17 Kasım 2025 Pazartesi
Torunum Esra, “İlham veren girişimcilik”, “İnsanları buluşturan platformlar” ve “Şirketlerin dijital gücünü büyütmek” gibi yeni iş alanlarında faaliyet gösteriyor.
Fadime Örgü, Hollanda’nın en yüksek Nişan Kurulu’na atandı.
Günay Uslu, ‘iş mükemmelliğinde en değerli ödül’e layik görüldü
Göçmen torunları Hollanda’ya değer katıyor…
Hollanda’da yaşayan üçüncü ve dördüncü nesil yabancı kökenliler, artık yalnızca “misafir işçi torunları” olarak değil, başarı hikâyeleriyle parmak ısırtan, kıskandıran, övünülecek bir konuma gelmiş durumdalar.
Bir zamanlar yalnızca ağır sanayide, temizlikte veya ulaşımda işçi olarak bilinen göçmen çocukları ve torunları, bugün iş dünyasında, siyasette, sporda ve sanatta kendilerine sağlam yerler edinmiş bulunuyorlar.
Kimi iş dünyasında şirketler kuruyor, kimi spor sahalarında şampiyonluk kazanıyor, kimi siyasette önemli makamlara yükseliyor, kimi de sanatın farklı dallarında Hollanda’ya değer katıyor.
Torunum Esra, “İlham veren girişimcilik”, “İnsanları buluşturan platformlar”
ve “Şirketlerin dijital gücünü büyütmek” gibi yeni iş alanlarında faaliyet gösteriyor.
Gazetecilik, hatır gönül için övgü yazmak ya da kin ve öfke için yergi kaleme almak değildir. Bu mesleğin özü, gerçeği olduğu gibi aktarmaktır. Ben de meslek hayatım boyunca bu çizgiden hiç ayrılmadım. Hak edeni övdüm, gerektiğinde eleştirilmesi gerekeni eleştirdim; ama hiçbir zaman kişisel duygularımı kalemime taşımadım. Yazdıklarımda tek dayanağım, kamuya karşı duyduğum sorumluluk oldu.

Okumakta olduğunuz haberde, torunum Esra’dan söz ederken de aynı anlayışla hareket ediyorum. Onun başarılarını dile getirmek, sadece bir dedenin gurur anı değildir. Aynı zamanda bir gazeteci olarak, yeni nesillerimizin hangi ufuklara yelken açabildiğinin somut bir örneğini sunmaktır. Esra’nın hikâyesi, bir ailenin sevincini aşarak, göçmen kökenli gençlerimizin toplumda nasıl değer ürettiklerinin de en güzel göstergesidir.
GURUR VERİCİ NESİLLER
Hollanda’da üçüncü ve dördüncü nesil yabancı kökenliler, artık yalnızca göçmen hikâyeleriyle değil, başarı öyküleriyle de anılıyor. İşte bu öykülerden üçünü sizlere sunuyorum. Beni bağışlarsanız, ilk önce, kızım Vahide’den doğma torunum Esra’nın hikâyesini anlatmak istiyorum.
Esra’nın hikâyesi, sadece bir aile gururu değil; göçmen kökenli gençlerin neler başarabileceğinin de en güzel kanıtıdır.
ESRA, YARATICI GİRİŞİMCİ VE İLHAM KAYNAĞI

Henüz 24 yaşında olan Esra, Hollanda’nın Almere kentinde yaşayan, kısa sürede büyük bir çıkış yapan genç bir girişimci. Onun hikâyesi, yalnızca ailesini değil, geniş toplum kesimlerini de gururlandırıyor.
Esra’nın başarısı, üç farklı girişimle somutlaşıyor:
*The Outcast Box: İnsanları buluşturan ve ilham veren bir platform,
*Esra’s Vision: Şirketlerin dijital dünyada büyümesine yardımcı olan bir ajans,
*Soulful Babes: Kadınlara içsel güç kazandırmayı amaçlayan bir girişim.
THE OUTCAST BOX: KALABALIKLARI TOPLAYAN BULUŞMALAR

Esra (Şapkalı) Toplantılarına katılan kalabalık gruplar içindeki bir müşterisi ile mülakat yapıyor.
Esra’nın kurduğu The Outcast Box(İnsanları Buluşturan Platform), kısa sürede büyük ilgi görmeye başladı. Başlangıçta küçük bir çevreye hitap eden etkinlikler, bugün salonları dolduruyor. İnsanlar burada hem ilham alıyor, hem de kendi potansiyellerini fark ederek harekete geçiyor.
Esra’nın toplantıları, yalnızca sohbet ve paylaşım değil; aynı zamanda ruhu besleyen, katılımcıları cesaretlendiren, hayallerini somutlaştırmaya yardımcı olan birer okul niteliğinde. Bu yönüyle, uluslararası çapta tanınmış kişisel gelişim platformlarıyla kıyaslanıyor.
ESRA’S VISION: ŞİRKETLERİN GÖZÜ KULAĞI

Esra’nın ikinci girişimi ‘Esra’s Vision’ şirketlerin dijital gücünü büyütüyor ve markaların dijital alandaki ihtiyaçlarını karşılıyor. Burada en önemli faaliyetlerinden biri, tanıtım / reklam klipleri hazırlamak.
Bugün birçok firmanın reklam filmi onun imzasını taşıyor. Esra yalnızca kamera arkasında değil, aynı zamanda içerik stratejisi, sosyal medya yönetimi ve reklam kampanyalarıyla da şirketlerin dijital gücünü büyütüyor.
Artık birçok marka, sosyal medyadaki görünürlüğünü onun çalışmaları sayesinde artırıyor. İşin güzel yanı, Esra bu yoğun tempoyu tek başına yürütmüyor; yanında iki kişilik bir ekibi var. Bu sayede her iş, profesyonelce ve sistemli şekilde yönetiliyor.
SOULFUL BABES: KADINLARA İÇSEL GÜÇ
Üçüncü girişim olan Soulful Babes (Kadınlara içsel güç kazandırmaya) odaklanıyor.
Esra, düzenlediği atölye ve birebir koçluk çalışmalarıyla kadınların kendilerini daha iyi tanımalarını, özgüven kazanmalarını ve hayallerine yürümelerini sağlıyor.
Programlarına katılan kadınlar, Esra sayesinde hayatlarına yeni bir yön verdiklerini, daha olumlu düşündüklerini ve kendilerini güçlü hissettiklerini ifade ediyorlar.
ÇOK YÖNLÜ BİRİKİM VE NET BİR MİSYON
Esra, Hollanda’nın Almere kentinde yaşayan yaratıcı bir girişimcidir. The Outcast Box adlı girişimin kurucusudur. Bu platform; koçluk, ilham verme ve kişisel gelişim alanına odaklanmaktadır. Pazarlama ve video prodüksiyonu alanındaki geçmişi sayesinde ilham verici içerikler üretmekte ve toplum içinde ilgi gören spiritüel buluşmalar düzenlemektedir.
Esra, Amsterdam Uygulamalı Bilimler Üniversitesi’nde (Hogeschool van Amsterdam) eğitim görmüş, burada dijital medya ve pazarlama alanındaki becerilerini geliştirmiştir. Başkalarına yardımcı olma ve kişisel gelişimi destekleme tutkusu, The Outcast Box’taki çalışmalarında açıkça görülmektedir.
Profesyonel çalışmalarının yanı sıra Esra, sosyal medyada da aktif olarak yer almakta; kişisel gelişim ve spiritüellik üzerine paylaştığı deneyim ve görüşleriyle büyüyen bir topluluğa ilham vermektedir.
Esra’nın yolculuğu tesadüf değil. Daha önce müşteri temsilciliği, uygulamalı psikoloji ve NLP (Nöro-Dilsel Programlama) eğitimi aldı. Tüm bu birikimlerini iş hayatında bilinçli şekilde kullanıyor.
Onun misyonu ise çok net:
“İnsanlara ilham vermek, onların gücünü ortaya çıkarmalarına yardımcı olmak ve büyük hayaller kurmaları için cesaretlendirmek.”
…VE DİĞER İKİ BAŞARI ÖYKÜSÜ

Hollanda’da başarıya ulaşmış pek çok işçi çocuğumuz vardır.
Dikkat ederseniz, sorulduğu zaman, kendisini işçi çocuğu yerine ‘expat’ olarak tanımlamayı tercih edenler değil; iş göçüyle gelenlerin torunlarıdır sözünü ettiğim kişiler.
Birinci nesil, binbir meşakkat ile çocuklarını buraya yerleştirmiş, eğiterek büyütmüş kıymetli insanlarımızdır. İkinci ve üçüncü nesilden binlerce iş insanı olmuştur.
Yakında KADIN Dergisi’nde yayımlanacak olan, 500 Ünlü Türk Kadını ve 500 Başarılı Türk kadını içinde niceleri vardır.
Benim torunum Esra da bunlardan sadece biridir.
Esra ve çalışmalarına dair daha fazla bilgi almak için sosyal medya hesaplarını takip edebilir veya internet sitesini ziyaret edebilirsiniz.
Linked-in: Esra Mohamed
E-mail: Esra-mohamed@hotmail.com
FADİME ÖRGÜ, HOLLANDA’NIN EN YÜKSEK NİŞAN KURULUNA ATANDI

Türk kökenli eski milletvekili ve medya profesyoneli Fadime Örgü, Hollanda Krallığı’nın en prestijli kurullarından biri olan ‘Kapittel voor de Civiele Ordene’ üye olarak atandı. Hollanda Bakanlar Kurulu, İçişleri ve Krallık İlişkileri Bakanlığı’nın önerisi üzerine Örgü’nün bu göreve getirilmesine karar verdi. Resmî açıklamaya göre atama 15 Kasım 2025 tarihinde yürürlüğe giriyor. 
Kanselarij der Nederlandse Orden tarafından yayımlanan duyuruda, Örgü “yönetici ve bağımsız (medya) girişimci” kimliği ile tanıtılıyor. Metinde, 2007’den bu yana bağımsız medya girişimcisi olarak çalıştığı, aynı zamanda gazeteci, yönetici ve çeşitli kurumlarda denetim kurulu üyesi olduğu belirtiliyor. Örgü, şu anda Hoogheemraadschap van Delfland adlı su idaresinin genel kurulunda görev yapıyor ve kamu kurumlarında çeşitli denetim görevleri yürütüyor.
Fadime Örgü, yeni görevi ile ilgili yaptığı kısa değerlendirmede şunları söylüyor: “Kalbini ve ruhunu başkaları için ortaya koyan insanların takdir edilmesine katkıda bulunmak büyük bir onur.”
Kapittel Başkanı eski bakan Ank Bijleveld ise, Örgü’nün atanmasından duyduğu memnuniyeti dile getirerek, farklı alanlardaki birikimi sayesinde kraliyet nişanlarının daha geniş bir kesim tarafından tanınmasına katkı sağlayacağını vurguluyor.
Bijleveld, Örgü’nün çok yönlü geçmişi sayesinde, bugün henüz bu imkânı düşünmeyen birçok kurumun da gönüllüleri için kraliyet nişanı önermeye teşvik edilebileceğini belirtiyor.
Resmî açıklamada, Fadime Örgü’nün bu görevde Joan Leemhuis Stout’un yerini aldığı ve Leemhuis Stout’un, iki dönemlik azami sekiz yıllık hizmetinin ardından kuruldan ayrıldığı da hatırlatılıyor.
KARAMAN’DAN HOLLANDA SİYASETİNE UZANAN YOL
1968 yılında Karamanda doğan Fadime Örgü, dört yaşındayken işçi olarak Hollanda’ya gelen babasının yanına taşınarak ailesi ile birlikte bu ülkeye yerleşti. Rotterdam ve Kiel’de Almanca ve İngilizce eğitimi aldı, ardından Tilburg Üniversitesi’nde dilbilimi okudu.
Örgü, meslek hayatına Hilversum’da televizyon gazetecisi olarak başladı. Daha sonra Hollanda İslam Yayın Kurumu’nda çalıştı ve çeşitli vakıf ve derneklerde yöneticilik yaptı.
Siyasete VVD saflarında giren Örgü, 1998–2002 ve 2003–2006 dönemlerinde Hollanda Temsilciler Meclisi’nde (Tweede Kamer) milletvekilliği yaptı. Mecliste özellikle medya politikası, gençlik politikası, çocuk bakımı ve turizm gibi alanlarda sözcülük üstlendi.
Parlamentodaki görevinin ardından Örgü, kamu ve sivil toplum alanında çeşitli yönetim ve denetim görevleri üstlenmeye devam etti. Bugün hem su idaresindeki seçilmiş görevi hem de sağlık başta olmak üzere farklı alanlardaki denetim kurulu üyelikleri ile tanınıyor.
KAPITTEL VOOR DE CIVIELE ORDEN NEDİR?
Hollanda’nın Kraliyet Nişanları Sistemi içinde çok özel bir yeri olan Kapittel voor de Civiele Orden, Kraliyet Nişanı verilmesi için yapılan tüm başvuruları inceleyerek hükümete tavsiye veren organdır. Kapittel üyeleri, Hollanda Aslanı Nişanı ve Oranje Nassau Nişanı gibi ülkenin en yüksek sivil onurlarına ilişkin dosyaları tek tek değerlendirir ve hangi adayın hangi nişanı, hangi derecede hak ettiğine dair görüş bildirir.
Kapittel’in görüşleri, hükümet açısından son derece bağlayıcıdır. Bir Bakan bu tavsiyeden ayrılmak isterse, bunun için güçlü gerekçeler sunmak zorundadır. Görüş ayrılığı sürerse, nihai kararı Bakanlar Kurulu verir. Bu nedenle Kapittel üyeliği, hem devlet nezdinde hem de toplum gözünde büyük bir prestij ve güven gerektiren bir görev olarak kabul edilir.
Fadime Örgü’nün bu kurula atanması, hem Hollanda’da Türk kökenli siyasetçilerin ulaştığı konumu hem de yıllardır süren medya, siyaset ve kamu yönetimi deneyiminin, devlet tarafından takdir edildiğini gösteren önemli bir adım olarak değerlendiriliyor.
GÜNAY USLU, ‘İŞ MÜKEMMELLİĞİNDE EN DEĞERLİ ÖDÜLÜ’NE LAYIK GÖRÜLDÜ

Hollanda’da siyasetten kültüre, akademiden turizme uzanan başarı öyküsüyle sık sık gündeme gelen Günay Uslu, bu kez iş dünyasının vitrininde yeni bir ödülle sahneye çıktı. Amsterdam Concertgebouw’da düzenlenen ‘15. UBER fCN Jewel Awards’ gecesinde, Corendon’un TCEO’su Günay Uslu’ya, gecenin en prestijli onurlarından biri olan ‘Business Excellence Jewel Award’
(Iş mükemmelliinde en değerli ödül) verildi.
Kurumsal ve bireysel girişimcileri buluşturan FCN (Founders Carbon Network) tarafından organize edilen bu gala, Hollanda iş dünyasında uzun yıllardır, “yılın en parlak liderleri ve girişimcileri”nin sahneye çıktığı bir buluşma olarak biliniyor.
Bu yıl ödüller arasında, sürdürülebilirlik alanındaki çalışmalarıyla öne çıkan isimlere verilen Uber FCN Jewel Award for Female Leadership de vardı.
Aynı gece, Günay Uslu da Corendon’daki yönetim başarısı ve işini büyütürken gösterdiği vizyon nedeniyle, Business Excellence Jewel Award ile onurlandırıldı.
Böylece Uslu, kültür politikalarından sivil toplum çalışmalarına uzanan kariyerinin yanına, iş dünyasında adeta “yılın CEO’su” seviyesinde sayılabilecek bir ödülü daha eklemiş oldu.
AKADEMİDEN SİYASETE, ORADAN CEO KOLTUĞUNA
1972 yılında Haarlem’de doğan Günay Uslu, Türk göçmen bir ailenin kızı.
Kültür bilimleri ve Avrupa kültür tarihi alanındaki eğitiminden sonra Amsterdam Üniversitesi’nde doktora yaparak, “Homer, Troya ve Türkler, Geç Osmanlı İmparatorluğu’nda Miras ve Kimlik (1870–1915)” başlıklı tezini tamamladı ve kültür tarihçisi unvanını aldı.
Uslu, yıllarca Amsterdam Üniversitesi’nde kültür tarihi ve miras politikaları üzerine dersler verdi, Rijksmuseum ve Museum Amsterdam gibi kurumlarla çalışan akademik ve kültürel projelerde yer aldı.
Aile şirketi Corendon ise, Uslu’nun hayatında ayrı bir yere sahip.
Kurucu kardeşi Atilay Uslu ile birlikte 1990’ların sonunda Corendon’un temellerini atan Günay Uslu, ilerleyen yıllarda Corendon Hotels & Resorts için otel geliştirme ve tasarım direktörlüğü yaptı, Badhoevedorp’taki Corendon Village ve Curaçao’daki Mangrove Beach Resort gibi büyük projelere imza attı.
2022 yılında ise, siyasetçi olmamasına rağmen, Hollanda siyaset sahnesine çıktı. D66 Partisi onu meclis dışından Kültür ve Medyadan Sorumlu Devlet Bakanı yaptı. Rutte 4 kabinesinde görev alan Uslu, özellikle kültür sektörünün pandemi sonrası toparlanma sürecinde önemli rol oynadı.
Kasım 2023’te hükümet görevinden ayrılan Uslu, kısa süre sonra Corendon’a geri döndü ve 11 Aralık 2023 itibarıyla şirketin CEO’luk görevini üstlendi.
EDEBİYATTAN RADYOYA, KÜLTÜRLE ÖRÜLÜ LİDERLİK
Günay Uslu yalnızca turizm ve siyaset alanında değil, kültür ve edebiyat dünyasında da aktif.
2025 yılı için Boekenbon Edebiyat Ödülü jürisinin başkanlığına getirildi, böylece Hollanda edebiyatının en önemli ödüllerinden birinin başındaki isim oldu.
Günay Uslu, NPO Klassiek radyosunda, Avrupa klasik müziğinde Osmanlı ve Türk etkisini anlattığı özel bir programla, dinleyicilerin karşısına çıkarak, akademik bilgisini geniş bir kitleye ulaştırıyor.
Galatasaray’ın Ajax’ı 0-3 gibi net bir skorla devirdiği Çarşamba gecesi, sadece Hollanda’yı değil, Türkiye ve Avrupa’nın dört bir yanındaki Türkleri de ayağa kaldırdı.
Maçın ardından Amsterdam’ın eğlence mekânları sarı kırmızı renklerle dolup taştı. Her köşede yankılanan “Cim Bom Bom” sesleri, Amsterdam gecesine uzun zamandır duyulmamış bir coşku kattı.
Bu zafer, benim için de özel bir anlam taşıyordu. Çünkü 65 yıllık gazetecilik yaşamımın ilk yıllarındaki spor günlerimi hatırlattı. O eski heyecan, o tribün nefesi, o kalp atışları… Galatasaray, bir kez daha o duyguyu yaşattı bana.
Çarşamba gecesi, Amsterdam’ın Johan Cruyff Stadı’nda Ajax’ı 0-3 mağlup eden Galatasaray, başta Lahey Büyükelçimiz Fatma Ceren Yazgan olmak üzere, binlerce Türk’ün gece yarılarına kadar eğlenmelerini sağlarken, şahsımın da 65 yıllık gazetecilik yaşamımdaki spor günlerimi hatırlattı.

Lahey Büyükelçimiz Fatma Ceren Yazgan da bu büyük gecede tribündeydi. Maç sonrası yaptığı kısa ama anlamlı açıklamada, “Hayatımda izlediğim ilk Galatasaray maçında ve Hollanda’da izlediğim ilk karşılaşmada, Osimhen’in hattick’ine tanık oldum. Futbolu adil ve keyifli kılan herkese teşekkürler.” diyerek hem takdirini hem de sevincini dile getirdi.

Johan Cruyff Stadı’ndaki 55 bin seyircinin önünde oynanan bu maç, Galatasaray’ın sahadaki üstünlüğüyle tarihe geçti. Hollanda’nın dev kulübü Ajax’ı sahadan silen Aslanlar, milyonlarca Türk’e gurur ve mutluluk yaşattı. Özellikle Amsterdam’a Türkiye’nin ve Avrupa’nın birçok kentinden akın eden taraftarlar için, o gece bir futbol şöleninden çok daha fazlasıydı: bir kimlik, bir aidiyet, bir gurur gecesiydi.

Galatasaray’ın bu zaferi bana, arşivimin tozlu raflarında saklı kalan o eski futbol anılarını da hatırlattı. Örneğin, yıllar önce PSV karşısında 3-0 mağlup olduktan sonra teknik direktör Mustafa Denizli’nin,“Bu iş burada bitmedi, bunun İstanbul’u da var” deyişi hâlâ kulaklarımda. Ve nitekim, İstanbul’da o sözünü fazlasıyla yerine getirmişti. Yine Lüksemburg’daki Avenir Beggen karşılaşmasında izlediğim Galatasaray, rakibini sahadan silmişti.

Ajax ise benim Hollanda yıllarımda sempati duyduğum bir takımdı. Johan Cruyff, De Boer kardeşler ve diğer efsanelerle dostluklarım olmuştu. Zamanın başkanı Jaap van Praag’ın davetiyle, Ajax’ın onursal üyeliğine layık görülmüştüm. Her maçta bana ayrılan özel koltuktan karşılaşmaları izlerdim.

Hatta bir gün antrenmanlarına katılıp sırtıma Cruyff’ın efsane 14 numarasını geçirmiştim. O anı hâlâ dün gibi hatırlıyorum.
Galatasaray’ın galibiyeti, işte bu eski anıları yeniden canlandırdı. Bizler sevinçle coşarken, Hollandalılar aynı ölçüde üzüldü. Maçı anlatan spikerin ses tonundan ve bugün çıkan gazetelerden bunu anlamak mümkündü.
Ve ben yine diyorum ki:
Daha nice sevinçli, gururlu, unutulmaz maçlarımıza kadar, hoşça kalın!


İnaçlara göre yapılan geleneklerin fotoğrafları…

Amerika’da sıra evler ve kapı Hollanda’da sıra evler ve kapı Türkiye’de sıra evler ve kapı
Tam 45 yıl önce, Hollanda’da göçmenlerin hayatına damga vuran bir girişim gerçekleşti. Beverwijk’te “Zwarte Markt” (Kara Pazar) adıyla kurulan bu devasa pazar, kısa sürede sadece bir alışveriş yeri değil, göçmenler için bir yaşam alanı, Hollandalılar içinse farklı kültürleri tanıma fırsatı oldu. İşte bu büyük eserin ardındaki isim, Hollanda’nın sıra dışı girişimcisi Bart van Kampen, 11 Eylül 2025’te Bergen’de 81 yaşında hayata gözlerini yumdu.

Bart van Kampen, gençlik yıllarında başladığı mücadeleyi sürdürdü ve amacına ulaştıktan sonra hayata gözlerini yumdu.
Van Kampen’in vefatı, Hollanda medyasında geniş yer buldu. Bizim içinse kaybı, yalnızca bir girişimcinin ölümü değil; aynı zamanda Hollanda’daki Türk varlığının en önemli dönüm noktalarından birini başlatan bir öncünün vedasıdır.
Yıl 1982. Hürriyet’in Benelux Bürosu’nu Utrecht’ten Amsterdam’a taşımıştım. O yıllarda Türklerin uğrak yeri olan Zaandam’daki pazar yeri kapanmış, yüzlerce esnaf mağdur olmuştu. İşte tam o günlerde Bart van Kampen kapımı çaldı. Beverwijk’te “Zwarte Markt” adını verdiği dev bir kapalı pazar kurmuştu. Türk esnaf için ayrı bir bölüm açabileceğini söyledi.
Onunla birlikte boş bir hangarı gezdim. Tezgâhların çoğu Hollandalılara aitti, ama Van Kampen’in vizyonu Türkler için yepyeni bir alan açmaktı. Bu fikre yürekten inandım. O günden sonra tanıtım çalışmalarını üstlendim.
Özellikle Hürriyet’te ve diğer Türk gazetelerinde yayımlanan ilanlar, Hollanda’nın dört bir yanına astığımız afişler, tren istasyonlarındaki panolar derken, Zwarte Markt Türkler arasında duyulmaya başladı. Ama daha fazlasına ihtiyaç vardı: Kalabalıkların akın etmesini sağlayacak bir etkinlik.
O sıralarda düzenlediğim Şükran Ay konserlerinden birini Zwarte Markt’a aldık. Giriş ücretsizdi. O gün 10 bine yakın Türk pazarı doldurdu. İnsanlar sadece konsere değil, Van Kampen’in pazarına da hayran kaldı. İşte bu konser, Zwarte Markt’ın Türkler için dönüm noktası oldu.

Polis baskınlarının yıldıramadığı Bart van Kampen ve kiracı binlerce Türk’ün çalıştığı Pazar yerini de onbinlerce kişi ziyaret ediyordu.
Ancak büyük bir engel vardı: Hollanda yasalarına göre pazar günleri hiçbir işyeri açık olamazdı. Van Kampen’in pazarına ise her pazar günü polis baskını yapılıyor, cezalar yağdırılıyordu. Van Kampen yılmadı. Esnafa “Hiç korkmayın, bütün cezaları ben ödeyeceğim” diyordu.

Bu çıkmazı aşmak için bir heyet kurduk ve dönemin İçişleri Bakanı’yla görüştük. Bakan başta ikna olmadı. Sonunda ona şu soruyu sordum:
“Scheveningen, Noordwijk ve Zandvoort gibi sahil kentlerinde dükkanlar neden pazar günü açık?”
Bakan uzun uzun düşündü, sonra masaya yumruğunu vurdu:
“Pazar’ın sadece Türk kesimine izin veriyorum. Fazlasını istemeyin.”

Her şey güllük gülistanlık değildi. Van Kampen, kiraları artırmak isteyince Türk esnaf ayaklandı. Girişler bloke edildi, boykot başladı. Bir gece yarısı Van Kampen beni yatağımdan kaldırdı. Saat 02.00’de pazara vardım. Hem Türkleri hem de Van Kampen’i dinledim. Sabah 04.00’te iki tarafı uzlaştırmayı başardım. Ertesi gün sekreteri bana teşekkür için para göndermek istedi ama kabul etmedim. Çünkü o gece yaptığım şey, sadece Türkler için değil, Zwarte Markt’ın geleceği içindi.

TITUS KRAMER’İN KALEMİNDEN BART VAN KAMPEN
(Özet)Van Kampen’in hayatını en yakından bilenlerden biri de onun eski damadı, şimdiki Amersfoort Fahri Konsolosumuz Titus Kramer‘in ifadeleriyle:
Van Kampen 1944’te 13 çocuklu bir çiftçi ailesinde doğdu. Genç yaşta geçirdiği ağır bir kaza, hayatına cesaret kattı.
Emlakçılığa atıldığında mizahi ve kışkırtıcı ilanlarla dikkat çekti. “Güzel değil ama ucuz, sonuçta bir yerde uyumanız lazım” gibi başlıklar gazetelerin manşetlerine taşındı.
Amerika’da gördüğü dev bitpazarları ona ilham verdi. Colorado Springs’te göçmenlerin anlattığı hikâyeler, “Bu sadece pazar değil, tiyatro” dedirtti.
1980’de Beverwijk’te açtığı Zwarte Markt’ın ilk gününde 14 bin kişi akın etti. Belediye karşı çıktı, kiliseler tepki gösterdi, ama halk sevdi.
Mizahıyla ve inadıyla bütün hukuk savaşlarını göğüsledi. “Avukattan çok mahkemeye gittim, tek fark cübbe giymememdi” diye espri yapardı.
Göçmenler için Zwarte Markt sadece alışveriş değil, bir buluşma noktası oldu. Türk tatlısı, Surinam mutfağı, Fas baharatları, Çin ürünleriyle adeta bir kültür mozaiği oluştu.
Yıllar içinde “Beverwijk Bazaar” adıyla Avrupa’nın en büyük kapalı pazarı haline geldi, milyonlarca ziyaretçiyi ağırladı.
Ailesi onu şu sözlerle andı:
“Bart, ayağı çamura basan bir hayalcinin ta kendisiydi. Bize bir pazarın eşyalardan ibaret olmadığını öğretti – bir pazar insanları yakınlaştırır. Ve bugün buna her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.”
Bart van Kampen yalnızca bir işadamı değil, göçmenlerin kaderini değiştiren, Hollanda’daki Türk toplumuna iş ve ekmek kapısı açan bir vizyonerdi. Zwarte Markt bugün hâlâ yaşıyorsa, bunun temelinde onun hayalleri, cesareti ve biraz da inadı vardır.
O artık aramızda değil, ama yarattığı pazar, her hafta on binlerce insanın bir araya geldiği, farklı kültürlerin buluştuğu, Hollanda tarihine kazınmış bir miras olarak yaşamaya devam ediyor.
Taziye töreni, 16 Eylül Salı günü saat 19.00 ile 20.30 arasında Beverwijk’teki De Bazaar’ın 26 numaralı salonunda (Montageweg 35) yapılacaktır.
Araçlar, pazar ofisinin karşısına veya yanına park edilebilir.
Aradan geçen 400 yıldan sonra bu kandilin izine rastlanmadı. Hangi camiye konuldu? Gerçekten İstanbul’a ulaştı mı? Bugün bir müzede mi duruyor, yoksa tamamen yok mu oldu?
Araştırmacı ve tarihçi Mehmet Tütüncü, ilgili tüm kurumlara çağrı yapıyor: “Bu kayıp eserin izini birlikte sürelim. Çünkü bu kandil sadece bir lamba değil, 400 yıllık dostluğun simgesidir.”
Osmanlı-Hollanda ilişkilerinin diplomatik temellerinin atıldığı 1612 yılı, iki ülke tarihine altın harflerle kazındı. İstanbul’a gönderilen ilk Hollanda Büyükelçisi Cornelis Haga, yalnızca siyasi bir temsilci değil, aynı zamanda kültürel bir elçi olarak da tarihe geçti.

Haga’nın gelişiyle birlikte Osmanlı Padişahı I. Ahmed, Hollandalılara bir Ahitname (kapitülasyon belgesi) verdi. Böylece Hollanda gemilerine Osmanlı sularında güvenlik garantisi tanınmış, gümrük muafiyetleri sağlanmış ve Levant ticaretinde yasal statü kazandırılmıştı.
Bu, Hollanda için yalnızca bir diplomatik başarı değil, Doğu ticaretinde “altın bir kapının” açılması anlamına geliyordu.

SANAT VE MÜHENDİSLİK HARİKASI: KANDİL

Arşiv betimlemeleri, bu kandilin yalnızca bir hediye değil, aynı zamanda 17. yüzyılın sanat ve mühendislik şaheseri olduğunu ortaya koyuyor:
Tasarımcı: Hendrick de Keyser
Maliyet: Yalnızca işçilik 500 gulden, o dönem için dudak uçuklatan bir meblağ
Boyut: Neredeyse bir insanın sığabileceği büyüklükte
Biçim: Üst ve alt kısmı meşe palamudu formunda, antik üslupta
Malzeme: Oyma ahşap gövde, altın yaldız
Camlar: Lüks “Moskova camı” (mica) ile kaplı
Aydınlatma: 20 lambalı bakır avize (bazı kaynaklara göre 20–60 arası cam lamba)
Teknik Özellik: Duman çıkabilir ama is yapmaz – gelişmiş havalandırma sistemi
Süsleme: Hilal motifleri, ince ahşap oymalar
YOLCULUK VE SUNUM
Hediyeler, Amsterdam’da özenle sandıklara yerleştirildi. Taşıma için “De Zwarte Beer” (Kara Ayı) adlı sağlam bir kargo gemisi seçildi.
17. yüzyılda deniz yolculuğu, Kuzey Denizi’nden İngiliz Kanalı’na, Biskay Körfezi’nden Cebelitarık’a, oradan Akdeniz’e uzanan uzun ve tehlikeli bir rotayı izliyordu. Osmanlı sularına girildiğinde ise gemi, Osmanlı donanmasının korumasına alınıyordu. Gemide yükün yanı sıra özel koruma timi, diplomatik heyet üyeleri ve bir tercüman da bulunuyordu.

İstanbul’a ulaşıldığında hediyeler, Osmanlı saray protokolüne uygun biçimde önce görevlilere, ardından Arz Odası’nda Padişah I. Ahmed’e takdim edildi.
Kandilin ardından Topkapı Sarayı’nda mı kaldığı, yoksa Sultanahmet Camii’ne mi yerleştirildiği kesin olarak bilinmiyor.
Aradan geçen 400 yıldan sonra bu kandilin izine rastlanmadı.
Hangi camiye konuldu?
Gerçekten İstanbul’a ulaştı mı?
Bugün bir müzede mi duruyor, yoksa tamamen mi yok oldu?

*Sultanahmet Camii’ne yerleştirildi, sonraki tamiratlarda kayboldu.
*Topkapı Sarayı’nda depolandı, ahşap yapısı çürüdü.
*1660 İstanbul yanıgınında yok oldu
*19’uncu yüzyılda yurtdışına çıkarıldı vey satıldı
KÜLTÜREL DEĞER VE ARAŞTIRMA ÇAĞRISI
Bu kandil, iki ülke arasında kurulmuş tarihi bir köprünün sembolüydü. Kaybolması, ortak hafızadan silinmiş bir sayfa demekti.
Bu nedenle, araştırmacı Mehmet Tütüncü ( Bir süre önce beyin spazmı, geçen hafta da kalp spazmı geçirdi, Şimdi iyi); Topkapı Sarayı Müzesi, Süleymaniye ve Sultanahmet Camii arşivleri, Türk ve İslam Eserleri Müzesi ve Hollanda’daki Rijksmuseum başta olmak üzere tüm kurumlara çağrı yapıyor:
“Bu kayıp eserin izini birlikte sürelim. Çünkü bu kandil sadece bir lamba değil, 400 yıllık dostluğun simgesidir.”
Belki bir gün, bir müze deposunda ya da unutulmuş bir cami köşesinde bu eşsiz eser yeniden ortaya çıkar ve hem tarih hem dostluk yeniden aydınlanır.
Değerli Okurlarım,
Yukarıda belirtilen konudan sonra, Hollanda ile Türkiye arasındaki ilişkilerden de kısaca söz etmek gerektiğina inanıyorum. Daha önce yayınlamış olduğum ilişkilerden bazı pasajlar sunuyorum.
Hollanda’nın İspanya ile Seksen Yıl süren savaşında Osmanlı’nın rolü.
Seksen Yıl Savaşı (1568–1648), Hollanda’nın İspanyol Habsburg yönetimine karşı verdiği uzun soluklu bağımsızlık mücadelesiydi. Bu savaş sırasında Osmanlı İmparatorluğu ile Hollanda Cumhuriyeti arasında resmî bir ittifak kurulmadı. Ancak dönemin jeopolitik şartları ve Osmanlı’nın Avrupa siyasetindeki konumu, iki taraf arasında dolaylı bir yakınlaşma yarattı.
16’ncı yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlı ile Habsburg İspanyası, Akdeniz’in hâkimiyeti için amansız bir mücadeleye girmişti. 1571’deki İnebahtı Deniz Muharebesi, bu rekabetin en bilinen örneklerinden biriydi.
İspanya için Osmanlı, Akdeniz’deki en büyük askerî tehdit; Hollanda içinse siyasi ve dini baskının arkasındaki güçtü. Bu nedenle iki tarafın çıkarları, “ortak düşmanı zayıflatmak” noktasında kesişti.
1566’daki Beeldenstorm (tarih kitaplarında “heykel kırma” olarak geçen, Protestanların Katolik kiliselerindeki aziz heykelleri ve dini resimleri parçaladığı büyük isyan) sırasında, Protestanlar arasında “Papaz olmaktansa Türk olmayı tercih ederim” anlamına gelen bu slogan duyuldu.Bu ifade, Osmanlı’ya duyulan gerçek bir bağlılıktan çok, Katolik İspanya’ya karşı öfkenin sembolik bir ifadesiydi.
Tarihî belgeler, Osmanlı’nın o dönemde Hollanda’ya doğrudan askerî yardım gönderdiğini doğrulamıyor. Ancak Osmanlı’nın İspanya’yı başka cephelerde meşgul etmesi, özellikle Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika’da, Hollandalı isyancıların dolaylı olarak nefes almasını sağladı.
Osmanlı donanması, 1570’ler ve 1580’lerde Akdeniz’de İspanyol kuvvetlerine karşı sürekli operasyonlar düzenledi. Bu, İspanya’nın askerî kaynaklarını bölmeye zorladı.
Ayrıca Osmanlı himayesindeki Kuzey Afrika korsanları (Barbaros’un mirasçıları), Akdeniz’de İspanyol ticaret yollarına saldırarak, İspanya’nın Atlantik’te Hollanda’ya karşı kurduğu baskıyı hafifletti.
1580’lerin sonlarından itibaren Hollandalı tüccarlar, Osmanlı limanlarında görülmeye başladı. Ancak resmî tanışma ve diplomatik ilişki, Hollanda’nın bağımsızlığının uluslararası alanda tanınmasından önce gerçekleşmedi.
Bu temaslar, 1612’de Cornelis Haga’nın İstanbul’a büyükelçi olarak atanmasıyla resmiyet kazandı. Yani Seksen Yıl Savaşı’nın büyük bölümünde ilişkiler gayriresmî ve dolaylı düzeyde kaldı.
Osmanlı yönetimi, Katolik Habsburg ittifakını (İspanya-Avusturya) zayıflatmayı Avrupa politikasının temel hedeflerinden biri olarak görüyordu. Bu nedenle Protestan güçlerle —İngiltere, Fransa’daki Huguenotlar ve Hollanda doğrudan ittifak kurmasa da çıkar paralelliğini gözetti.
16. yüzyılın son çeyreğinde Osmanlı, İngiltere ile sıcak ilişkiler geliştirmişti. İngiliz-Hollanda deniz işbirliği de Osmanlı için dolaylı bir stratejik avantaj sağlıyordu.
*1612’de verilen ahitname ile bu dolaylı temaslar, resmî diplomatik ilişkiye dönüşmüştür.
*Dolayısıyla Osmanlı’nın Seksen Yıl Savaşı’ndaki rolü, destekçi ama sahada olmayan bir müttefik şeklinde tanımlanabilir.