eşya depolama
hoşgeldin bonusu yeni bonus veren siteler casino siteleri
bandstanddiaries.com
Nuri Böcekbakan

Nuri Böcekbakan

09 Mayıs 2025 Cuma

Anne ve Baba Hakkı

Anne ve Baba Hakkı
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kıymetli Okurlarım!

Kıymetli Okurlarım! En kalbi duygularımla   Muhabbetle saygı ile  özlemle  sizleri selamlıyorum, Cumanız  Mübarek  olsun. Cuma Günü  Gazetemizin  köşesinden sizlere seslenmek sizlerle beraber olmak güzel bir duygu güzel  bir haslet.

Yüce Rabbimizin dünyada yaşam bulan canlılar için koymuş olduğu kanunlardan biride yaratılmış olanların bir ana-babadan meydana gelmesidir. İlk yaratılan insan olan Hz. Adem ve O’nun eşi Hz. Havadan sonra bütün insanlar bu dünyaya anne ve baba vesilesi ile gelmektedir. Kendisinin dünyaya gelmesine vesile olanlara saygı ise, insana yakışan en önemli ahlaki ilkedir. Bu ahlaki ilke, anne ve babaya saygı Yüce Rabbimizin de Hz. Ademle başlayan bütün insanlara emrettiği ilkeler arasında yer almaktadır.

         Dinimiz Rabbimizle olan ilişkimizi daima diri, taze ve güzel tutmayı emrettiği gibi insanlarla olan münasebet ve ilişkilerimizin de daima iyi ve taze tutulmasını bizden ister. İnsanlar arası ilişkilerimizde en önemli olanı da anne-baba ile kuracağımız, yürüteceğimiz ilişkilerdir. Dolayısıyla bireylerin anne-baba ile kuracağı ilişkilerde riayet etmesi gereken bir takım haklar vardır.  Bugünkü yazımda  anne-baba hakkına değineceğiz.

         Kur’an-ı Kerim’de yedi yerde açıkça anne baba hakkına riayet, her ikisine de iyilikte bulunmayı emreder. Bir konunun Kur’an-ı Kerim’de bir defa bile emir-yasak-tavsiye olarak yer alması o konunun ehemmiyetli olması için yeterliyken farklı yerlerde yedi defa zikredilmesi meselenin ne kadar öneme haiz olduğunu bizlere göstermektedir.

Değerli  Okurlarım !

Şimdi biz konuyla alakalı ilk bahsedeceğimiz ayette Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

(23) “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa onlara öf bile deme! Onları azarlama! İkisine de gönül alıcı güzel sözler söyle.”

(24) “Onlara merhametle ve alçak gönüllülükle kol kanat ger. “Rabbim! Onlar nasıl küçüklükte beni şefkatle eğitip yetiştirdilerse şimdi sen de onlara merhamet göster” diyerek dua et. İsrâ, 17/23-24

         Âyette önce yalnız Allah’a ibadet edilmesi belirtildikten hemen sonra, ana babaya iyilik etmeyi de belirtilmek suretiyle Allah’a kullukla ana babaya iyilik yan yana anılmış, böylece anne babaya ihsanın önemi vurgulanmıştır. Nitekim hadislerde de Allah’a kulluk ile ana babaya iyilik etme yan yana zikredilmektedir. Bu hadislerde Hz. Peygamber, en önemli amelleri “vaktinde kılınan namaz, anne babaya iyilik ve Allah yolunda cihad” şeklinde sıralanmış, Allah’ın rızasının anne-baba rızasına bağılı olduğu dile getirilmiştir.

         İnsanlardan kendisine güzel davranılıp yakınlık gösterilmesini en çok hak edenin kimler olduğuyla alakalı rivayet de çok manidardır.

         Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor: Bir adam Allah Resûlü”ne (sav) gelerek, “Ey Allah”ın Resûlü, kendisine güzel davranıp yakınlık göstermemi en çok hak eden kimdir?” diye sordu. Hz. Peygamber, “Annen.” cevabını verdi. Adam, “Sonra kimdir?” diye sorunca Hz. Peygamber yine, “Annen.” buyurdu. Adam, “Sonra kimdir?” diye yeniden sorunca Peygamber Efendimiz, “Annen.” cevabını verdi. Bunun üzerine adam, “Sonra kimdir?” dedi. Hz. Peygamber, “Sonra babandır.” buyurdu. Buhârî, Edeb, 2

         Demek ki anne-babaya iyilik etmek, onları önemsemek, Allah’a isyan olmadığı sürece onlara itaat etmek, yaşlandıkları zaman onların ihtiyaçlarını görmek namaz gibi, oruç gibi dinimizde farz kılınmıştır. Yine Peygamberimiz anne-babaya hakkına riayet etmenin cennet için en iyi fırsat olduğunun müjdesini de bizlere vermiştir.

:

Kıymetli okurlarım !

          Ayet-i Kerimede anne babaya dua etmek olduğu gibi onların da hayır dualarını almaya çalışalım.

         Nitekim Peygamberimiz: “Üç dua var bunların kabul olacağında şüphe yoktur: Mazlumun (haksızlığa uğramış olan kimsenin) duası, misafirin (ikramını gördüğü kimseler için) duası ve anne-babanın çocuklarına olan duasıdır’’ buyurmuşlardır. Tirmizî, “Birr”, 7.

         Ayet ve hadislerde Allah’a itaatle ana babaya iyilik etmedeki sorumluluğun yan yana zikredilmesinin sebeplerini özetle şöyle sıralayabiliriz:

a) İnsanın maddî ve mânevî gelişmesi için en değerli katkı, Allah’ın nimetlerinden sonra ana babanın fedakârlıklarıdır;

b) Çocuğun varlık alanına çıkmasının asıl ve gerçek sebebi Allah, zâhirî ve hukukî sebebi ise ana babadır;

c) Allah nimetlerini karşılıksız verdiği gibi ana baba da çocuklarının ihtiyaçlarını tamamen karşılık beklemeden yerine getirirler;

d) Allah, kuluna günahkâr olsa bile nimet verdiği gibi ana baba da âsi bile olsa evlâtlarına desteklerini sürdürürler;

e) Allah, kullarının iyiliklerinden memnun olup karşılığını fazlasıyla verdiği gibi ana baba da çocuklarının imkânlarını daha çok geliştirmelerine yardım eder, bundan mutlu olurlar.( Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 477-478)

Kıymetli okurlarım !

         Anne-baba hakkına riayet, onlara güzel davranmak ve iyilikte bulunmakla alakalı ayet hadisler okuduk, birçok müjdelerden bahsettik. Allah korusun bu durumun tam tersi yani anne-babaya isyan etmenin büyük günah olduğuyla alakalı da ayet ve hadislerde ifadeler vardır. Bakınız Yüce Rabbimiz ne buyuruyor:

 (14) “Biz insana anne babasıyla ilgili öğütler verdik. Annesi, güçten kuvvetten düşerek onu karnında taşımıştır; çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bunun için (ey insan), hem bana hem anne babana minnet duymalısın; sonunda dönüş yalnız banadır.”

(15) “Eğer anne baban, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa bu durumda onlara uyma ama yine de onlara dünyada iyi davran; yüzünü ve özünü bana çevirenlerin yolunu izle. Sonunda dönüşünüz yalnız banadır. O zaman yapıp ettiklerinizin sonucunu size bildireceğim.” Lokman, 31/14-15

Kıymetli okurlarım !

         Anne-baba hakkı sadece kendileri hayattayken değil, vefatlarından sonra da evlatların gözetmesi gereken ödevdir.

         Ebû Saîd Malik b. Rebi’a es-Saidî (ra.) şöyle demiştir. Beni Seleme kabilesinden gelen bir adam Peygamberimize: “Ey Allah’ın Resûlü, anne ve babamın ölümlerinden sonra onlara yapabileceğim bir iyilik var mı?” diye sordu. Peygamberimiz. “Evet, onlar için Allah’tan af dilemek, vasiyetlerini ve taahhütlerini yerine getirmek, onlar vasıtası ile olan yakın kimseleri (amca, hala, dayı, teyze gibi) ziyaret etmek ve onların dostlarına ikramda bulunmaktır” buyurdu. Ebû Davûd, “Edeb”, 129.

         Ana-babanın evladı üzerinde gerek sağlıklarında, gerek de vefatlarından sonraki hakları kategorize edersek beden, dil, kalp ve para ile ilgili haklar olduğunu söyleyebiliriz.

Bedenle olan hakları: Hizmet ederek rızalarını almak, onlara iyilik etmek, itaat etmek, asi olmamak, karşı gelmemek, günah olmayan emirlerini yapmak, sert bakmamak, şefkatle, sevgi ile bakmak, onları üzmemek, incitmemek, saygıda, hürmette kusur etmemek, çağırdıkları zaman hemen kalkıp yanlarına gitmek diye sıralayabiliriz.

Dil ile olan hakları: Yumuşak söylemek, tevazu etmek, öf bile dememek, konuşurken sesini onların sesinden yüksek çıkarmamak, kaba, dokunaklı ve argo söz söylememek, anne-baba duasını ganimet bilip, hayır dualarını almak, beddualarını almamaktır.

Kalb ile olan hakları: Acımak, merhamet etmek, sevmek, sevinçlerine sevinmek, üzüntülerine üzülmek, dertleri ile hemdert olmak, sitem ve cefalarına kızmamak, duymazdan gelmek, nazlanmamak, aksine onların nazına katlanmalıdır. Çünkü ana-baba küçükken bizim çok nazımızı çektiler. Nazlanma sırasının onlarda olduğunu unutulmamalıdır. Sıkıntı görse de, ölseler de kurtulsak diye düşünmemek, çok yaşamalarını arzu etmek. Onlar, bizden çok sıkıntı gördükleri halde, yaşamamızı istemişlerdi. İcabında kendileri aç durup bizi doyurmuşlardı.

Mal, para ile olan hakları: Uzakta iseler ziyaretlerine gitmek, hediye almak, hiç olmazsa telefonla onları aramak selam göndermek, tatlı mesajlar yazmaktır, beraber yemek, arzularını ihtiyaçlarını sormak, gücü yettiğince yerine getirmek, borç vermek hatta verdiği borcundan vazgeçmek, dostlarını, dost bilip davet ederek gönüllerini almak, düşmanlarından da uzak durmaya çalışmak, hastalandıkları zaman tedavileri ile meşgul olmak, ilaç almak, bir bakıcı, bir hizmetçi tutmak yerine, bizzat kendisi hizmet etmeye çalışmalıdır.

Vefatlarından sonra yapılacak haklar: da defin işlerini halletmek, sünnet üzere yıkamak veya yıkatmak, kefenlemek. cenaze namazını biliyorsa kendisi kıldırmak, yoksa başkasına kıldırmak, onlara hep dua etmek, toprağa kendisi koymak, onlar adına sadaka vermek, hayır işlemek, Kuran okumak ve okutmak, borçlarını ödemek, vasiyetlerini dine uygun olduğu sürece yerine getirmek, zaman zaman kabirlerini ziyaret etmek, anne-babayı hayırla yad etmek, onlar için af dilemek, yakınlarına iyi davranmak, dostlarını ziyaret etmektir.

Kıymetli okurlarım !

Gelin bizler de ellerimizi açıp şöyle dua edelim.

Allah’ım!

Bizim dünyaya gelmemize vesile olan bu iki kıymetli varlığa, anne ve babamıza hayır, güzellik, saadet, hoşnutluk, sıhhat ve afiyetler ihsan eyle. Vefat edenlere rahmetinle muamele eyle. Bizleri anne babamıza hayırlı evlatlar eyle. Onlara yaşadıkları müddetçe hizmet etmeyi nasip eyle. Onların memnuniyetini bizlere nasip eyle. Onların bizden razı olmasının senin de rızanı sağlayacağını biliyoruz. Bizi onlardan, onları bizlerden razı kıl Allah’ım! Sen de bizden razı ol Allah’ım! Gençliklerinde de yaşlılıklarında da onlara her konuda destek olmayı, dualarını almayı müyesser kıl. Ayrı evlerde bulunduğumuzda, sık sık, sayısız/hesapsız ziyaretlerde bulunmayı, uzaklarda isek memnun edecek ölçüde ilgilenmeyi, arayıp hâl hatır sormayı, gönüllerini hoş etmeyi nasip eyle. Onları yalnızlığa terk etme, azarlama, öf deme, incitme, kalplerini kırma, itaatsizlik yapma gibi tüm kötü hareketlerden cümlemizi koru ya Rabbi! Onlar özellikle yaşlandıklarında, sıcak ilgi, kesintisiz alaka ve samimi yaklaşım göstererek cenneti kazanmayı bizlere nasip eyle Allah’ım! Anne-babamızı günlük dualarımıza katmayı, mağfiretleri için dua etmeyi, onlar adına hayır hasenat ve infak yapmayı, dostlarına hizmet etmeyi, akrabalarına hürmet etmeyi nasip eyle.Ömrümüzün bereketinin, işlerimizin rast gitmesinin, rızkımızın bol olmasının onların memnuniyetiyle de ilgili olduğunu bize unutturma Allah’ım! Hesabın görüleceği gün, beni, anne- babamı ve bütün müminleri mağfiret eyle. Âmin..

Devamını Oku

Dua İbadetin Özüdür

Dua İbadetin Özüdür
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kıymetli Okurlarım! En kalbi duygularımla   Muhabbetle saygı ile  özlemle  sizleri selamlıyorum, Cumanız  Mübarek  olsun. Cuma Günü  Gazetemizin  köşesinden sizlere seslenmek sizlerle beraber olmak güzel bir duygu güzel  bir haslet.

Dua sözlükte, “çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek” anlamına gelir. Din literatüründe ise, insanın bütün benliğiyle Allah’a yönelerek maddi ve manevi isteklerini O’na arz etmesi demektir. Dua bu haliyle yaratılanın her şeye ihtiyaçlı olduğunu kabul etmesi ve Yaratanının ise, ihtiyaçlarına cevap verecek olmasına karşı duymuş olduğu bir inancın ifadesidir.

Sevgili Peygamberimizin ifadesiyle “Dua ibadetin özüdür.” Başka bir hadiste “Dua ibadettir.” buyrulmak suretiyle duada bulunan kişinin ayrıca ibadet sevabı da alacağına işaret edilmektedir.  Bu sebeple dua insanı Rabbine götüren en temel yollardan biridir.

İnsan yapacağı işlerde devamlı Yüce Allah’a muhtaçtır.

Allah-u Teala’nın dilemesi olmadan kulların dilemesi mümkün değildir. Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de insanlardan dua konusunda en temel istenen şey Alla’tan başkasına dua edilmemesidir. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır.

“Öyle ise sakın Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun!”

Kur’an-ı Kerim’de duanın -ister darlık anında ister bolluk anında olsun- her zaman diliminde yapılması istenmektedir.

Darlık anında dua edenlerin feraha ulaştıklarında Yaratanını unutması ise, nankörce ve bencilce bir davranış şekli olduğu vurgulanmaktadır. Ayette bu durum şöyle anlatılmaktadır.

 “İnsana nimet verdiğimizde yüz çevirir ve yan çizer. Başına bir kötülük gelince de yalvarmaya koyulur. Yine birçok ayette sıkıntı halinde Allah’a yalvaranların bu sıkıntıları bittiği zaman Allah’ı unuttukları mealen şöyle buyrulmaktadır. “Denizde size bir sıkıntı dokunduğunda bütün taptıklarınız (sizi yüzüstü bırakıp) kaybolur, yalnız Allah kalır. Fakat sizi kurtarıp karaya çıkarınca yüz çevirirsiniz. Zaten insan çok nankördür.” “Onları (denizde,) bir dalga gölgelikler gibi kapladığında, dini Allah’a has kılarak ona yalvarırlar. Allah onları kurtarıp karaya çıkarınca, onlardan bir kısmı orta yolu tutar. Bizim ayetlerimizi ise ancak son derece kaypak, son derece nankör olanlar inkar eder.

Duamızın kabulü için acele etmemeliyiz.

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) bizlere bu hususta şu uyarıyı yapmaktadır.

“Herhangi biriniz acele etmedikçe duası kabul edilir. (Kul acele ederek) Rabbime kaç defa dua ettim de duamı kabul etmedi, der.” (Buhârî, Daavât 22)

 Duayı sadece kendimiz için yapamayız

Rahmet elçisi Efendimiz (s.a.s.) bir hadislerinde kardeşlerimiz için yapacağımız duanın karşılığının ne olduğunu bizlere şöyle müjdeliyor.

“Bir müslüman, yanında bulunmayan bir din kardeşi için dua ederse, mutlaka melek ona, aynı şeyler sana da verilsin, diye dua eder.” (Müslim, Zikir 86.)

 Dua yaparken sadece kendimiz için değil, hem kendimiz, hem ana-babamız, yakın ve uzak akrabalarımız hem de bütün Müslüman kardeşlerimiz için dua etmeliyiz. Kur’an-ı Kerim’de bu husus için şu ifadeler kullanılmaktadır.

 “Hem kendinin hem de mü’min erkeklerle mü’min kadınların günahlarının bağışlanmasını dile!”] Bir başka ayette duamızı nasıl yapacağımıza şöyle işaret edilmektedir.

 “Ey Rabbimiz! Hesabın görüleceği gün beni, anamı-babamı ve bütün mü’minleri bağışla!

Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerimde dua yapılırken kendi isimleri ile dua yapılmasını istemektedir. Ayet-i kerime şöyledir.

 “En güzel isimler Allah’ındır. O’na o güzel isimleriyle dua edin ve O’nun isimleri hakkında gerçeği çarpıtanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasına çarptırılacaklardır.”

Dua edenin duasına icabet edilir.

Kur’an-ı Kerim’de insanlardan dua edilmesi, dua edenin duasına icabet edileceği ve nasıl dua yapılması gerektiğine dair birçok ayetler gelmiştir. Yüce Rabbimiz dua edenin duasına icabet ettiğini şöyle buyurmaktadır.

 “Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.”]

Birçok ayette nasıl dua etmemiz gerektiği bize öğretilmiştir.

Mesela günde beş vakit namazımızın her rekâtında okuduğumuz fatiha süresi bizler için çok büyük bir dua öğretilmektedir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır.

 “(Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil. “] Yatsı namazların peşine okuduğumuz bakara süresinin son ayetinde yine bizlere şöylece duada bulunmamız istenmektedir

“(Şöyle diyerek dua ediniz): “Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâ’mızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.”] Al-i İmran süresinin ilk ayetlerinde ise şu şekilde dua edilmektedir.

“(Onlar şöyle yakarırlar): “Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin.” 

Peygamberler her daim dua etmişler ve bizlere en güzel dua örneklerini sunmuşlardır.

Kur’an-ı Kerim’de birçok peygamberin dilinden bizlere dualar öğretilmektedir.  Adem (a.s.) ve Havva Annemiz cennetten çıkarılmaları ile son bulan hadisenin akabinde Rablerine şöyle dua etmektedirler.

 “(Adem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”

İbrahim (a.s.) şöyle dua etmektedir.

 “Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usullerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira, tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin. Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin.” Zekeriya (a.s.) duası ise şöyledir.

 “Orada Zekeriya Rabbine dua etti: “Rabbim, bana katından tertemiz bir soy armağan et. Doğrusu Sen, duaları işitensin” dedi Hz. Musa’nın dilinden bir dua şeklide şöyledir.

 “(Musa da) Ey Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kabul et. Zira sen merhametlilerin en merhametlisisin! dedi. Hz. Musa’nın dilinden bizlere öğretilen ve hayatımızın birçok zamanında hatırımızda tutmamız gereken bir duada şöyledirاً

Mûsâ dedi ki: “Rabbim! Gönlüme ferahlık ver. İşimi bana kolaylaştır. Dilimdeki tutukluğu çöz ki sözümü anlasınlar. Dilimdeki tutukluğu çöz ki sözümü anlasınlar. Bana ailemden birini yardımcı yap, Kardeşim Hârûn’u. Onunla gücümü artır. Onu işime ortak et. Seni çok tespih edelim diye, Seni çok zikredelim diye. Çünkü sen bizi hakkıyla görmektesin.”

Hz. Eyyub ise çektiği sıkıntılar için şöyle niyazda bulunmaktadır.

 “Eyyub’u da (an). Hani Rabbine: “Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin” diye niyaz etmişti Hz. Yusuf ise Rabbine şöyle niyazda bulunmaktadır.

 “Rabbim! Gerçekten bana mülk verdin ve bana sözlerin yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada ve ahirette sen benim velimsin. Benim canımı Müslüman olarak al ve beni iyilere kat.”

Ashab-ı Kehf ise mağarada şöyle duada bulunmaktadırlar.

 “Hani o gençler mağaraya sığınmışlardı da, “Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır” demişlerdi.” Kur’an-ı Kerim’de Sevgili Peygamberimiz tarafından şöyle duada bulunulması istenmektedir.    “(Resûlüm!) De ki: Bağışla ve merhamet et Rabbim! Sen merhametlilerin en iyisisin. Bazı ayetlerde ise Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimizin dilinden bizlere şu dualar öğretilmektedir.

De ki: “Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım. Ey Rabbim! Onların benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım.”

Deki: “Rabbim! (Gireceğim yere) doğruluk ve esenlik içinde girmemi sağla. (Çıkacağım yerden de) beni doğruluk ve esenlik içinde çıkar. Katından bana yardımcı bir kuvvet ver.”[27] Daha nice Peygamberin dilinden bizlere birçok dua öğretilmekte, istenilenlere ise icabet edileceği müjdesi bizlere verilmektedir.

 Sonuç itibariyle;

Dua ibadetin özüdür.

Dua kulun Yaratıcısına yönelmesidir.

Dua kulların kulluklarının bir gereğidir.

Dua kulluk borcunun yerine getirilmesidir.

Dua hayatta karşılaşılacak sıkıntılara göğüs germede insana en büyük destektir.

Dua hayatımızın parçasıdır.

Dua Rabbimizin bizlere değer vermesine vesiledir.

Dua Rabbe giden yoldur.

Dua Peygamberler mirasıdır.

Dua ruhun Allaha yükselişidir.

Dua maddi ve manevi takviyedir.

Dua kardeşlerimize en büyük hediyemizdir.

Dua mazlumun sığınağıdır.

Dua duyarlı olmaktır.

Kur’an-ı Kerim’de ve Sevgili Peygamberimizin hadislerinde dua yapmamız istenmekte, dua yaparken tevazu içerisinde olmamız murad edilmekte, istenilecek her şeyin Yaratandan istenilmesi emredilmekte, birçok Peygamberin duada bulunduğu ve dualarına icabet edildiği örnekleriyle yaratılanlar duaya teşvik edilmektedir. Bizlerde kendisinden razı olacağımız bir hayatın arzusunu kuruyorsak Yüce Rabbimize karşı duada bulunmalı, O’na sığınmalı, O’ndan yardım beklemeliyiz.

Şu cuma vaktinde geliniz Rabbimize dua edelim.

Ya Rabbi! Dünyada mazlum kardeşlerimiz var. Suriye’de, Mısır’da, Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Myanmar’da, daha nice ülkelerde feryatlar, acılar arşa ulaştı. Ne olur kardeşlerimize yardım eyle.

Ya Rabbi! Vatan evlatlarını birbirlerine düşürmek isteyenler var. Milletimizi parçalamak vatanımızı bölmek isteyenler var. Ne olur fırsat verme.

Ya Rabbi! Dünyayı sadece kendi menfaatleri için kana bulamak isteyenler, her türlü zulmü insanlığa reva görenler var. Ne olur onların şerrinden Ümmet-i Muhammedi koru.

Ya Rabbi! Gönüllerimizi birleştir. Kalplerimize ülfet eyle. Vatanımıza dirlik, Milletimize birlik ver. Ümmet-i Muhammedin tek yürek olarak hareket etmesini bizlere lutfeyle nasip eyle.

Ya Rabbi! Hastalarımıza şifa ver. Dertlilerimize deva ver. Borçlu kardeşlerimize borçlarını ödeme kolaylığı ver.

Allah-u Teala yaptığımız ve yapacağımız dualarımızı kabul buyursun. Her daim duada bulunan kullarından eylesin. Dünya ve ahiret mutluluğu nasip etsin.

Devamını Oku

HAYAT BİR İMTİHANDIR

HAYAT BİR İMTİHANDIR
0

BEĞENDİM

ABONE OL

          Kıymetli Okurlarım! En kalbi duygularımla Muhabbetle saygı ile özlemle  sizleri selamlıyorum, Cumanız Mübarek olsun. Cuma Günü Gazetemizin köşesinden sizlere seslenmek sizlerle beraber olmak güzel bir duygu güzel bir haslet.

Yüce Allah, yaratmış olduğu her bir varlık için, kendisinin varlığını devam ettirebileceği bir alan meydana getirmiştir. İnsanoğlu için bu dünya hazırlanmış, ona hayatını devam ettirebilmesi için sayısız nimetler verilmiş, ihtiyaçlarına cevap bulabilecek yaşam alanları oluşturulmuştur. Bu dünyada can bulan insan, kısa bir yaşamdan sonra ölümle bu dünya hayatını nihayete erdirmektedir. İnsan yaşantısının asıl yaşam alanı ise, ölümden sonra başlayan Ahiret hayatıdır. Dünya hayatının önemi ve anlamı işte bu noktada ortaya çıkmaktadır.

Dünya ahiret için önemlidir. Peygamber Efendimizin ifadesiyle “Allah’ım! Gerçek hayat sadece âhiret hayatıdır.” (Buhârî, Rikak 1) Dünya hayatında insana verilen her şey dünyada kalıcıdır. Bu sebeple Ahiret hayatına iman edildiği, ahiret hayatı için gerekli hassasiyet gösterildiği kadar bu hayat önem kazanmaktadır. Ebedi hayat olgusu zihinlerde canlı tutulursa ve gönülde bu iman baki kalırsa dünya hayatının asıl manası ortaya çıkacaktır. Bu mananın adı; İmtihandır.

İmtihan her bir birey için ayrı cereyan etmektedir. Her ferdin imtihanı ayrı ayrıdır. Kimi zenginliğiyle, kimi fakirliğiyle, kimi evlatlarıyla, kimi eşiyle, kimi ana-babasıyla, kimi hastalıkla vb. nice imtihan şekilleri. İmtihanlar ayrı ayrı olsa da imtihanlarda başarılı olma şekli ise tek. Oda; Sabır. İmtihanların zorluğunu hafifletecek olan, başarının anahtarı, Sabırdır. İmtihan hayatın bir gerçeği ise, bu imtihanda takınacağımız tavır sabır ise bu imtihanın sonucunda kavuşacağımız şey nedir diye aklımıza bir soru gelebilir. İşte Yüce Rabbimiz, imtihan şekillerini, sabrın önemini ve sonuçta sabrın kazanımlarını Kur’an-ı Kerim’de bizlere şöyle bildirmektedir.

Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler. İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır.[1]

Hz. Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadislerinde cehennemliklerin dünyada çekmiş olduğu ferahın, cennetliklerin ise dünyada çektikleri sıkıntıların cehennem ve cennete nispetle şöyle anlatmakta ve dünyada çekmiş olduğumuz imtihanın neticesinde cennet var ise dünyalık meşakkatin hiçbir öneminin olmadığına şöyle işaret etmektedir. “Cehennemliklerden olup, dünyada pek müreffeh hayat yaşayan bir kişi kıyamet gününde getirilip cehenneme bir kere daldırılır. Sonra:

– Ey âdemoğlu! Sen hayırlı bir gün gördün mü? Herhangi bir nimete nâil oldun mu? denilir. O kişi:

– Hayır, vallahi Rabbim! Öyle bir şey görmedim, der. Cennetliklerden olup, dünyada insanların en yoksul olanı getirilir cennete bir kere daldırılır. Ona da:

– Ey âdemoğlu! Sen herhangi bir yoksulluk ve sıkıntı gördün mü? Hiç zorluk ve darlık çektin mi? denilir. O kişi de:

– Hayır, vallahi Rabbim! Hiçbir yoksulluk ve sıkıntı görmedim, zorluk ve darlık çekmedim, der.”[2]

Dünya hayatında verilenler geçici birer metadır ve insanoğlu ölümle bu geçici metaların tümünden istese de istemese de ayrılacaktır. Kendisiyle kalacak olan amelleridir. Allah-u Teala bir ayette şöyle buyurmaktadır.

“Nefsânî arzulara, özellikle kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı aşırı düşkünlük insanlara süslü gösterildi. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.”[3] Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadislerinde bu hususa şöyle dikkat çekmektedir.

 “Ölen kimseyi peşinden üç şey takip eder: Aile çevresi, malı ve yaptığı işler. Bunlardan ikisi geri döner, biri ise kendisiyle birlikte kalır. Aile çevresi ve malı geri döner; yaptığı işler kendisiyle birlikte kalır.”[4]

Asıl yaşam alanı olan Ahiret için bu dünya, imtihan sahası olarak belirlenmiştir. Bu hayata gelen her bir birey için ayrı bir imtihan gerçekleştirilmiş, bu imtihanda niceleri başarılı olurken niceleri de kaybetmiştir. Hz. Adem, Cennette bir meyveyle imtihana tabi tutulmuş, imtihanında başarısız olunca yeryüzüne gönderilmiş, hatasını anlayınca Rabbine niyazda bulunmuş hatasından dönmüş, dünya ve Ahiret için kazananlardan olmuştur. Firavun dünyada yaratılış hikmetini anlamamış, yaratıldığını unutup tanrılık iddiasında bulunmuş, Yüce Allah kendisinin yanlış yolda olduğunu ve gerçek doğruya dönmesi için kendisine peygamber göndermiş, buna rağmen hatasından dönmeyen firavun, imtihanını kaybetmiştir. Hz. Eyüp, kendisine verilen hastalığa sabretmiş, kendisinden hiçbir zaman isyan sözcükleri çıkmamış ve imtihanını kazananlardan olmuştur. Hz. Nuh’un oğlu tufan koptuğu zaman babasının gemide olduğunu gördüğü halde, Babasının kendisine uzattığı eli tutmamış, boğulup imtihanını kaybetmiştir. Sevgili Peygamberimiz, kendisine verilen görevleri harfiyen yerine getirmiş, dünya hayatını bir ağaç gölgesinde bir müddet kalıp oradan ayrılan yolcuya benzetmiş, bu hayatın önemini ahiretin kazanılması açısından değerlendirmiştir. Hz peygamberin tebliğine kulak vermeyen Mekke müşrikleri geçici dünya hayatını ebedi zannetmişler ve imtihanlarını kaybetmişlerdir.  

Dünya hayatında bizlere verilen her şey imtihan içindir. Dünya insanlar için çekici kılınmıştır. Yüce Rabbimiz bir ayette şöyle buyurmaktadır.

 “İnsanların hangisinin daha güzel amel yaptığını deneyelim diye şüphesiz biz yeryüzündeki şeyleri ona bir zinet yaptık.”[5] Bir diğer ayette ise dünya hayatının bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğu bizlere şöyle hatırlatılmaktadır.

 “Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?”[6] Dünya hayatının geçiciliğine, oyun ve eğlencesine, çekiciliğe aldananlar, Allah’ı ve ahireti unutanlar kaybedenlerden olmuşlardır. Bu aldanışa düşmeyenlerin sonu ise huzur, mutluluk ve bahtiyarlık olmuştur.

Söyleşimizin bu kısmında yapmış olduğumuz açıklamaları şu ana başlıklar altında özetleyerek yapmamız gerekenleri yeniden hatırlatmak istiyorum.

1.Dünya hayatı geçicidir. Mutlaka ölümle sonlanacaktır. Ahiret hayatı ise bakidir, ölümle başlayıp ebediyen devam edecektir. Dünya hayatıyla ahiret hayatını birbirine benzetmek bu haliyle pek doğru olmayacaktır.

2.Dünya hayatı nefsanî istekler için süslü, cazibeli yaratılmıştır. Dünyanın her türlü süsü, makamı, malı-mülkü, zenginliği geçicidir. Bu cazibeye, zenginliğe, mala-mülke, makama aldanmamalıdır. İnsanın asıl hedefi ahreti kazanmak olmalıdır. ahreti kazanmanın yolu ise bu dünya hayatında bizlere sunulmuş imtihanları değerlendirmekle gerçekleşecektir.

3.Dünyada bir imtihan vesilesi olarak verilmiş konumlarımıza çok fazla sevinmemeli veya çok fazla üzülmemeliyiz. Zenginlik bir imtihan vesilesi olabileceği gibi fakirlikte bir imtihan vesilesi olabilmektedir. Çalışmakta olduğumuz işlerimizde böyledir. Makamca en yüksekte olmakta imtihan vesilesidir, aşağıda olmakta imtihan vesilesidir. Önemli olan ise bulunduğumuz halde yaşantımızı insanların ve Allah’ın rızası doğrultusunda sürdürmüş olmamızdır. Bu sebeple bizden üstündekilere bakıp hayıflanmak veya bizden aşağıdakilere bakıp kibirlenmek yerine bize verilen nimetler için şükürde bulunmak bize fayda sağlayacaktır.

4.Ahiret yurduna insanların mal-mülk olarak hiçbir şey götüremediklerini her gün etrafımızda ölenler aracılığı ile görmekteyiz. Peygamber Efendimizin bildirdiği üzere bizimle ahiret yurduna gelecek olan -iyi veya kötü olsun- amellerimizdir. Bu sebeple Yüce Rabbimizin bizden istediklerini yerine getirmeye özen gösterirken yasaklarından da kaçınmaya gayret gösterelim.

5.Dünyadan ayrılmak veya dünya malından el-etek çekmek istenilen davranış şekli değildir. Önemli olan insanı Allah’tan gâfil kılacak, ibadet ve tâatine engel olacak derecede dünya malına dalmamaktır. Maddi bir ayrılık değil kalbi bir ayrılıktır dünya malından ayrılış. Bu sebeple bitmek tükenmez bilmeyen nefsanî isteklerimize esir olmamalıyız.

6.Bu hayatta bize verilen her şey bir ganimet bir fırsattır. Başımıza gelenin lehimize mi aleyhimize mi olduğunu bilemiyorsak, hayır gördüklerimizde şer, şer gördüklerimizde hayır olabiliyorsa, gaybı bilemiyorsak o zaman bize verilenlere sabır ve şükür yapabileceğimiz en doğru davranış şekli olacaktır. İsyan etmekle hiçbir sıkıntıya çare bulamayacağımız ise aşikâr değil midir? 

Sonuç itibariyle imtihandan başarılı olmak imtihanı yapanın istediklerine uymakla sağlanacaktır. Dünya hayatını bizlere imtihan alanı olarak Allah-u Teala belirlemiştir. Bu imtihandan başarılı olmanın yolunu ise yine kendisi belirlemiştir. İstenilenlere isyan etmek yerine istenilenlere icabet etmek ve yasaklananlardan kaçınmak imtihanda başarılı olmanın anahtarıdır. 

 Sözlerimi Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.s) bizlere sunmuş olduğu şu tavsiye ile bitiriyorum. Efendimiz şöyle buyuruyor.

 “Âhirete göre dünya, sizden birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. O kişi parmağının ne kadarcık bir su ile döndüğüne baksın.”[9]

Yüce Rabbim bu günler hürmetine imtihanımızı başarıyla tamamlayıp dünya ve ahiret huzurunu yakalamayı cümlemize nasip etsin. Sabırla her türlü zorlukların üstesinden gelmeyi nasip etsin.

Cumanız mübarek olsun. Allah’a emanet olun.

[1] Bakara, 2/155-157

[2] Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 463

[3] Al-i İmran, 3/14

[4] Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 462

[5] Kehf, 18/7

[6] En’am, 6/32

[7] Yunus, 10/24

[8] Kehf, 18/45-46

[9] Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 464

Devamını Oku

İNSAN  VE İSLAM

İNSAN  VE İSLAM
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kıymetli Okurlarım! En kalbi duygularımla   Muhabbetle saygı ile  özlemle  sizleri selamlıyorum, Cumanız  Mübarek  olsun. Cuma Günü  Gazetemizin  köşesinden sizlere seslenmek sizlerle beraber olmak güzel bir duygu güzel  bir haslet.

23 NİSAN  2025 Çarşamba  günü kutlanacak olan  Ulusal Egemenlik ve Çocuk  Bayramı  şimdiden  Milletimiz  çocuklarımız  için kutlu olsun. 23 Nisan 1920, Türk milletinin iradesini temsil eden Birinci Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı ve Türk halkının egemenliğini ilân ettiği tarihtir.

İslam dini belli bir devlet yönetimi şeklini emretmemiştir ama yönetimin temel prensiplerini ortaya koymuştur. İslam’a göre devlet yönetiminde vazgeçilemez üç temel prensip şunlardır:

Devletin adaletle yönetilmesi,

Kararların istişare ile alınması,

Emanetin ehline verilmesi

Enes b. Malik Hz. Peygamberin danışmayla iş yapma hususunda şöyle söylemektedir:

«Rasulullah’tan daha fazla arkadaşları ile istişârede bulunan bir başkasını görmedim”[3]

Peygamberimiz de savaş gibi önemli kararları almadan önce ashabı ile mescitte toplanır, ashabının tekliflerini dinler ve değerlendirirdi. Bedir savaşı öncesinde Peygamberimiz (s.a.s), askerini bir yere konuşlandırıyor, ashaptan biri,

 “Ya Resulallah, burada durmamız Allah’ın emri mi? Yoksa sizin kararınız mı?” diye soruyor, Peygamberimiz, “Benim kararım” deyince, ashab, “Burası uygun değil Ya Rasullallah” diyor ve kuyuların başını tutmayı teklif ediyor. Hendek savaşında hendek kazma fikri de, Selam-ı Farisi’nin teklifi idi. Ashab-ı Kiram, Peygamberimizden öğrendiği istişare geleneğini hulefa-i raşidin döneminde de devam ettirdi.

Hz Ebu Bekir, ashabın önde gelenlerinin istişaresi ile seçildi. Hz Ömer, Hz Ebu Bekir’in tayini ile seçildi. Hz Osman, şura heyeti tarafından seçildi. Hz Ali de istişare ile seçildi.  İslam tarihinde, Muaviye’nin,  oğlu Yezid’i yerine halife tayin etmesi sonucu saltanat ve saltanata dayalı zulüm dönemi başladı.

Saltanat yönetiminde devletin ve milletin kaderi, kralın zeka ve yeteneği ile doğru orantılı oluyordu. Eğer kral becerikli ve dirayetli ise işler yolunda gidiyor, beceriksiz ise işler kötüye gidiyordu.

O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever[1]

Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar. Onların işleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar.[2]

TBMM’nin açılışının milletimizin hayatında önemi büyüktür. Çünkü milletimiz bu açılışla birlikte demokrasiye ilk adımı atmıştır.

Hakimiyet kayıtsız şartsız milletin olmuştur.

Millet, milletvekili olarak ve seçmen olarak kendisini yönetmek, kendisini yönetecek idarecileri seçme yetkisine sahip olmuştur.

Türk Milleti vermiş olduğu Kurtuluş Mücadelesi ile Millî Egemenliği kendisi kazanmıştır.

Böylece bağımsızlığa, bayram yapma ve sevinme hakkına sahip olmuştur.

Peki…! Atatürk niçin bu bayramı çocuklara armağan etti diye sorarsanız? Çocukların yalnızca sevinmeleri için değil, taşıdıkları kıymet ve sorumluluğun farkında olmaları içindir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılış gününün anısına 23 Nisan 1929’da Gazi Mustafa Kemal Atatürk, çocuklara duyduğu güven ve sevginin ifadesi olarak, bu günü çocuklara bayram olarak armağan etmiştir ve bu günden itibaren bu bayram Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutlanmaya başlanmıştır. İlan edildiği günden bu güne kadar dünyada kutlanılan tek ve en büyük çocuk bayramı hep bu bayram olmuştur. Çünkü bu bayram sadece ülkemizin çocuklarına değil tüm dünya çocuklarına armağan edilen bir bayramdır.

Atatürk bu hususu vurgulamak için 1922 yılında Bursa’yı ziyaret edişinde kendisini karşılayan çocuklara hitaben şöyle diyor;

“Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz vatanın bir gülü, yıldızı, nur-i istikbâlisiniz. Memleketi asıl nura gark edecek sizlersiniz. Kendiniz ne kadar mühim ve kıymetli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şeyler bekliyoruz.”

Temsilciler Kurulu adına Mustafa Kemal imzasıyla 21 Nisan’da asker sivil yöneticilerle bütün kuruluşlara çok ivedi bir genelge gönderildi. Nisan ayının 23. günü cuma namazından sonra Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin açılacağının belirtildiği genelgede, cuma gününün özellikle seçildiği, o günün kutsallığından yararlanmak gerektiği, cuma gününün kutsallığını bir kere daha artırmak için vilayet merkezinde valinin düzenlemesiyle hatim ve Kur’an okunacağı, kutsal ve yaralı vatanın her köşesinde bugünden başlamak üzere Kur’an ve hatim okutulacağı belirtiliyordu.

Genelgede ayrıca ülkenin her tarafından hükûmet makamına gelinerek meclisin açılmasından dolayı kutlamaların yapılacağı ve her tarafta cuma namazından önce mevlidi şerif okutulacağı dile getiriliyordu.

Açılış törenine ilişkin bu genelgeden sonra 22 Nisan’da ikinci bir genelge ile de 23 Nisan’dan sonra sivil ve askeri makamlarla bütün milletin başvuracakları yerin İstanbul hükûmeti değil, Büyük Millet Meclisi olduğu vurgulanıyordu.

23 Nisan 1920’de Hacı Bayram Camii’nde kalabalık bir halk topluluğunun da katıldığı cuma namazı kılındıktan sonra milletvekilleri, sokakları dolduran Ankaralıların arasından yürüyerek meclis binasına geldiler. Milletvekilleri toplantı salonundaki yerlerini aldıktan sonra Millet Meclisi saat 13.45’te en yaşlı üye olan Sinop milletvekili Şerif Bey’in (Alkan) başkanlığında açıldı. Şerif Bey konuşmasında memleketin içinde bulunduğu durumu belirttikten sonra milletimizin dahili ve harici istiklali tam dahilinde mukadderatını bizzat deruhte ve idare etmeye başladığını bütün cihana ilan edip, “Büyük Millet Meclisini açıyorum.” diyerek toplantıyı başlattı.

Ogün hazır bulunan 120 milletvekiliyle Büyük Millet Meclisi açılıp tarihi görevine başladı.

İlk meclisin 337 üyesinden 53 tanesi din adamıydı.

Erinden Komutanına  Polisinden Eğitimcisine  Din Görevlisinden  Elçisine kadar  bu vatan için bu bayrak için  bu Millet için hayatlarını seve seve veren  şehitlik elbisesini giyen  ahirete irtihal etmiş tüm Şehit ve Gazilerimizi ecdadımızı  Cumhuriyetimizin Kurucusu Gazi Mutafa Kemal  Atatürk ve silah arkadaşlarını  rahmetle anıyoruz ruhları şad  olsun .

[1] Al-i İmran, 3/159.

[2] Şura, 42/38.

[3] Tirmizi.

Devamını Oku

Peygamber Efendimizin Hadislerinde Namazın Önemi

Peygamber Efendimizin Hadislerinde Namazın Önemi
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kıymetli Okurlarım! En kalbi duygularımla   Muhabbetle saygı ile  özlemle  sizleri selamlıyorum Cumanız  Mübarek  olsun. Cuma Günü  Gazetemizin  köşesinden sizlere seslenmek sizlerle beraber olmak güzel bir duygu güzel  bir haslet.

İnsan olarak yaratılmak bizim elimizde değil. Biz nasıl bir varlık olacağımıza karar vermedik. Farklı birer varlık olarak yaratılabilirdik. Ama karar veren Allah’ımız (c.c.) bizi insan olarak yarattı. Bize şereflerin en büyüğünü verdi. Sadece İnsan olarak yaratmakla kalmadı bize alemi sundu. Yaşanılacak bir yaşam nasip etti. Bu sebeple bu kadar güzellikleri bahşeden Rabbe karşı kulun teşekkür etmesi gerekir. Bu teşekkürün ifa edilmesinin yollarından biride ibadettir.

İbadet kişiye güzel bir hayat yaşama imkanı tanır. Hayat düzenini oluşturur. Yapılanlardan zevk alınmasına sebep olur. Kulu Allah’a yaklaştırır. Kötülüklerden uzaklaştır. Hayata farklı bir anlam katar. Bakış açımızı değiştir. İstenilen şekilde yapılan ibadetler Razı olunan bir hayatın işaretidir. Dünyadaki faydasından ziyade ahirette karşılaşılacak nimetler çok daha büyüktür.

İbadetler içerisinde bir ibadet var ki Kur’an-ı Kerim’de bulunan ayetler ile Sevgili Peygamberimizin hadislerini inceldiğimizde ön plana çıkmaktadır. Bu ibadet dinin direği, göz nuru, kalp aydınlığı, dünya ve ahiret güzelliği, sıkıntılara çözüm, kapalı kapıların anahtarı, gönül serinliği, kulu Rabbine yaklaştıran Namazdır. Namaz kulun miracıdır. Peygamber Efendimize miraçta emredilen beş vakit namaz ile her bir kul kendi miracını gerçekleştirmektedir. 

İfademin  bu kısmında Namaz ile ilgili Sevgili Peygamberimizden bizlere aktarılan hadisler ışığında namazın bizler için ne kadar önemli bir ibadet olduğunu vurgulamaya çalışacağım.

Namaz İslam’ın beş temel şartından biridir. Kelimeyi Şehadetten sonra ilk emredilen ibadet namazdır. Peygamber Efendimiz bir hadislerinde bu hususu şöyle ifade etmektedir.

 “İslâm beş temel üzerine bina kılınmıştır: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna şahitlik etmek. Namazı dosdoğru kılmak, zekâtı hakkıyla vermek, Allah’ın evi Kâbe’yi haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak

Namaz amellerin en faziletsidir. Resul-ü Ekrem Efendimize İbn Mesud Hangi ameller daha faziletlidir? diye sorunca,

 – “Vaktinde kılınan namaz” buyurdu.

– Sonra hangisi? dedim.

– “Ana babaya iyilik etmek” cevabını verdi.

– Daha sonra hangisidir? diye sordum.

– “Allah yolunda cihâd etmektir” buyurdular. Ahiret hayatında sorgu suale çekilecek ilk ibadet namazdır. Namazın hesabı kolay olursa diğer işlerde kolay olacaktır. Namazdan kasıt ise sadece beş vakit farz namaz değildir. Beş vakit namazla kılınan Regaib sünnet denilen namazlar, beş vakit dışına Peygamber Efendimizin ibadet maksadıyla kılmış olduğu ve sünnet denilen nafile namazlar hepsi ahiret hayatında bir bütün olarak değerlendirilecektir. Farz namazlarında eksikliği olanlar için nafile namazlar eksikliği tamamlayacaktır. Bir hadiste bu husus şöyle aktarılmaktadır.

 “Kıyamet gününde kulun hesaba çekileceği ilk ameli onun namazıdır. Eğer namazı düzgün olursa, işi iyi gider ve kazançlı çıkar. Namazı düzgün olmazsa, kaybeder ve zararlı çıkar. Şayet farzlarından bir şey noksan çıkarsa, Azîz ve Celîl olan Rabb’i:

-Kulumun nâfile namazları var mı, bakınız? der. Farzların eksiği nafilelerle  tamamlanır. Sonra diğer amellerinden de bu şekilde hesaba çekilir.”

Namaz kılanlar için bir temizlenme vaktidir. Beş vakit arasında yapılan küçük günahların affedilmesine vesiledir. Bu sebeple büyük günaha bulaşmamış olanlar namaz vesilesi ile tertemiz hale gelirler. Zaten Mümin temiz insandır. Madden ve manen temizdir. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullahsallallahualeyhivesellem’i şöyle buyururken işittiğini söyledi:

– “Ne dersiniz? Birinizin kapısının önünde bir nehir olsa da, o kimse her gün bu nehirde beş defa yıkansa, kirinden bir şey kalır mı?” Sahâbîler:

– O kimsenin kirinden hiçbir şey kalmaz, dediler. Resûl-i Ekrem:

– “Beş vakit namaz işte bunun gibidir. Allah beş vakit namazla günahları silip yok eder” buyurdular

 Beş vakit için alınan abdest, gusül ihtiyacı için alınan gusül abdesti ve lüzum görüldükçe alınan duşlar ile temizlenen bedenler, elbiselerde namaz kılınan yerlerde temizlik yapılmasıyla maddi temizlik yapılmakta, günahlara yapılan tövbeler, beş vakit kılındığı zaman arada yapılan küçük günahların affedilmesi, yine iki Cuma arasında büyük günahlara bulaşmadıkça küçük günahların affedilmesiyle manevi temizlik yapılmaktadır. Peygamber Efendimizden aktarılan bir hadiste Efendimiz şöyle buyuruyor. “Bir müslüman, farz namazın vakti geldiğinde güzelce abdest alır, huşû içinde ve rükûunu da tam yaparak namazını kılarsa, büyük günah işlemedikçe, bu namaz önceki günahlarına keffâret olur. Bu her zaman böyledir Diğer bir hadis-i şerifte ise şöyle buyrulmaktadır. “Büyük günahlardan kaçınıldığı müddetçe, beş vakit namaz ile iki cuma, aralarında işlenen küçük günahlara keffârettir.”

Kur’an-ı Kerimde bir ayette de namazın kişiyi kötülüklerden alıkoyacağı müjdesi bildirilmektedir. İlgili ayet şöyledir.

 “Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı kıl. Şüphesiz ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir.”

Namaz kılan insanlara melekler dua ederler. Bir hadiste şöyle buyrulmaktadır. “Sizden biriniz, abdestini bozmadan namaz kıldığı yerde oturduğu müddetçe, melekler kendisine:

– Allahım! Bunu bağışla, buna rahmetinle muamele et, diye dua ederler.”

Peygamber Efendimiz namazı bir şükür vesilesi olarak görmüştür. Hz. Aişe (r.a.) Annemizden şöyle bir hadis bizlere aktarılmaktadır.

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem geceleyin kalkıp ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Bunun üzerine ona:

– Yâ Resûlallah! Senin geçmiş ve gelecek bütün hataların bağışlandığı halde niye böyle kendini yoruyorsun? dedim.

Bana cevâben:

– “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu. Namazı cemaatle eda etmek için camiye ve cemaate gidildiği zaman ise birçok mükafatlar vardır. Bir hadiste Alemlere Rahmet olarak gönderilen Efendimiz şöyle buyurmaktadır. “Bir kimse evinde güzelce temizlenir, sonra Allah’ın farzlarından bir farzı yerine getirmek için Allah’ın evlerinden birine giderse, attığı adımlardan her biri bir günahı silip yok eder; diğer adımı da onu bir derece yükseltir.” Bir diğer hadiste ise Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor. “Bir kimsenin cemaatle kıldığı namazın sevabı, evinde ve çarşı pazarda kıldığı namazdan  yirmi beş kat daha fazladır. O kimse abdestini güzelce alıp, sonra sadece namaz kılmak maksadıyla mescide giderse attığı her adım sebebiyle bir derece yükseltilir, bir hatası da silinir. Namazını kıldıktan sonra abdestini bozmadan namaz kıldığı yerde kaldığı müddetçe, melekler ona:

Allahım! Ona rahmetinle muamele et, ona acı! diyerek dua etmeye devam ederler. O kimse  namazı beklediği sürece namazda imiş gibidir.”

Namazın bizler için nice hikmetleri vardır. Dünya ve ahiret için nice mükafatları vardır. Bunun yanında ibadetlerin, özellikle namazın ifa edilmesindeki asıl maksat Allah rızası olmalıdır. Ancak böyle bir namaz kula fayda sağlayacaktır. Her türlü yapılma şekli tam olsa bile niyet halis olmayınca sonuçta huzur sağlayacak bir sonuç olmayacaktır. Amellerde asıl olan niyettir. Niyetlerimiz ise Allah Rızası olmalıdır. Görsünler diye namaz kılınmamalıdır. Namaz kılındığı için kibirlenilmemelidir.

Bütün dinlerin kendine has merasimleri vardır. Bu merasimler ile Yaratana yaklaşıldığına inanılır. Bütün dinlerde mevcut olan ve vazgeçilmezlerden olan bu merasimlerin İslam Dinindeki en önemlisi namazdır. Namaz Sevgili Peygamberimiz tarafından “Dinin direği” olarak değerlendirilmiştir.

Namazda öyle bir zaman dilimi var ki, Efendimiz tarafından Yaratana en yakın olduğu an olarak kabul edilmiştir. İlgili hadis şöyledir. “Kulun rabbine en yakın olduğu hâl secdede bulunduğu hâldir. Bi­naenaleyh sız (secdede) duayı çok edin”

Peygamber Efendimizin hadislerinden yola çıkarak yapmış olduğumuz bu araştırmamızda şu hususların ön plana çıktığını görmekteyiz.

-Beş vakit namaz İslam’ın şartlarındandır ve akıl baliğ olan bütün Müslümanlar için farzdır.

-Ferdin yaşantısını düzenleyen en faziletli ibadet namazdır.

-Kur’an’ın ifadesiyle namaz kişiyi büyük günahlara gitmekten alıkoyar. Peygamber Efendimizin ifadesiyle de küçük günahlar için kefarettir. Bu sebeple namaz kılan Müslüman günahlardan hem uzak durmuş hem var olanlar var ise arınmış demektir.

-Kabul olunan Namaz kişiyi dünyada huzura kavuştururken ahirette cennete ulaştırmaktadır.

-Kıyamet gününde sorgu suale çekilecek olunan ilk ibadet namaz olması sebebiyle, sorgusunun rahat geçmesini isteyen namaz kılmalıdır.

-Namaz huşu ile kılındığı vakitte mümini kurtuluşa erdirecektir. Çünkü kurtuluşa eren Müminlerin ilk özelliği namazlarını huşu içerisinde kılmaları zikredilmektedir.

-Cemaatle kılınan namazlar vesilesi ile insanlar birbirleriyle kaynaşmakta bu kaynaşma ise sosyal yaşantının iyi yönde gelişmesine sebep olmaktadır.

-Namaz kılmak nasıl faziletli ise namazı beklemekte öyle faziletli ve sevap kaynağıdır.

Ramazan ayının feyiz ve bereketi içerisinde bulunuyoruz. Bu ayların bizlere kazandırmış olduğu en önemli özelliklerin başında ibadet hayatımız gelmektedir. Bu ayda ibadetlerimize daha fazla dikkat etmekte, her birini yerine getirmek için gayret göstermekteyiz. Ramazan ayının bizlere katmış olduğu bu hususu iyi değerlendirmek ve senenin tamamına yaymak bizim için en büyük kazançlardan olacaktır.

İbadetlerimizin özünü teşkil eden namazı ise terk etmemeye gayret göstermeliyiz. Namaz ile yaşantımızı süslemeli, namaz ile maneviyatımı yükseltmeliyiz. Yüce Rabbim ibadetlerimizi makbul eylesin. Namazlarımızı huşu içerisinde ve sadece Kendi rızası için kılmayı nasip eylesin. Gününüz  mübarek olsun. Allah’a emanet olun.

Devamını Oku
Marsbahis
deneme bonusu veren siteler