SON BASILAN HÜZÜNLENDİREN GAZETELER

Soldaki ilk gazete, bir hayalin, bir başlangıcın simgesi. Tıpkı yıllar önce, uzak diyarlarda bir ses olmak için yola çıkan bir mektup gibi, umutla basılmış ve dünya çapında bir iz bırakmıştı. Bu sayfa, sadece bir gazete değil, bir dönemin nişanesi, bir arayışın ve bir tutkunun ifadesiydi. Sağdaki ise, bir dönemin sona erdiğinin acı bir hatırlatıcısı. O ilk gazetenin hemen yanında, yıllar süren mücadelenin, bilgiye ve özgürlüğe duyulan aşkın son bir yankısı gibi. Aradaki fark yalnızca yıllar değil, içinde taşıdığı anılar ve yaşanmışlıklarla dolu bir zaman dilimi. Her iki gazete de birer anı, her biri birer hikâye… İlkini okurken geleceğe umut bırakmaya çalışan bir gazete vardı, sonuncusunu okurken, o umudun bir şekilde bitişiyle karşılaşıyoruz. Biri bir başlangıç, diğeri bir son. Ama her ikisi de, tarihimize ve hafızamıza kazınmış birer simge olarak kalacak.
Her bir satırı ve manşetiyle dünyaya ulaşan bu gazetenin, 1 Şubat 2025 (bugün) itibariyle, yolculuğu sona erdi.

Hürriyet Gazetesi’nin Avrupa baskılarının sona ermesi, yalnızca gazetenin tarihini değil, Türk basın dünyasının geçmişini ve çok önemli bir dönüm noktasını simgeliyor.
Özellikle Avrupa’daki Türk toplumu için Hürriyet, sadece bir haber kaynağı olmanın ötesinde, bir bağ ve kimlik meselesi haline gelmişti. Avrupa’daki Türkler, Hürriyet’le sadece günlük haberleri değil, aynı zamanda kültürel bağlarını, aidiyet duygularını ve toplumsal meselelerini de gündeme getirebiliyordu. Bu, gazetenin bir “amiral gemisi” gibi hizmet vermesini sağladı; çok sayıda Türk, gazetenin haberciliği sayesinde hem kendi toplumsal sorunlarını çözmek hem de Türkiye ile bağlarını güçlendirmek adına önemli bir platform buluyordu.

GARBİS KEŞİŞOĞLU NE DEDİ?

“Uluslarası yayın yapan ve o günlerde örnek gösterilen Hürriyet’in, Avrupa’daki yayınlarını durdurması, Türk basını için “acı” bir durumdur…
Rahmetli duayen gazeteci Nezih Demirkent’in, Hürriyet’in başından alınması için, o günlerin patronu rahmetli Erol Simavi’yi dolduruşa getirenlerin bir kısmı, bugün çok rahatlar.
O günkü ekibin şefi Demirkent ebediyete göçtü. Fakat bazıları, Avrupa baskısının satışından elde ettikleri yüzbinleri yemekle meşguller.

Çok kişinin farkında olmadığı bu Avrupa baskıları, bölgesel gazetecilik konusunda, o günlerin önemli uluslararası gazetelere örnek oldu. Liyakatsiz ve gazeteciliğin geleceği ile bir bilgi sahibi olmayan, sözde yöneticilerin elinde, Türkiye için önemli olan bu proje heba edildi. Ne yazık ki gazetenin bir arşivi bile ortada yok…

Ben ve bazı arkadaşlarım, yıllarca izin bile yapmadan, rahmetli Nezih beyle, gazeteyi HEZ uçak şirketi badiresinden kurtararak, (Hürriyet’in başında, bir sıkı yönetim komutanı varken, Hürriyet havacılığa heveslenmişti) Avrupa ve Amerika’da Hürriyet’i tiraj şampiyonu yaptık.
Sevgili İlhan Karaçay’ın sayesinde, Hollanda ve Belçika ilaveleri o güne kadar denenmemişti.
Neticede, bugün Türk basını için “kara” bir gündür.
Bu sonu hazırlayanlar ise ceplerini doldurduktan sonra Türkiye’ye dönüp keyif çatıyorlar.

Birkaç isimden söz etmek istiyorum…
Yurtdışı baskılarının temel direği Ertuğ Karakullukçu, Londra’da rahmetli Nuyan Yiğit, Hollanda’da İlhan Karaçay, Frankfurt’ta Kemal Şener, Nezih Akkutay, New York’da rahmetli Doğan Uluç, Berlin’de rahmetli Kamil Yaman ve daha niceleri Hürriyet’in uluslararası alanda bir numara olması için yıllarını verdiler.
Tabii ki Murat Çulcu’yu da unutmamak lâzım.
Şimdi artık hepsi mazide kaldı.”

ERTUĞ KARAKULLUKÇU’DAN ÇARPICI AÇIKLAMALAR

AVRUPA HÜRRİYET KAPANDI:  YANLIŞ GAZETECİLİĞİN ACI AMA KAÇINILMAZ SONU

Hürriyet gazetesinin Avrupa baskıları, 31 Ocak 2025 günü son nüshasını yayınladı.
1 Şubat 2025 ise, bir zamanların efsane gazetesinin yoklara karıştığı, tarihe gömüldüğü gün oldu.
O gazeteye  ne muazzam emekler vermiştik…  En parlak zamanlarında yayın yönetmenliğini yapmıştım. Kapatılması, benim için kapkara bir haberdi.
Duyduğum anda binlerce anı başıma üşüştü.  İlk tepkim şu oldu:
Yanlış gazeteciliğin, acının da acısı fakat kaçınılmaz  sonu…
Yazık ettiler onca emeğe.
Hemen ardından, acıklı bir muhasebe: Ama neden?

Devamını Oku

ŞOK, ŞOK, ŞOK: HÜRRİYET ALMANYA 1 ŞUBAT’TA YAYININI DURDURUYOR!

ŞOK, ŞOK, ŞOK: HÜRRİYET ALMANYA 1 ŞUBAT’TA YAYININI DURDURUYOR!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Dünyadaki birçok gazetenin örnek aldığı Hürriyet artık yok!

Muhteşem kadrosuyla, ülkesi dışında en çok satılan gazete ünvanına sahip olan Hürriyet’in yokluğunun acısını derinden hissediyorum.

1969 yılından 1985 yılına kadar, büyük bir meslek aşkı ile çalıştığım Hürriyet gazetesinin, 1 Şubat 2025 günü Avrupa yayınlarına son vereceğini öğrendim.
Birlikte çalıştığım, o zamanın Genel Yayın Müdürümüz Ertuğ Karakullukçu, bu acı haberi önceki gece bana bildirdiği zaman şoke olmuştum.
Daha önceleri de, Hürriyet’in bugünkü durumunu eleştirmiştim.
Şimdi de bir şeyler yazmam gerekliydi.
Ama Karakullukçu beni frenledi: “Yarını bekleyelim İlhan. Duyumuma göre, İstanbul’daki yönetim, Almanya’daki dağıtımcı firma Axel Springer’e bu durumu bildirmiş. Axel Springer, yarın matbaaya bildirecek. Her şey kesinleşince yazarsın” diyen Karakullukçu haklıydı.
Bir gün beklemem hem daha sağlıklı olacaktı, hem de Karakullukçu ile, diğer bir emektarımız Garbis Keşişoğlu’nun duygularını da habere ekleyebilecektim.
Bir gün sonra, haberin doğruluğu teyid edildikten sonra, Karakullukçu ve Keşişoğlu’nun duygularını da alarak bu haberi yazdım.

Haberimin sonunda, Hürriyet Avrupa baskılarının nasıl başladığını ve nasıl geliştiğini, nasıl yönetildiğini sizlere  sunacağım.
Ama şimdi bugüne dönelim:

Hürriyet Gazetesi’nin Avrupa baskılarının sona erecek olması, yalnızca gazetenin tarihini değil, Türk basın dünyasının geçmişini ve çok önemli bir dönüm noktasını simgeliyor.
Özellikle Avrupa’daki Türk toplumu için Hürriyet, sadece bir haber kaynağı olmanın ötesinde, bir bağ ve kimlik meselesi haline gelmişti. Avrupa’daki Türkler, Hürriyet’le sadece günlük haberleri değil, aynı zamanda kültürel bağlarını, aidiyet duygularını ve toplumsal meselelerini de gündeme getirebiliyordu. Bu, gazetenin bir “amiral gemisi” gibi hizmet vermesini sağladı; çok sayıda Türk, gazetenin haberciliği sayesinde hem kendi toplumsal sorunlarını çözmek hem de Türkiye ile bağlarını güçlendirmek adına önemli bir platform buluyordu.

Rahmetli Nezih Demirkent dönemi, bu başarının en parlak örneklerinden biridir. Hürriyet’in sadece Türkiye’de değil, Avrupa’daki Türk okur kitlesinde de büyük bir yer edinmesi, Demirkent ve ekibinin vizyoner yaklaşımının ürünüdür. O dönemde Hürriyet, Almanya ve Benelüks ülkelerinde basılan en yüksek tirajlı yabancı gazete ünvanını kazanarak, bölge gazeteciliğinde bir çığır açmıştır. Hürriyet‘in uluslararası alanda bu denli güçlü bir konuma gelmesi, sadece doğru gazetecilik pratiğiyle değil, aynı zamanda yerel kültürleri ve toplumsal yapıları doğru okuma becerisiyle de mümkün olmuştur. Demirkent’in Avrupa’daki Türk toplumu ile olan etkileşimi, gazetenin farklı coğrafyalarda bir kültürel köprü işlevi görmesini sağlamıştır.

Ancak, günümüzde gelinen noktada, Hürriyet’in bu yükselişinin gerisinde bırakılan önemli değerlerin ve stratejilerin yokluğu acı bir şekilde hissediliyor. Avrupa baskılarının durdurulması, Hürriyet‘in eskiden sahip olduğu etkiyi büyük ölçüde kaybetmesine neden olmuş gibi görünüyor. Yeni yönetimlerin, özellikle gazetenin iç ve dış stratejilerini belirlemede yetersiz kalması, gazetenin eski gücünden çok uzak bir konumda olmasına yol açtı. Boğaziçi’ndeki o eski “amiral gemisi”nin yerini, bugün Haliç’te bir “sandal” almıştır. Bu da Türk basını için büyük bir kayıptır.

Hürriyet’in Avrupa’daki etkinliğinin yavaş yavaş erimesi, gazeteciliğin günümüz koşullarındaki dönüşümüne de dikkat çekiyor. Hürriyet gibi köklü bir gazetenin uluslararası alandaki etkisini sürdürebilmesi için, yerel haberlerin ön plana çıkması ve yerel topluluklarla olan bağların daha da güçlendirilmesi gerektiği aşikar. Ne yazık ki, bu stratejinin terk edilmesi, gazetenin özgünlüğünü kaybetmesine yol açtı.

Bunun yanı sıra, Hürriyet’in bugünkü durumu, sadece içerik ve haber anlayışıyla değil, gazeteciliğin genel olarak nasıl bir dönüşüm yaşadığına da işaret ediyor. Hürriyet, geçmişteki başarılı dönemlerinde, gazeteciliği yalnızca bir meslekten çok, bir yaşam biçimi olarak benimsemişti. Bu işin mutfağında olan her bir kişi, sadece haber yapmakla kalmıyor, toplumun bir parçası olmayı da biliyordu. Ancak şimdi, medya dünyasında yaşanan dijitalleşme, hızla değişen okur beklentileri ve ticari baskılar, geleneksel gazeteciliği tehdit ederken, Hürriyet’in de bu değişime ayak uyduramamış olması, eski görkemli günlerinin çok gerisinde kalmasına neden oldu.

Sonuçta, Hürriyet‘in 1 Şubat’ta Avrupa baskılarının sona erecek olması, yalnızca bir gazetenin kapanışı değil, Türk gazeteciliğinin bir dönüm noktasını, basının geçmişteki etkisini kaybetmeye başladığını da simgeliyor.
Geçmişteki gazetecilerin mirası, hâlâ örnek alınması gereken bir düzeyde duruyor. Yine de, ne yazık ki bugünün gazeteciliği, o heyecanı ve yenilikçi ruhu bir türlü bulamıyor. Hürriyet‘in Avrupa’da yayımlandığı dönemde, yalnızca bir gazete değil, Türk toplumunun sesi, yurtdışındaki kimliğinin ve aidiyetinin teminatıydı. Şimdi ise, tarihsel bir kayıp olarak hatırlanacak.

Kimler yoktu ki o zamanki Hürriyet’in yurt dışı kadrosunda. Üstte fotoğrafını göreceğiniz o kadrodaki isimleri hatırlayanlarınız olacaktır:
Ayaktakiler: Yılmaz Övünç, Korkut Pulur, Yalçın Bingöl, İsmail Atlı, Ertuğrul Akçaylı, Nezih Akkutay, Ertuğ Karakullukçu (Yurt dışı Baskılar Müdürü) Şener Apaydın, Mine Çokbilir, Suat Türker (Köln), Çetin Emeç (Genel Yayın Müdürü), Mehmet Demirel (İtalya), Yıldız Kafkas (İsveç), Erdinç Ispartalı (İsviçre), Rodolfo Bella (İtalya), Şerif Sayın (Belçika) Metin Doğanalp (Stuttgart), Sait İşler, İlhan Karaçay (Benelux), Tuğrul Cebeci, Ahmet Külahçı, Orhan İnci.
Oturanlar: Nusret Özgül (Belçika) Kamil Yaman (Avusturya-Berlin-Frankfurt), Ziya Akçapar (Yunanistan), Faruk Zapcı (İngiltere), Tevfik Dalgıç (İrlanda), Serdar Koçak (Münih), Ziya Melikoğlu (Düsseldorf), Ayhan Aydın (Berlin), Adnan Celepoğlu (sonradan Atik soyadını aldı), Abdullah Anapa (Stuttgart)

Özlemlerim ve hatıralarım arasında kaybolduğumda, eski kadromuzu düşündükçe çok hüzünleniyorum. O zamanlar birbirine inanılmaz bağlı, tutkulu bir ekiptik. Her birimiz, gazetenin bir parçası olmanın gururuyla çalışıyorduk. İddia ediyorum, o kadro bugün burada olsaydı, tüm dijital dönüşüm rüzgarlarına rağmen, bu gazetenin tirajını hâlâ yüz binlerde tutardık. Çünkü o kadar güçlüydük, o kadar inançlıydık. Bu işin sadece bir gazete basmak değil, bir toplumu yönlendirmek, insanlara değer katmak olduğu inancıyla her şeyin içindeydik.

Hürriyet’in Hollanda ekibi: Öndeki sıra soldan sağa: Telat Sağıroğlu (Haarlem), Turan Gül (Rahmetli oldu-Zaandam), Ünal Öztürk Yasemin Öztürk (Büro menajeri), İlhan Karaçay ( O zamanki kaptan) ( ??? ), Adil Aracı (Den Haag), Mustafa Koyuncu (Arnhem), Ergür Dinçkal (Deventer), Muhlis Ayboğan (Venlo),
Orta sıra soldan sağa:
Ahmet Denk (Rotterdam-Rahmetli oldu), Kemal Özen, Hüseyin Torunlar (Zwolle-rahmetli oldu),
(Leiden?), Nizam Sunguroğlu, Ramazan Ardıç, (Heerlen?)
Arka sıra soldan sağa:
Yahya Yiğittop, Necati Çavuşğlu (Utrecht), Şenol Ocaklı (Hoorn), ( ?), Ali Esmer,

O eski ekibin o dinamizmi, enerjisi ve kalitesi; her şeyin dijitalleştiği şu çağda bile, gazetenin tirajını ve etkisini yukarıya taşıyabilecek bir güçtü. Gerçekten, eski kadro ile her şey farklı olurdu. Şimdi, zaman değişti belki, ama o zamanların ruhunu hep hatırlayacağım. O ekiple her şey mümkündü.

Değerli Okurlarım,
Biraz altlarda, Hürriyet Avrupa baskılarının nasıl başladığını ve nasıl geliştiğini, nasıl yönetildiğini sizlere yeniden sunacağım.

Devamını Oku

HEREKE HALISI YENİDEN LAHEY’DE: BARIŞ SARAYI’NDAKİ TARİHSEL DOKUYA TÜRK İMZASI 3

HEREKE HALISI YENİDEN LAHEY’DE: BARIŞ SARAYI’NDAKİ TARİHSEL DOKUYA TÜRK İMZASI 3
0

BEĞENDİM

ABONE OL

180 yıldır sarayları renklendiren fabrika: Hereke halı dokuma fabrikası

Kocaeli‘de 1843 yılında kurulan Osmanlı emaneti “Hereke Fabrika-i Hümayunu” dokuma fabrikası, 180 yıldır adından söz ettiriyor. Özel olarak milli saraylara dokunan ipek halılar, metrekaresindeki 1 milyon düğümü ve Osmanlı dönemindeki desenleriyle göz kamaştırıyor. El emeği göz nuru halıları dokuyan kadınlar, bir halıyı en az bir yılda bitiriyor.

Körfez ilçesine bağlı Hereke bölgesinde, 1843 yılında iki kardeş tarafından geniş bir atölye olarak kurulan fabrika, 1845 yılında Osmanlı Devleti‘nin sanayi atılımları ile saraya bağlandı. 1845 yılından sonra, “Hereke Fabrika-i Hümayunu” ismiyle faaliyetini sürdürmeye başlayan fabrikada, ilk olarak sarayların perdelik ile döşemelik talebi karşılanırken, daha sonra halı da dokunmaya başladı.

Osmanlı’nın değerli kurumları arasında yer alan ve imparatorluk yaşantısını renklendiren Hereke Fabrika-i Hümayunu, 19. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da bir markaya dönüştü. Prestijli bir marka haline gelen fabrikanın ürünleri, çeşitli ülkelerde de ödüllere layık görüldü.

Hereke Fabrika-i Hümayun da birçok halı dokundu. Bunlardan en devasa olan Sultan II. Abdülhamit döneminde Alman İmparatoru Kaiser II. Wilhelm’in ziyareti vesilesiyle 1897 tarihinde Yıldız Şale Köşkü Muayede Salonu için yaptırılan 468 metrekare boyutunda, 3 ton ağırlığındaki halıydı. Ayrıca Beyler Beyi Sarayı Mavi Salonu, Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu, Lahey Yüksek Adalet Divanı ve Beyaz Saray‘ında bulunan halılarda Hereke Fabrika-i Hümayun’da dokundu. 180 yıldır faaliyetini sürdüren, şu anki ismiyle Hereke İpekli Dokuma ve Halı Fabrikası’nda hala milli saraylara halı dokumaya devam ediyor.
Hereke halısının özelliği, ilmeği, çift düğüm olması, iplik özelliği ve sağlamlığıdır

19. Yüzyıl Osmanlı Halıcılık Eğitiminde Hereke Fabrika-i Hümayunu Modeli

Türk halı sanatının Osmanlı dönemi, Altaylardan Anadolu’ya uzanan tarihî süreci ve kültürel birikimi yansıtır. Bu bağlamda devletin ilk dört yüz yıl boyunca devam eden yükselişine paralel olarak, hah sanatı gelişme göstermiş ve çeşitliliği artmıştır. Ancak Batı dünyasında bilim ve tekniğe dayalı olarak gelişen yeni medeniyet, her alanda olduğu gibi Osmanlı sanatlarını da zor durumda bıraktı. Bilhassa sanayi devrimi ile dokumacılık sektörü yeni bir sürece girdiği için, Osmanlı halıcılığı derinden etkilendi. Bu sebeple, 19. yüzyılda sürdürülen modernleşme çabalarına dokumacılık da dâhil edildi. 1843’de Hereke’de açılan fabrika ile dokuma ve hah sanayi teşekkül ettiği gibi, zamanla sektör açısından bir eğitim merkezi hâline geldi. Yürütülen çabalar neticesinde taşrada birçok halıcılık merkezi ortaya çıktı. Verimliliğini yitiren bazı eski merkezler ihya edildi. Kız Sanayi Mektepleri ile Kız Rüştiyelerinde yapılan halıcılık eğitimi desteklendi. Ayrıca halıcılık sanatında başarılı ve üstün hizmetleri olan kimselere, hükümet tarafından Sanayi Madalyası verildi. Böylece Hereke Fabrika-i Hümayunu merkez alınarak, öğrencilere, erişkinlere, özel teşebbüs personeline halıcılık eğitimi veren, kaliteyi artıran ve istihdam imkânı yaratan bir model oluştu.

BARIŞ SARAYI’NIN HİKÂYESİ

Uluslararası Adalet Divanı, Birleşmiş Milletler‘in başlıca yargı organıdır. Uluslararası Adalet Divanı’nın merkezi Hollanda‘nın Lahey kentindedir. Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi’nden seçilen 15 yargıçtan oluşur. Yargıçlar değişik ülkelerden seçilir, böylece dünyadaki değişik hukuk sistemlerinin temsil edilmesi amaçlanır.

Divanın yetki alanı, bir uluslararası uyuşmazlıkta taraf olan ülkelerin kendisine getirdikleri davalar ile BM Antlaşması‘nda ya da yürürlükteki uluslararası antlaşmalarda özellikle öngörülmüş konuları içine alır. Uluslararası Adalet Divanı Statüsü, BM Antlaşması’nın (BM Şartı) ayrılmaz bir parçasıdır ve Adalet Divanı’nın çalışma esaslarını belirler.

Saray’da, Daimi Tahkim Mahkemesi, Birleşmiş Milletler Uluslararası Adalet Divanı, Lahey Uluslararası Hukuk Akademisi ve Barış Sarayı Kütüphanesi bulunuyor.

Daimi Tahkim Mahkemesi

Bir anlaşmazlığı tahkim yoluyla çözmek isteyen taraflar Daimi Tahkim Mahkemesine (PHA) başvurabilirler. PHA’ya sunulan anlaşmazlıkların çoğu en az bir eyaleti içerir. Ancak uluslararası kuruluşlar, şirketler ve kişilerle olan uyuşmazlıklar da ileri sürülebilir. Çoğu durumda, her iki tarafın da bir hakem atadığı üç üyeli bir mahkeme kurulur ve bu hakemler birlikte bir başkan atar. Böylece oluşturulan mahkeme dava hakkında karar verir. Taraflar ayrıca kararlaştırılacak hukuki meseleyi, kullanılacak dili ve gizlilik derecesini birlikte belirler. Hakemlerin kararları her durumda tarafları bağlar. PHA ayrıca arabuluculuk gibi bağlayıcı olmayan uyuşmazlık çözümü biçimleri sunar.

Uluslararası Adalet Mahkemesi

Uluslararası Adalet Divanı (IGH), Birleşmiş Milletler’in (BM) ana yasal organıdır ve iki yönlü görevi vardır.

Birincisi, devletler tarafından getirilen uyuşmazlıkları uluslararası hukuka uygun olarak çözer. Uyuşmazlıklar temel olarak kara ve deniz sınırları, toprak egemenliği, güç kullanımı, uluslararası insancıl hukukun ihlali, devletlerin iç işlerine karışmama, diplomatik ilişkiler, rehin alma, sığınma hakkı, tabiiyet, vesayet, geçiş hakları ile ilgilidir. ve ekonomik haklar.

İkinci olarak, BM organları ve bunu yapmaya yetkili uzman kuruluşlar tarafından sunulan hukuk meseleleri hakkında istişari görüşler yayınlar. Görüşler, bu kurum ve kuruluşların hukuka uygun olarak nasıl işleyebileceklerini veya inatçı devletler karşısında otoritelerini nasıl güçlendirebileceklerini gösterebilir.

Uluslararası Adalet Divanı, farklı ülkelerden 9 yıllığına seçilen ve yeniden seçilebilen 15 yargıçtan oluşur. Mahkeme üyelerinin üçte biri her üç yılda bir seçilir. Başkan, her üç yılda bir akranları tarafından seçilir. Mahkemenin şu anki Başkanı ABD’den Joan E. Donoghue’dur. Mahkeme duruşmaları her zaman halka açıktır. Fransızca ve İngilizce, Mahkemenin daimi dilleridir.

Uluslararası Adalet Divanı (ICJ)

Teşkilatın Amacı:

Birleşmiş Milletler’in ana organlarından biri olan Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD/ICJ) temel görevi, devletlerce önüne getirilen uyuşmazlıkları uluslararası hukuka uygun olarak çözmektir. Divan ayrıca, BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi ile Genel Kurulun yetkili kıldığı BM’nin diğer organları ve uzmanlık kuruluşları tarafından talep edilen konularda tavsiye görüşü verebilmektedir.

Kuruluş Tarihi:1945Merkezi: Lahey

Türkiye’nin Üyelik Durumu:

BM üyesi devletler, BM Antlaşması uyarınca ipso facto (kendiliğinden) UAD Statüsüne de taraf oldukları için, UAD önündeki davalara da taraf olabilmektedirler. Türkiye, UAD’nin zorunlu yargı yetkisini kabul etmemektedir.

Devamını Oku

HEREKE HALISI YENİDEN LAHEY’DE: BARIŞ SARAYI’NDAKİ TARİHSEL DOKUYA TÜRK İMZASI 2

HEREKE HALISI YENİDEN LAHEY’DE: BARIŞ SARAYI’NDAKİ TARİHSEL DOKUYA TÜRK İMZASI 2
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bir santimetrekarede 500 düğümle dokunan bu halılar, yalnızca estetik açıdan değil, üretim sürecindeki emeğin yoğunluğu ve sanatsal detaylarıyla da olağanüstü bir zanaatkârlık örneği sunuyor. Lale, karanfil, sümbül gibi çiçek motiflerini barındıran bu halılar, Türk kültürünün zarafetini dünyaya taşıyor.

COĞRAFİ İŞARET VE KORUMA

1996 yılında Sümer Holding tarafından, Anadolu’da dokunan birçok geleneksel halı türü gibi, Hereke halısı da coğrafi işaret patentiyle tescillendi. Bu adım, halının kültürel miras olarak korunması açısından önemli bir dönüm noktasıydı. Ancak, ilerleyen yıllarda yaşanan yapısal değişiklikler ve çeşitli özelleştirme politikaları, bu koruma çabasını sekteye uğrattı.

DEĞİŞEN KOŞULLAR VE BUGÜNKÜ ÜZÜCÜ DURUM

2008 yılında Hereke belediyesinin kapatılması ve Sümerbank’ın tasfiyesi gibi gelişmeler, Hereke halıcılığını derinden etkiledi. Geleneksel üretim atölyelerinin sayısı hızla azaldı ve günümüzde bu sayı 10’un altına düştü. Bununla birlikte, uluslararası rekabetin etkisiyle bu durumu fırsata çeviren Çin, Zhenping ilçesinde “Hereke Sanayi Bölgesi” kurdu.
Etiketlerine “Made in Hereke” yazarak, halı üretmeye başlayan Çin, Türkiye halı pazarının yüzde 90’ını ele geçirdi.

Bu yanlış politikalar nedeniyle, Çin’le başa çıkamayan yerli halıcılar, Çin’e gittiler ve orada fabrikalar açtılar. Türklerin, Çin’de ürettikleri çakma Hereke’leri, yerli Hereke’ymiş gibi Türkiye’de satmaya başlamaları nedeniyle, hem markanın hem de kültürel mirasın, küresel ölçekte zarar görmesine neden oldu.

HEREKE’NİN YENİDEN KEŞFİ

Tüm bu olumsuzluklara rağmen, Hereke halısının geleneksel üretim teknikleriyle korunması ve yeniden canlandırılması için çeşitli çabalar devam ediyor. Örneğin, 114 yıllık bir Hereke halısı, kapsamlı bir restorasyon sürecinden geçerek Hollanda’daki Lahey Barış Sarayı’na geri döndü. Bu süreç, Türk zanaatkârlığının uluslararası arenada hâlâ önemli bir yer tuttuğunu gösteriyor.

Hereke halısı, yalnızca bir zanaat ürünü değil, aynı zamanda Türk tarih ve kültürünün bir sembolüdür. Bugün, bu mirasın korunması ve gelecek nesillere aktarılması için atılacak her adım, sadece ulusal değil, aynı zamanda evrensel bir kültürel değer yaratma sorumluluğunu da taşıyor.

                             *****************************************

HALININ TÜRKİYE’YE TAŞINIŞ ÖYKÜSÜNÜ ŞÖLE YAZMIŞTIM:

LAHEY YÜKSEK ADALET DİVANI’NDAKİ
TÜRK HALISININ HİKÂYESİ…

*Türk-Yunan anlaşmazlığı davasına bakan ve yetkisizlik kararı veren Yüksek
Adalet Divanı’ndaki Türk halısını 50 yıl önce fotoğraflamıştım.

*112 Yıl önce Osmanlı tarafından hediye edilen halı, tarafların anlaşması ile
restore edilmek üzere Türkiye’ye götürüldü.

*Hollandalılar’ın ‘Barış Sarayı’ (VredesPalais) diye adlandırdıkları sarayda
dört kuruluş yer alıyor.

Bizim, “Lahey Yüksek Adalet Divanı” olarak söz ettiğimiz “Barış Sarayı”na, Hollandalılar “VredesPleis” diyorlar. Bu yeri ilk gördüğüm an, 50 yıl kadar öncesine dayanıyor.
O yıl, Türkiye ile Yunanistan arasındaki deniz sahanlığı ihtilafı, “Yüksek Adalet Divanı”a taşınmıştı.

Güvenlik Konseyi, uyuşmazlığa taraf olan Türkiye ve Yunanistan arasında bir tercih yapmaktan kaçınmış, bir yandan tarafların uyuşmazlığı doğrudan görüşmeler yoluyla çözmeleri önerilirken, diğer taraftan da, uyuşmazlığın giderilebilmesinde, Uluslararası Adalet Divanı’nın olası katkılarını dikkate almaya davet etmişti.

O zamanlar tüm dünyada sitayişle söz edilen “Barış Sarayı”nda, görenlerin gözlerini kamaştıran kocaman bir halı dikkat çekiyordu. İşte orada, bu halının Osmanlılar tarafından hediye edilmiş olduğunu öğrenmiştim. Türk-Yunan davasının önemi yanında, böylesi dünyaca ünlü bir yerdeki Türk halısının mevcudiyeti benim için çok önemliydi.
Malumdur, o zamanlar “Haber atlatma” yarışı revaçtaydı. O halının fotoğrafını çektikten sonra Hollanda’nın ANP Ajansına gitmiş ve fotoğrafımın Hürriyet gazetesine telefoto ile gönderilmesini sağlamıştım. Ertesi günkü Hürriyet’in manşet başlığı “Türk-Yunan” davası değil, Barış Sarayı’ndaki Türk halısı idi.
Böylesi ilginç bir halı hikâyesi, Hürriyet’te birkaç gün konu olmuş ve nasibimize düşen övgüleri kazanmıştık.

50 YIL SONRA

İşte o halının hikâyesi, bu kez 50 yıl sonra yeniden gündeme geldi.
Halının hikâyesi aslında daha eskiye, yani 112 yıl öncesine dayanıyor.
112 Yıl öncenin yılı 1911 idi.
Lahey’deki Barış Sarayı inşa edilirken, 1907 yılında devletlere yapılan katkı çağrısı üzerine, 1911’de Osmanlı İmparatorluğu tarafından, kocaman bir Hereke halısı hediye edilmişti.
Şimdi, restore (tadilat) edilmesi için Türkiye’ye gönderilen halı hakkında, Lahey Büyükelçimiz Selçuk Ünal şunları söyledi:

Hollanda Krallığı’na armağan edilen ve 112 yıldır Barış Sarayı’nı süsleyen Hereke Halısı, restorasyon amacıyla geçici bir süre için ülkemize gidiyor. Barış Sarayı’nın yönetimini deruhte eden Carnegie Vakfı ile Kültür ve Turizm Bakanlığımız arasında imzalanan Protokol uyarınca, Türkiye dışındaki en büyük olduğu düşünülen, 160 m2 boyutunda ve 700 kg ağırlığındaki Hereke halısı, restorasyon işlemlerine başlanması Barış Sarayı’ndan çıkarıldı.”

Halının, Barış Sarayı’nda sayısız müzakerelerin sürdürüldüğü Japon Odası’ndan çıkarılması töreninde, Büyükelçi Selçuk Ünal, Hollanda Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’den de sorumlu Avrupa Direktörü Erik Weststrate ve Carnegie Vakfı Direktörü J.P.H. Donner de hazır bulundu.

Büyükelçi Selçuk Ünal, Hereke halısının Barış Sarayı’ndan çıkarılarak kamyona yüklenmesi sırasında düzenlenen belgesel çekimine de, Hollanda Dışişleri Bakanlığı Avrupa Direktörü Erik Weststrate ve Carnegie Vakfı Direktörü J.P.H. Donner ile katıldı.

Büyükelçi Selçuk Ünal şöyle devam etti: “Ecdadımızın 1907’deki davete icabetle 1911’de armağan ettiği tarihi Hereke halısı 112 yıldır, sayısız önemli barış antlaşması, müzakere ve görüşmeye şahitlik etti. Aslında, tek başına, yalnız ve hüzünlü, 112 yıl tarihe tanıklık etti.
Ecdadımızın uluslararası barışa desteğini o tarihte uzun vadeli bir öngörüyle ve bu şekilde göstermiş olması, bugün hepimiz için önemli bir mesajdır. Hereke halısı, bir İmparatorluktan diğer bir İmparatorluğa hediye edilirken düşünüldüğü gibi, bugün de yarın da Türk-Hollanda dostluğunun ölümsüz nişanelerinden birini teşkil edecektir. İnsanlar yaşadıkça ve insanlık yaşadıkça, buradan sonsuzluğa kadar uluslararası dostluk ve barış mesajını verecektir.”

İşte, hepimizi onurlandıran ve bundan sonraki gelişmeler ile bizi onurlandırmaya devam edecek olan Hereke Halısı’nın hikâyesi böyle. Ama tabii ki ‘Hereke Halısı’ deyip geçemeyiz.
İntihal (aşırma) yapmayacağım ama, Google Amca’da yaptığım araştırmada bakınız bu konuda ne buldum.
(Bunun arkasından, ‘Barış Sarayı’ hakkında da bilgi vereceğim)

Devamı yarın..

Devamını Oku