eşya depolama
DOLAR 36,5970 0.01%
EURO 39,9192 -0.23%
ALTIN 3.448,460,53
BITCOIN 3029228-0,05%
Edirne
19°

PARÇALI AZ BULUTLU

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Nuri Böcekbakan

Nuri Böcekbakan

07 Mart 2025 Cuma

  Oruç İbadetinin Dünya ve Ahiret Kazançları

  Oruç İbadetinin Dünya ve Ahiret Kazançları
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kıymetli Okurlarım!

     En kalbi duygularımla hasretle, özlemle, muhabbetle sizleri selamlıyorum. Cumanız Mübarek olsun.

Yaratanın kullarından istediği her şey yine onlar içindir. Son din İslam ile bize gönderilen her şey kendi menfaatimiz içindir. İtikat, ibadet ve ahlak alanında İslam Dininin inananlardan istemiş olduğu her şeyde nice hikmetler vardır. İbadetle geçirilen bir hayat ile ibadetsiz geçirilen bir hayat arasında birçok farklılıklar vardır. Kişi ibadetlerini yaptığı müddetçe, Yaratanını kendisinden istediği şeyleri hayata aktardığı müddetçe dünya ve ahiret huzurunu yakalayabilmektedir. Nefsin sakinleşmesi, bedenin dinlenebilmesi, manevi hayatın olgunlaşmasının en güzel yollarından biri ise Oruçtur.

Oruç sadece Allah rızası için imsak vaktinden güneş batıncaya (iftar vaktine) kadar yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmaktır. Akıllı, buluğ çağına erişmiş Müslüman’ın Ramazan orucunu tutması farzdır.

Bakara Süresinde peş peşe gelen 183-185 ayetlerinde öncelikle oruçtan bahsedilmekte, orucun İslam Dininden önceki dinlerde de emredile gelen bir ibadet olduğuna vurgu yapılmakta, sonra Ramazan ayının fazileti dile getirilerek farz olarak tutulacak orucun bu ayda tutulması emredilmektedir. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır.

 “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta, ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir. Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (mesela fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. (O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa onu oruçla geçirsin. Kim de hasta veya yolcu olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık Allah’ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir.” (1)

Oruç bir ibadettir. Herhangi bir ayda tutulabilirdi. Ama Yüce Rabbimiz Oruç ibadetini Ramazan ayında tutmamızı emretmektedir. Bu ay pek kıymetli bir aydır. Çünkü Ramazan ayında son ilahi kitap Kur’an-ı Kerim inmeye başlamıştır. Bu aya kıymet veren en önemli husus budur.

Sevgili Peygamberimizden Orucun fazileti ile ilgili birçok hadis bizlere ulaşmıştır. Dünya ve ahiret hayatı için bizlere birçok müjdeler içeren bu hadislerden birkaçını sizlerle paylaşmak isterim.

“Kim, faziletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (2)

“Allah rızâsı için bir gün oruç tutan kimseyi Allah Teâlâ,  bu bir günlük oruç sebebiyle cehennem ateşinden yetmiş yıl uzak tutar.”(3)

“Cennette reyyân denilen bir kapı vardır ki, kıyamet günü oradan ancak oruçlular girecek, onlardan başka kimse giremeyecektir. Oruçlular nerede? diye çağrılır. Onlar da kalkıp girerler ve o kapıdan onlardan başkası asla giremez. Oruçlular girince o kapı kapanır ve bir daha oradan kimse  girmez.” (4

“Aziz ve celîl olan Allah “İnsanın oruç dışında her ameli

kendisi içindir.Oruçbenimiçindir,mükâfatınıdabenvereceğim “buyurmuştur.

Oruç kalkandır. Biriniz oruç tuttuğu gün kötü söz söylemesin ve kavga etmesin. Şayet biri kendisine söver ya da çatarsa: ‘Ben oruçluyum’ desin.

Muhammed’in canı kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki,

oruçlununağız kokusu,Allahkatındamiskkokusundandaha güzeldir.

Oruçlunun rahatlayacağı iki sevinç anı vardır: Birisi, iftar ettiği zaman, diğeri de orucunun sevabıyla Rabbine kavuştuğu andır.” (5)

Oruç inananları kötülükten korur. Orucun kişiyi koruması hem dünyevi hem de uhrevidir. Vaazımızın girişinde sizlerle paylaşmış olduğum ayette Yüce Rabbimiz orucu bizlere emretmekte, oruç tutmak suretiyle korunabileceğimizi bizlere bildirmektedir. Oruç bir koruyucu kalkan gibidir. Kişiyi fuhşiyata düşmekten, yanlışlar içerisinde olmaktan kurur. Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır. “Oruç bir kalkandır, o halde oruçlu kötü söz söylemesin. Kendisi ile çekişip kavga etmek isteyen kimseye iki defa, “ben oruçluyum” desin.”(6) Kalkanda delikler olur veya çok zayıf bir kalkan nasıl ki kişiyi koruyamaz ise, oruç kalkanını ahlakımızı güzelleştirmememiz zayıflatmaktadır.

 Oruç kişiyi Cehennem ateşinden korur. Mükâfatını yalnız Allah’tan bekleyenler, sadece bedenine değil ruhuna oruç tutturanlar, dilini kötü sözlerden, aklını yanlış düşüncelerden, kulağını hatalı şeyleri dinlemekten, gözü yanlışa bakmaktan, eli yanlışı tutmaktan, ayağı yanlışa gitmekten, mideyi haram lokma yemekten koruyanlar Cennete Reyyan kapısından gireceklerdir. Oruçlu kişi iftar ettiği zaman nasıl ki bir sevinç duyuyor ise böyle güzel oruç tutanlar asıl sevince Rablerine kavuştukları zaman tadacakladır. Rabbim cümlemize rızaya uygun oruç tutmayı nasip etsin.

Oruç ahlakımızı güzelleştirmelidir. Orucun kişinin ahlakını güzelleştiren bir ibadettir. Sabahtan akşama kadar aç kalmanın adı değildir Oruç. Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır. “Çok oruç tutanlar var ki onlara tuttukları oruçlardan sadece açlık ve susuzluk kalır. Çok gece ibadet edenler vardır ki onlara da bundan kalan sadece uykusuzluktur.”(7)

Oruç kişiden ahlaki kötülükleri bertaraf ettiği gibi, kişiyi ahlaken kemale erdirir. Oruç ahlakımızı yıpratmak suretiyle cehenneme sürüklemek isteyen ve bunun için türlü türlü yollar benimseyen şeytana karşı en önemli mücadelelerden biridir. Bu ayda tutulan oruçlarla yalandan arınmalı, gıybet ve dedikoduya yaklaşmamalı, haram olan fiiliyatlardan uzak kalmalıyız. Şu hususu hatırda tutmakta fayda vardır. Rabbimizin bizim aç durmamıza ihtiyacı yoktur. Dünyada aç kalalım da aklımız başımıza gelsin diyerek da oruç emredilmemiştir. Orucun en önemli mahiyeti işte tam bu noktada çıkmaktadır: Nefsimizi arındırmak. Nefsin terbiye olması, nefsin kamil mertebeye ermesinde orucun yeri bir başkadır. Bu sebeple bu arındırmayı gerçekleştirmeye engel olan bütün kötü hasletlerden uzak durmalıyız. Hz. Resulullah (s.a.s) Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyuruyor. “Her kim yalan söylemeyi ve yalanla iş görmeyi bırakmazsa Allah onun yemesini, içmesini bırakmasına değer vermez.”(8)

İmam Gazali oruç tutanları üç mertebeye ayırmıştır. 

Avamın Orucu: Bu oruç, mide ve tenâsül uzvunu şehvetlerden sakındırmaktır. Yani yemek, içmek ve cinsî münasebette bulunmaktan sakınmaktır.

Havass Orucu: Kulak, göz, dil, el, ayak ve sâir âzaları günahlardan uzak tutmaktan ibarettir.

Ahass’ul-Havass’ın Orucu: Kalbi, dünyevî düşüncelerden tamamen arındırıp Allah’tan başka herşeyi kalpten uzaklaştırmaktır.(9)

Oruç iradeyi kuvvetlendirir. Kişiye zorluklara karşı sabırla davranmayı öğretir. Çünkü “Oruç sabrın yarısıdır.”(10) Aç kalmanın ne demek olduğunu bildirir. Fakirliğin, muhtaç olmanın ve yiyecek bir şey bulamamanın ne kadar sıkıntılı bir hal olduğunun farkına vardırır. Elde bulunan nimetlere şükür getirilmesi gerektiğini hatırlatır. Şükür ise nimetin artmasına vesiledir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır.

“Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.”(11)

Oruç, Kalbi dünyaya daldırmaktan kurtarır. Nefsi temizler. Oruç ayrıca bedene sıhhat kazandırmaktadır. Özellikle tıbbın gelişmesi ve incelemelerin sıklaştırılması ile orucun bedene kazandırdığı birçok faydalar ortaya çıkmakta, bazı doktorlar tedavi amaçlı orucu tavsiye etmektedirler. Peygamber Efendimiz bu hususu çağlar öncesinden “Oruç tutunuz, sağlık bulunuz” ifadeleriyle bizlere bildirmektedir. 11 ay boyunca hiç durmadan çalışan midemiz bu vesile ile dinlenmekte, yağ depolayan vücudumuz oruç ile yağlarını yakmaktadır. Böylece gelecek bir yıla hazırlık yapılmaktadır.

Oruç sosyal düzenin korunmasına fayda sağlayan bir ibadettir. İftar sofralarında bir araya gelen insanlar muhabbetlerini artırmaktadırlar. Bu ayda oruç vesilesi ile, fakirlere yapılan yardımlar ile zenginler ve fakirler arasında açılabilecek derin çatlaklar ortadan kaldırılmakta, birlik ve beraberlik hasıl olmaktadır. 

Ramazanda oruç tutmanın dünya ve ahiret faydası çok büyük. Ancak bu faydalara imanımızı kâmil hale getirmek, amellerimizi Rabbimizin istediği sevgili Peygamberimizin de hayatına aktardığı şekilde yerine getirmek ve “En güzel ahlak ile gönderilen” “En güzel ahlakı tamamlamak için gönderilen” Rahmet Peygamberi Efendimizin (s.a.s.) ahlakıyla ahlaklanmak suretiyle kavuşacağız. 

Bedenen, ruhen ve sosyal açıdan birçok faydaları bulunan orucun bizlere kazandıracağı pek çok güzellik var. Bu güzelliklere ulaşmanın yolu ise Yüce Rabbimizin ve Sevgili Peygamberimizin bizlerden istemiş olduğu şekilde oruç tutmaktır. Yüce Rabbim oruçlarımızı, namazlarımızı, hayır ve hasenatımızı makbul eylesin. Bu günlerin feyiz ve bereketinden yararlanabilmek için Kendi rızasına uygun davranışlar sergilemeyi nasip eylesin. Geceniz mübarek olsun. Allah’a emanet olun.

1. Bakara, 2/183/185

2. Buhârî, Savm 6

3. Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 1221

4. Buhârî, Savm 4

5. Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 1218

6. Buhârî, Savm, 8

7. İbn Mâce, Sıyam, 21

8. Buhârî, Savm, 8

9. Gazali, İhya-u Ulumi’d-Din, c.1

10. Tirmizi, Da’avat, 86

11. İbrahim, 14/7

Devamını Oku

Ramazan Ayına Hazırlık…

Ramazan Ayına Hazırlık…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kıymetli Okurlarım !

On bir ayın sultanı, Kur’an ve oruç ayının rahmet gölgesi üzerimize düşmüş bulunmaktadır. Bu hafta  28 Şubat 2025  Cuma Gününü  Cumartesiye  bağlayan gece inşallah  ilk Teravih namazını, gecesinde de Sahura kalkarak Ramazan orucunu tutmaya başlayacağız. Bizleri On bir ayın sultanı olan Ramazan Ayı’na kavuşturan Yüce Rabbimize sonsuz hamd ve şükürler olsun, Onun Sevgili habibi peygamber efendimize salat’u selam olsun.

Ramazan; dua, niyaz, ibadet ve sabır ile iradelerimizin eğitildiği, nefislerimizin terbiye edildiği; tövbe ile günahlardan arınıldığı, amel defterinin sevapla doldurulduğu, ahlakın güzelleştirildiği ve Allah’ın rızasının kazanıldığı bir aydır.

Çünkü kul, şehevi duyguları, yeme ve içmesi, söz, eylem ve davranışları, aile fertleri, komşuları, akrabaları, varsa işçileri, maiyetinde çalışanları ve diğer insanlarla ilişkilerinde Allah için kendisini disipline etmekte, hayra, iyiliğe ve güzelliğe yönelmektedir.

Müjde Müminler size ihsân-ı rahmandır gelen

Şânına ta’zim için bu mâh-ı gufrandır gelen

Ondadır feyz-i hidâyet ondadır afv’ü kerem

Kadrini bil mevsîm-i inzâl-ı Kur’an’dır gelen

Bu aya Ramazan denilmesinin hikmeti;

Ramazan, arapça bir kelimedir. Bu mübarek aya Ramazan isminin verilmesindeki hikmet şöyle belirtilmiştir:

-Yaz sonunda, güz mevsiminin başında yağan ve yerdeki tozları temizleyen yağmur manasına gelen “ramdâ” kelimesinden alınmıştır. Bu yağmur, nasıl yeryüzünü yıkayıp tozlardan temizliyorsa, Ramazan ayı da mü’minleri günahlardan öylece temizler.

-Diğer bir anlamı da güneşin şiddetli hararetinden taşların yanıp kızması anlamına olan “ramad” kelimesinden alınmıştır. Böyle kızgın yerde yürüyenin ayakları yanar, zahmet ve meşakkat çeker. Bunun gibi oruç tutan kimse de açlık ve susuzluğun hararetine katlanır, meşakkat çeker, içi yanar. Kızgın yer orada yürüyenlerin ayaklarını yaktığı gibi, Ramazan da müminlerin günahlarını yakar, yok eder.

Her iki mananın birleştiği nokta; oruçlunun bu ayda günahlardan arınacak olmasıdır.

İnşaallah bizlerde Ramazan ayını gereği gibi ibadet, taat,hayır hasenat ve güzel ahlakla değerlendirerek, Rabbimizi razı ederek, günahlardan temizlenerek bayrama affedilmiş olarak çıkan kullardan oluruz.

Pegamber Efendimiz Ramazan ayı hakkında,“Ramazan’ın Evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden kurtuluş’tur” buyurmaktadır. (Beyhaki , Şuab, 3/306)

Bizlerde bu ayın rahmet ve mağfiretinden istifade ederek, cennete girecek olan mü’minlerden olmaya gayret edelim inşallah.

Değerli Okurlarım!

Ramazanı değerli ve ayrıcalıklı kılan hususlar vardır. Bunlar;

-İnsanlığa gönderilen son kitap Kur’ân-ı Kerîm’in bu ayda indirilmesi,

-Bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesinin bu ayda olması,

-Temel ibadetlerden olan oruç farizasının bu ayda tutulması,

-Teravih, mukabele, itikâf, iftar, sahur ve fıtır sadakası gibi önemli sünnetlerin hep bu ayda yaşanmasıydı.

-Son kitap olan Kur’an’ın bu ayda inmesi, sıradan bir ay olan Ramazan’ı “Mübarek ay” yapmıştır.

Allah Resulü Ramazana kavuşma arzusuyla dua ederdi

Allah Resulü, Ramazan ayına kavuşma arzusunu dualarında açığa vururdu. Enes b. Mâlik’in naklettiğine göre, Receb ayı girdiği zaman Peygamber Efendimiz şöyle dua ederlerdi;

“Ey Allah’ım Recep ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a kavuştur.”(Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. l, s. 259)

Allah Resulü ashabını Ramazana hazırlardı

Ayrıca Sevgili Peygamberimiz, Ramazan öncesinde yaptığı sohbetlerle, ashabının zihinlerini ve gönüllerini bu mübarek aya hazırlardı. Nitekim Ramazan ayının bu niteliklerini şu sözleriyle özetlemişlerdi:

MübarekRamazan ayı size geldi Yüce Allah bu ayda size oruç tutmayı farz kıldı. Bu ayda sema (cennet) kapıları açılır, cehennem kapıları ise kapanır ve şeytanların azgınları bağlanır.(Nesai,siyam,5)

Selman-ı Farisi anlatıyor: Rasulullah Şaban ayının son günü bizlere şöyle hitap etti:

“Ey insanlar! Yüce ve mübarek bir ayın gölgesi üzerinize düştü. Öyle mübarek bir ay ki, içinde bin aydan daha hayırlı bir gecenin olduğu aydır. Allah bu ramazan ayının içinde gündüzleri oruç tutmayı farz kılmıştır. Geceleyin kalkıp namaz kılmayı (teheccüdü) de nafile kılmıştır. Kim bu ay içinde bir hayır işlerse diğer aylarda bir farz işlemiş gibi olur. Bu ayda bir farz işleyen ise diğer aylarda yetmiş farz işlemiş gibi sevap alır. Ramazan sabır ayıdır. Sabrın sevabı, mukabili, karşılığı ise cennettir. Bu ay şehrü’l-muvâsâhtır/yardımlaşma ayıdır. (Şehrül muvâsâh demek, birisine mâlî bakımdan, aynî bakımdan, eşya ve yiyecek içecek bakımından yardım etme ayı demektir.) Bu ayda Allah mü’minin rızkını arttırır.

Bu ayda kim bir oruçluyu iftar ettirirse bu, günahlarının bağışlanmasına ve cehennemden kurtulmasına sebep olur. İftar ettirdiği oruçlu ne sevab kazandıysa, onun ecrinin bir misli de iftar ettirene verilir. O oruçlu misafirin sevabından hiç bir şey eksilmeden, ev sahibine de onun ecrinin bir misli verilir.

Sahabe-i kiram: “Hepimiz oruçluya iftar ettirecek, sofra kuracak durumda değiliz! İftar ettirecek durumda olmayanlar ne olacak?” diye sordular.

Hz. Peygamber de şöyle buyurdu:” Ramazan ayında şu dört şeyi çokça yapınız. Bunlardan ikisini yapmakla Rabbinizi razı edersiniz. Öteki iki tane iş de sizin vazgeçemeyeceğiniz, mecbur olduğunuz şeylerdir. Dört şeyi çok yapın! Rabbinizin rızâsına ereceğiniz iki şey;

1- Eşhedü en lâ ilâhe illallah” demek.

2- Allah’ı anıp istiğfar etmektir.

Kendisinden müstağni kalamayacağınız öteki iki iş: Allah’tan cennetini istemenizdir ve cehennemden Allah’a sığınmanızdır. (Sahih-u İbn-i Huzeyme)

Ramazan ayının ilk gecesi için Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur;

“Ramazan ayının ilk gecesi olunca, şeytanlar ve azgın cinler zincire vurulur, cehennemkapıları kapatılır ve hiçbiri açılmaz. Cennetin kapıları açılır ve hiçbiri kapanmaz. Sonra bir (melek) şöyle seslenir: Ey hayır dileyen, ibadet ve kulluğa gel! Ey şer isteyen günahlarından vazgeç! Allah’ın bu ayda ateşten azat ettiği nice kimseler vardır ve bu Ramazan boyunca her gece böyledir. (Tirmizi,savm,1)

Kıymetli Okurlarım !

Ramazan ayında Allah’ın rahmetinden kendisini mahrum eden kimse bedbaht kimsedir.

Akabe biatlerinde etkin görev almış olan Ubâde b. Sâmit (ra), Ramazan ayının yaklaştığı bir günde Resûlullah’ın (sav) şöyle dediğini nakleder:

“Ramazan ayı size bereketiyle geldi, Allah o ayda sizi zengin kılar, bundan dolayı size rahmet indirir, hataları yok eder, o ayda duaları kabul eder. Allah Teâlâ sizin (Ramazan ayındaki ibadet ve hayır konusunda) birbirinizle yarış etmenize bakar ve meleklerine karşı sizinle övünür. O hâlde iyilik ve hayırdan yana Allahu Teâlâ’ya kendinizi gösterin. Ramazan ayında Allah’ın rahmetinden kendisini mahrum eden kimse bedbaht kimsedir. (heysemi,m.z.3,344)

Bu konuda başka bir Hadisi şerifinde Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor;

Ben yanında zikredildiğim zaman bana salât okumayan kimsenin burnu sürtülsün,

Ramazan girip çıktığı halde günahları affedilmemiş olan insanın burnu sürtülsün

Anne ve babasına veya bunlardan birine yetişip de onlar sayesinde cennete girmeyen kimsenin de burnu sürtülsün .( Tirmizi,Deavat,100)

Peygamber Efendimizin özelliklerinden bir tanesi de çok istisnai bir kaç olay dışında hayatında hiç beddua etmemesi, hiç kimseye lanet okumamasıdır. Burada ise bir sitem vardır. Bir insan, Allah’ın rahmetinin, bereketinin, mağfiretinin sağanak sağanak yağdığı, Ramazan ayına kavuştuğu halde arınmadan, temizlenmeden Ramazan’ı gereği gibi değerlendirmeyerek terk ederse ona yazıklar olsun buyurmuştur. Çünkü bu şekilde davranmak arınmaya direnmektir.

Rabbimiz bizi bu ayı gereği gibi değerlendiren bahtiyar kullarından eylesin.

RAMAZAN AYI KUR’AN-I KERİMİN İNDİRİLDİĞİ MÜBAREK AYDIR

İnsanlığı, içine düştüğü karanlık ortamdan çıkarıp aydınlığa kavuşturan yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, bu ayda indirilmiştir. İnsanlığın ufuklarını karartmış olan bilgisizlik, dalalet ve vahşet bulutları, bu ayda sevgili peygamberimizin şahsında bütün insanlığa gönderilen Kur’an-ı Kerim’in evrensel mesajlarıyla, cehaletin yerini bilgi, haksızlığın yerini adalet ve düşmanlığın yerini de sevgi ve barış almıştır.

Ramazan ayı, Kur’an-ı Kerim ayıdır. Kalplere nur, gönüllere şifa, müminlere rahmet ve bütün insanlığa hidayet olan Kur’an-ı Kerim bu ay içerisinde bulunan Kadir Gecesinde indirilmiştir.

İçinde inmiş olan ayı on bir ayın sultanı yapan, içinde inmiş olduğu günü bin aydan hayırlı yapan Kur’an-ı Kerim, emirlerine uyup yasaklarından kaçınan kimseyi, hem dünyada hem de ahirette aziz ve şerefli yapar.

Bir aya, bir güne nur katan, aydınlık veren Kuran insana nur katar aydınlığıyla ışıldatır. Dünya ve ahirette mü’minin mutluluğunu sağlar.

Bu konuda yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır.

Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun.

Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin.

Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez.

Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah’ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir. (Bakara, 2/185)

O halde bu ay’ı değerli kılan Yüce Kitabımız Kur’anı Kerimi, bilmeyenler öğrenmeli, bilenler okuyup manasını anlamalı ve anladığımızı hayatımızda eyleme dönüştürerek yaşamalıyız.

Sahura kalkamadık veya hastaneye gideceğiz veya sınavım var gibi çeşitli bahanelerle oruç tutmamazlık yapmayalım. Hastanede orucumuzu bozacak bir durum olmayabilir. Böyle durumlarda sahurumuzu yapıp niyetimizi saat 12′ ye kadar geciktirebiliriz. Çünkü, ramazan ve nafile oruçlarda niyetimizi, öğle namazına bir saat kalıncaya kadar geciktirme iznimiz vardır.

Muhterem Okurlarım !

-kan tahlili yaptırmak orucu bozmaz

-Kulak damlası, göz damlası orucu bozmaz

-Ancak vücüda güç, kuvvet, vitamin veren iğneler ve serumlar orucu bozar.

Oruç tutan sıhhat bulur

Oruç insanın sağlığını korur: Orucun sağlık ve tedavi yönünden de önemi büyüktür. Peygamberimiz: 

“Oruç tutunuz ki sıhhat bulasınız” buyurmaktadır. (Keşfü’l-Hafa, II, 33)

İnsan vücudunun bütün gün çalışarak yorulan organları uyku ile dinlendiği gibi, bir yıl durmadan çalışan mide ve sindirim organları da oruç sayesinde dinlenir ve görevlerini daha iyi yapma imkanı kazanır.

Günümüzde yaygın olan kalp, tansiyon ve şeker gibi hastalıkların en önemli sebepleri arasında aşırı beslenme ve buna bağlı şişmanlık olduğu ve pek çok hastalığın tedavisinde perhiz tavsiye edildiği bilinmektedir. Oruç tutanların tecrübeleriyle sabittir ki, ramazan ayında dinlenip temizlenen vücut makinesi senenin diğer aylarında daha sağlıklı ve verimli çalışmaktadır.

Nitekim batılı bilim adamları peygamberimizin bu hadisini teyit edercesine orucun sağlığa iyi geldiğini bildirmektedir.

Fransız prof Pier Mulen şunları söyler: “İslam dünyasının en yararlı kurumlarından biri oruçtur. Oruç, bedenin hem fiziksel, hem ruhsal dinlenişidir. Dokuları temizler, birikmiş toksinleri, zehirleri atar. Müslümanlar böylece her yıl bir ay bedenlerini dinlendirirler. Hıristiyan dininde orucun bulunmaması büyük bir kayıptır.” (DIB aylık dergi, Ocak 1999, 719

1940 Nobel Tıp ödülünü kazanan ünlü bilim adamı, Dr. Alexis Carrel “L’Hamme, Cet İnconnu” adlı eserinde şöyle demektedir:

“Oruç sırasında organizmalarda depo edilmiş besin maddelerinin harcandığını, sonradan bunların yerine yenilerinin geldiğini, böylece bütün vücutta bir yenilenme olduğunu ve orucun sağlık bakımından çok yararlı olduğunu söylemektedir.

Niçin oruç tutmalıyız?

Biz, herhangi bir menfaat düşüncesi ile değil yalnız Allah’ın emri olduğu için ve onun rızasını kazanmak maksadıyla oruç tutarız.

Hz. Ali diyor ki: “Karşılığında bir menfaat umarak yapılan ibadet, ticaretçinin ibadetidir. Korku sebebiyle yapılan ibadet kölenin ibadetidir. Allah’ın nimetlerine şükretmek maksadıyla yapılan ibadet, hür olan kimsenin ibadetidir.”

Makbul olan ibadet, Hz. Ali’nin de belirttiği gibi Allah’ın nimetlerine karşı şükran borcunu yerine getirerek onun rızasını kazanmak maksadıyla yapılan ibadettir.

Allah, ancak böyle samimi bir düşünce ile yapılan ibadetleri kabul eder.

.

Değerli Okurlarım !

Güneş her eve doğar, ama penceresini, perdesini açanlar ondan istifade eder. O halde gelin önümüzdeki Cuma günü i akşamı, bir güneş gibi manevi hayatımızı aydınlatacak Ramazan hilaline gönlümüzü açalım.

Her şeyiyle son damlasına kadar ondan istifade edelim. Ramazan ayına zihnen, kalben kendimizi hazırlayarak karşılayalım.

Ramazan ayını layık olduğu biçimde karşılayabilmek için, uzuvlarımızı oruca ortak olacak şekilde bir edebe alıştırmalıdır.

Bunu temin edebilmek için, dile yalan söyletmemeli ve gıybet suçu işletmemeli; kulağa haram olan konuşmaları dinletmemeli; eli, dinimizin yasakladığı şeylere uzanmaktan ve can yakmaktan korumalı; ayakları şeytanî yollarda tozlanmaktan muhafaza etmeli; vücut ikliminin sultanı olan kalbi, bozuk inançlardan ve sapık düşüncelerden, şehvanî hayallerden temiz tutmalıdır.

Tek kelimeyle, vücudun tamamını ORUCA HAZIR ETMELİYİZ.

.

Rabbim bizi sağlık, sıhhat içerisinde Ramazan ayına kavuştursun inşallah. Ramazan ayını da gereği gibi değerlendirip, kadir gecesinin faziletini alan ve bayrama af edilmiş olarak çıkan bahtiyar kullarından eylesin

Devamını Oku

İMAN VE İSTİKAMET

İMAN VE İSTİKAMET
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kıymetli Okurlarım!

      En kalbi duygularımla hasretle, özlemle, muhabbetle sizleri selamlıyorum. Cumanız Mübarek olsun.

Niceleri geldi geçti. Nice toplumlar, nice milletler, nice insanlar… Kimileri dünyasını abad etti, kimileri dünyasını harab etti. Kimileri iman etti, iman edilmesi gerekenlere iman etti ve ahretlerini abad etti, kimileri ahireti unuttu asıl hayatlarını harab etti.

Sıra bizde. Şimdi sorumuz kendimize şu. Bizde bu dünyada kaybedenlerden olup mu göçeceğiz, kazananlardan olup da mı dünyadan ayrılacağız?

Her gün beş vakit namazımızda okuduğumuz Fatiha süresinde bildirilen ayetlerle yeniden kendimize şu soruyu sormak istiyorum. İstikamet üzerine yaşayıp kendilerine nimet verilenlerden mi olmak istiyoruz, gazaba uğrayanlardan veya doğrudan sapmışlardan mı olacağız?

Bu soruları şu hadisi şerifi ön planda tutarak cevap bulalım. Âlemlere rahmet olarak gönderilen kutlu elçi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s) Efendimiz şöyle buyuruyor.

 “Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Âciz kişi de, nefsini duygularına tâbi kılan ve Allah’tan dileklerde bulunup durandır (bunu yeterli görendir)” (Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 67)

Gün İman ve İstikamet bağlamında dindarlığımızı sorgulama vaktidir.

Günümüzde yaşanan türlü türlü sıkıntıları yeniden anlamlandırma adına soralım. Menfaatlerimizle dinimiz çatıştığında dinimizi mi tercih ediyoruz, yoksa menfaatlerimizi mi? Nefsimize hâkim olmuyoruz da, ölümden sonrası için çalışmıyoruz da, nefsimizin peşine düşüp Rabbimizden umulması mümkün olmayan dileklerin peşine düşüp de kendimizi mi harap ediyoruz, dünyalığımızı mahvettiğimiz gibi ahiretimizi de mahvediyoruz? Yoksa menfaatlerimizle dinimiz çatıştığında dinimizi tercih edip “Sırad-ı Müstakim” den ayrılmadan Rabbimizin kendilerine nimet verdiklerinin yollarından mı gidiyoruz?

Gün nefsimizi muhasebeye çekme vaktidir. Gün dindarlık vaktidir. Dindarlık ise sadece namaz kılmakla, oruç tutmakla, zekât vermekle, hacca veya umreye gitmekle gerçekleşmiyor. Tüm ibadetlerimiz yanında menfaatlerimizle dinimiz çatıştığında biz dinimizi tercih ediyorsak gerçek anlamda dindarlığı elde etmişiz demektir. Yoksa menfaatlerimize dokunulduğu ilk anda hemen yanlışa, yalana sarılıyorsak, menfaatlerimizin gerçekleşmesi noktasında hareket ediyorsak, dinin emirlerini unutup yasaklarını çiğniyorsak o zaman dindarlığımızı yeniden sorgulamalıyız. Şu beyit ne güzelde açıklıyor.

Savm-u salât hac ile sanma biter zahid işin,

İnsan-ı kamil olmaya lazım olan irfan imiş.

Peki, nedir İstikamet

Sözlükte “kalkmak, ayakta durmak, düzeltmek, bir iş mutedil olmak, devam ve sebat etmek, bir işi üzerine almak, hak zuhur etmek, sabit olmak” anlamlarındaki “k-v-m” kökünden gelen istikâmet, doğru ve mutedil olmak demektir. Eğri olmanın zıddıdır. İstikamet tasavvuf yolunun ana unsurudur. Çünkü tasavvuf söz ile özü Allah’ın yoluna bağlama yolu yani istikamet yoludur.

İstikamet İslam fıtratı üzerinde sapmadan ilerleme yoludur. Bu yolda şeytanlar vesvese verebilir, nefsin kendine hoş gelen şeyleri isteyebilir ve menfaatlerinle dinin çatışabilir. İşte istikamet yoldan saptıranlara uymamaktır.

İstikamet iman ettiklerimizi hayat tarzı haline getirmemizdir. Söz verdiğimizi yerine getirmemizdir.

Rabbimiz bize nasihat ediyor. Rabbimiz bizi dosdoğru yola davet ediyor. Rabbimiz bizi Kur’an-ı Kerime uymaya davet ediyor. İşte o ayetlerden birinde Rabbimiz şöyle buyuruyor.

 “İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.” (Bakara, 2/177)

Gün imanımızı yoldaş edip istikamet üzerinde olma vaktidir

Yaratanımız bize şu müjdeyi vermektedir.

 “Rabbimiz Allah’tır” deyip de istikamet üzere dosdoğru yolda yürüyenler için ne bir korku vardır ne de onlar üzüntü çekeceklerdir. İşte onlar, cennet ehlidir. Amellerinin karşılığı olarak orada ebedî kalacaklardır.” (Ahkaf, 46/13-14)

Bizler Rabbimiz Allah (c.c.) diyip iman etmedik mi? Bizler Amentü’de bildirenleri kabul edip hayatımıza aktarmadık mı? Bugün ne oluyor da üç kuruşluk dünya menfaati için “Sırad-ı Müstakim” den ayrılıyor iman etmiş olanlar.  Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) bizlere şu tavsiyede bulunmadı mı?

 “Allah’a iman ettim de! Sonra da dosdoğru ol!” (Müslim, İman, 62)

Evet, bizler iman, amel ve ahlakla ilgili birçok hususu bildiğimiz halde hayatımıza aktarmada problemler yaşıyoruz. İman ettik dedikten sonra imanın gerekliliğini gerçek anlamda yerine getirmiyoruz. Amelimizi Salih bir hale getirmek için çaba göstermiyor, güzel ahlaklı olma yolunda en güzel örneği Peygamberimizin ahlakını hayatımıza gerçek anlamda aktarmıyoruz. Öyleyse geliniz! Şu Cuma vakti yeniden sorgulayalım kendimizi, ölüm gelmeden önce sorgulayalım. Soralım nefislerimize ve bozulmamış vicdanlarımızla cevap verelim.

İstikamet yolunda olmak için istikamet sahibi kâmil insanlarla beraber olmalıyız.

İstikameti nasıl koruyacağız? İman edip sırad-ı müstakimden nasıl ayrılmayacağız? Rabbimiz şöyle buyuruyor.

“Ey inananlar! Allah’a karşı saygılı olun ve özü-sözü doğru olanlarla beraber bulunun.” (Tevbe, 9/119)

Sırad-ı Müstakimden ayrılmamanın en önemli yolu sırad-ı müstakim yolundan gidenlerle beraber olmaktır.

Efendimiz (s.a.s) ise bir hadislerinde kendileriyle beraber olduklarımızın ne kadar önemli olduğunu ve arkadaş seçerken nelere dikkat etmemiz gerektiğini şu benzetmeyle bizlere buyuruyor.

 “İyi ve kötü arkadaşın hali, güzel koku satanla körük çekenin haline benzer: Misk satan, ya sana güzel kokusundan bir miktar meccanen verir ya  sen satın alırsın, ya da (hiç değilse onunla beraber olduğun sürece) güzel koku koklamış olursun. Körük çeken kimse ise, ya  elbiseni yakar ya da (en azından) körüğün kötü kokusundan rahatsız olursun.” (Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 364)

Emrolunduğumuz gibi dosdoğru olmamız istenmektedir.

Efendimiz (s.a.s.), Hud süresi nazil olduktan sonra bu sürenin Kendisini ihtiyarlattığını ifade etmiştir. Kendisine hangi ayet diye sorulunca ise    “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (Hud, 11/112) ayeti kerimesini işaret etmiştir. (Kur’an Yolu, Türkçe Meal ve Tefsir, c. 3, s. 195)

Gün doğru olma ve doğrularla beraber olma vaktidir. Gün yalancılardan ayrılma vaktidir. Çünkü bizi iyiliğe ve nihayetinde cennete götürecek yol doğruluk yoludur. Kötülüğün ve nihayetinde cehennemin yolu ise yalandan geçmektedir. Bu tavsiyeyi biz Efendimizden (s.a.s) şöyle öğrenmekteyiz.

“Şüphesiz ki sözde ve işte doğruluk hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir. Yalancılık, yoldan çıkmaya (fücûr) sürükler. Fücûr da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında çok yalancı (kezzâb) diye yazılır.” (Buhari, Edep 69)

İstikamet, bizim yol haritamızdır.

İstikamet, hangi çağda olursak olalım ahdimizi yerine getireceğimizin ifadesidir.

İstikamet, menfaatlerimizi arka plana atıp, dinimizi ön plana almaktır.

İstikamet, çağa ayak uydurmak değil, doğrunun yanında yer almaktır.

İstikamet, hangi gerekçe olursa olsun Rabbimizin ve Peygamberimizin yolundan ayrılmamaktır.

İstikamet, aklımızı hak ve hakikat yolunda kullanmaktır.

İstikamet hak yolunda olmak, hakkı söylemektir.

Geliniz! Bu Cuma vaktinde şu duaya hep birlikte amin diyelim.

“Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi saptırma! Bize tarafından bir rahmet bağışla. Hiç kuşku yok, lütfu bol olan yalnız Sensin.” (Al-i İmran, 3/8)

Sözlerimi  her gün tekrar tekrar okuduğumuz Fatiha süresi ile sonlandırıyorum.

“Hamd (övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. O, rahmândır ve rahîmdir. Ceza gününün mâlikidir. (Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız. Bize doğru yolu göster. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!” (Fatiha, 1/1-7)

Devamını Oku

DÜNYAYI BARIŞ VE İTİDALE ÇAĞIRIYORUZ

DÜNYAYI BARIŞ VE İTİDALE ÇAĞIRIYORUZ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

     Kıymetli Okurlarım!

     En kalbi duygularımla hasretle, özlemle, muhabbetle sizleri selamlıyorum. Cumanız Mübarek olsun.

Yüce Yaradanımızın bizler için sunmuş olduğu mübarek bir geceye, günahların bolca bağışlandığı, hatalar ve kusurlar için bağışlanma dileyenler için affın sağanak sağanak yağdığı yeni bir fırsat gecesini Beraat gecesine  13.02.2025 Perşembe  günü akşamı kavuşmuş olduk. Rabbimize şükrediyoruz. Sevgili Peygamberimize O’nun Ehli Beytine ve Ashabına salat ve selam ediyoruz. Geçmiş  Beraat Geceniz Mübarek olsun.

Çok zor zamanlardan geçiyoruz.

 Bu Beraat kandili çok önemli idi bizim için Bu kandil birlik ve beraberlik içinde aynı safta toplanıp Ülkemiz, Milletimiz ve tüm Ümmet-i Muhammed için duada bulunma vakti idi  dualar ettik.

  Kıymetli  okurlarım!

Kuran-ı Kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış dini İslam’a girin. Şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.”[1]

 Hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (sas) namazlarının ardından Cenabıhakk’a şöyle niyazda bulunmuştur: “Allah’ım! Sen, Selâm’sın; selam, barış ve esenlik Sendendir. Yücelik ve ikram sahibi olan Allah’ım! Sen ne mübareksin.”[2]

  Kıymetli okurlarım!

Yüce dinimiz İslam barış ve esenlik dinidir. Allah’ın güzel isimlerinden birisi de “es-Selâm”dır. Rabbimiz, barış ve esenliğin kaynağıdır. Kullarına İslam ile barışın yolunu gösteren O’dur. Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’den itibaren gönderdiği tüm rahmet elçileri aracılığıyla insanlığı barışa davet etmiştir. Zira barışın olmadığı yerde savaş vardır. Savaşın olduğu yerde ise kan, gözyaşı ve sönen ocaklar vardır. Yetim ve öksüz kalan çocuklar, dağılan aileler, yıkılan medeniyetler, kaybolan umutlar vardır.

İslam’ı kabul edenlere, barışın teminatı anlamında Müslüman denilmiştir. Müslüman, Rabbimizin “Selâm” isminin dünyadaki temsilcisidir. Müslüman, barıştan yana tavır alan, etrafına güven veren, huzur ve kardeşlik ortamına katkı sunan insandır. Bununla birlikte Müslüman, zulme rıza gösteremez. Zalime asla destek olamaz. Çekilen sıkıntılara, yaşanan acılara duyarsız kalamaz. Tek bir kuruşuyla dahi masumlara sıkılan kurşunların, mazlumlara atılan bombaların destekçisi olanlara katkı sunamaz. İstiklâl Şairimiz, Müslüman’ın bu tavrını şöyle ifade etmektedir:

Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.

Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım:

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!

Değerli okurlarım!

Dünyamızı yangın yerine çevirmek isteyen siyonist zalimler tarafından, önce Gazze’de şimdi de göçe zorladığı  Filistinli masumların, bebeklerin ve kadınların üzerine bombalar yağdırılmaktadır. Anlamı “ferahlık ve esenlik” olan Refah kentinde insan hakları, zulmün ateşinde yakılmaktadır. Annelerinin kokusuna doyamamış yavrular, yavrularının kokusuna doyamamış anneler şehit edilmektedir. Yalnızca bir şehir, bir toprak parçası değil, dünyanın gözü önünde Gazzede  tüm Dünyada  insanlığın izzeti çiğnenmektedir. Can, mal ve namus dokunulmazlığı ayaklar altına alınmaktadır. Mazlumlara gönderilen insani yardımlara dahi engel olunmaktadır. Bununla birlikte zulüm, sadece Gazzede ve Refah’ta, Filistinde  değil maalesef Doğu Türkistan başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde devam etmektedir.

  Okurlarım!

“Dünyaya barış ve demokrasi getireceğiz” söylemiyle İslam beldelerine ölüm kusan caniler ve onların destekçileri, bu güçlerini ümmet-i Muhammed’in suskunluğundan almaktadır. Ne acıdır ki, ümmetin dağınıklığı zalimlerin pervasızlığını günden güne artırmaktadır. Dünyamız, her zamankinden daha fazla barış ve itidale muhtaçtır. Bunun yolu ise Müslümanların dayanışmalarından ve aralarındaki kardeşlik bağlarını güçlendirmelerinden geçmektedir.

Öyleyse Değerli okurlarım!

Bu zorlu ve sıkıntılı süreçte görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmeye devam edelim. Rabbimizin, “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın.”[3] emrine kulak verelim. Zulmün karşısında tek yürek ve tek ses olalım. Gözü dönmüş cinayet şebekelerine karşı muhabbet ve kardeşliğimizi diri tutalım. Maddi ve manevi desteğimizi kardeşlerimize sunmaya devam edelim. Unutmayalım ki, Allah nurunu tamamlayacak; barış, yeryüzüne yeniden hâkim olacaktır.

Kıymetli  Okurlarım!

Yurtsuz  Vatansız Mekansız  bırakılmak istenilen kardeşlerimizin bir an önce salimen kurtulmasını Yüce Rabbimden niyaz ediyorum. Mevlam, vefat eden kardeşlerimize rahmet eylesin. Rabbim  İslam alemine  sabırlar versin. Ülkemizi, milletimizi ve âlem-i İslam’ı her türlü kaza, bela ve musibetten muhafaza buyursun. Ramazanı Şerif yaklaşıyor .Dün akşam Beraat gecesini idrak ettik . Rabbim izin verirse   onbeş gün sora  Rahmet Mağfiret Bereket ayına kavuşacağız.Ne olur Çok dua edelim Yalvaralım Yüce Allaha   Ortadoğudaki  zulüm, kan dursun Müslümanlar  selamete ersin.  Rabbime emanet olun. AMİN

[1] Bakara, 2/208.

[2] Ebu Davud, Vitr, 25.

[3] Âl-i İmrân, 3/103.

Devamını Oku

İSLAMDA KARDEŞLİK                

İSLAMDA KARDEŞLİK                
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kıymetli  Okurlarım !  

 En Kalbi duygularımla hasretle  özlemle  saygı ile muhabbetle  sizleri selamlıyorum. Cumanız  Mübarek olsun. Rabbim Rızkımızı bol  muhabbetimizi daim eylesin

İslamın Emirlerinden den biri de,

“Mü’minler ancak birbirlerinin kardeşidir” (Hucurat suresi ayet 10 ) hükmü gereğince, İslam kardeşliğidir. İslam kardeşliği, ana-baba kardeşliğinden üstündür.

Allah için Müslümanları sevmek ve Din için kardeşlik yapmak en büyük ibadetlerdendir. (1) Dostluk güzel huyun meyvesidir. Ayrılık ise, kötü huyun neticesidir. Güzel ahlak, anlaşıp, sulh olup birlik ve beraberliği, kötü ahlak ise, düşmanlığı ve çekememezliği ve sonunda da birbirine sırt çevirmeyi gerektirir. (2)

Kardeşlikte en önemli unsur

“Birbirinizle iyilik ve takva üzere yardımlaşın. Sakın ha, günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın” (Maide suresi ayet 2) hükmü gereğince, iyilik ve takva üzerine yardımlaşmak.

“Hepiniz Allah’ın ipine topluca sımsıkı sarılın ve tefrikaya düşmeyin” (Al-i Imran suresi ayet 103) hükmü gereğince Allah’ın kitabına sarılmak ve tefrika yolunu terk etmek.

 “Mü’min erkeklerle, mü’min kadınlar birbirlerinin dostudurlar” (Tevbe suresi ayet 71 ) hükmü gereğince, Allah için dostluk kurmak.

“Birbirinizin kusurunu araştırmayın” (Hucurat suresi ayet 12) hükmü gereğince kardeşinin gizli taraflarını araştırmamak.

 “Bir topluluk, diğer bir topluluğu alaya almasın” (Hucurat suresi ayet 11) hükmü gereğince, onu memnun etmeyen davranışlardan uzak kalmak suretiyle, birbirine destek olmak. İşte kardeşlikteki en önemli unsur budur.

Medine’de gerçekleşen ilk İnkılab:

Resulullah (sav) Medine’ye gelip, mescidini kurduktan sonra, ashabı arasında ilk gerçekleştirdiği inkılab, İslam kardeşliğidir. Bu kardeşlik öyle sağlam bir temel üzere oturtulmuş idi ki, aralarında kardeşlik akdolunan Mekke’li muhacir Müslümanlar, Medine’li ensar Müslümanlara mal noktasında varis olabilmekte idiler. (3) Kur’an onların bu durumunu bir örnek ve model olarak seçip, gelecek insanlığa takdim etmek üzere:

– “Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı, içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile, onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Haşr suresi ayet 9)

       Kendi ihtiyacı olduğu halde başkalarını tercih etmeye “İSAR” denir. (4) Bunun en belirgin halini hiç şüphesiz Ashab-ı Kiramın üzerinde görmek mümkündür. Zira onlarda öyle bir kardeşlik anlayışı hakimdi ki, kendisi muhtaç olduğu halde, diğer kardeşine nimet verilmesini tercih ederdi. Cahiliyye devrinin müşrik insanları, İslam ile şereflenince ve peygamberin o üstün terbiyesine girince, işte böyle bir şekil aldığı görülmektedir.

       Bu duruma onların nasıl geldiklerini anlamak için şu tarihi olaya bakmak gerekmektedir: Cahiliyye dönemi Arapları, ateşli savaşlar, kin ve düşmanlıklar içindeydiler. Özellikle Evs ve Hazreç kabileleri bu durumdaydılar. (5) Bunlar arasındaki harp 120 sene devam etti. Ta ki İslam dini geldi, işte bu din sayesinde cenab-ı Hak o harbi söndürdü, aralarını uzlaştırdı. (6) Yıllarca bu insanların arasını bulmak parayla, deveyle mümkün olmamıştı. Ama parasız ve pulsuz İslam nimetiyle insanların gönülleri bir araya getirilivermiştir. (7) Kur’an-ı kerim bu olayı bizlere sunarken buyurur ki:

-“Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de, o kalplerinizi birleştirdi ve siz O’nun nimetiyle kardeş oldunuz. Uçurumun kenarında idiniz de, o sizi kurtardı.” (Al-i Imran suresi ayet 103)

       Asırlık düşmanlık, İslam kardeşliği potasında eridi. Kalplerindeki kin lekeleri ve pislikleri silinip temizlendi. Ruhları düşmanlıktan arındı. Allah’ın nimeti sayesinde birbirini seven, birbirine şefkatle bakan, kendileri muhtaç olsalar bile, başkalarını kendilerine tercih eden,

 “Mü’minler ancak kardeştirler” (Hucurat suresi ayet 10) ilkesine bağlanan kardeşler oldular. (8)

       Kardeşliğin en güzeli ashab arasında yaşanmıştır: Ashab-ı kiram arasında meydana gelen kardeşlik anlayışı, asırlarca hiçbir milletin o zamana kadar meydana getiremediği en büyük bir destan olmuştur. İbn-i Ömer (ra) derki:

– “Resul-i Ekremin ashabından birine bir koyun kellesi takdim edildi. O zat, falanca benden daha açtır, kelleyi ona verin! dedi. Öteki zatta aynı şekilde söyledi. Böylece kelle, yedi kişiyi dolaştıktan sonra, aynı adama tekrar geri geldi. Çünkü en aç olanı o idi.” (9)

Ensar, mallarını ve çocuklarını Allah ve Resulü için terk eden Muhacirler için Resulullaha gelerek:

– “Ey Allah’ın Resulü! Hurmalıklarımızı  bizimle kardeşlerimiz arasında paylaştır” dediler. Resulullah (sav): “Hayır olmaz” buyurdu. Ashabın güzidelerinden ve Aşere-i Mübeşşereden olan, Abdurrahman  b. Avf (ra) Medine’ye geldiğinde, Efendimiz (sav) onunla Sa’d ibn-i Rebi’ el-Ensari arasında kardeşlik akdetti. Bunun üzerine Sa’d, Abdurrahmana:

– Kardeşim! Medineliler içinde en çok serveti olan benim. Bak ve malımın yarısını al!……. dedi. Abdurrahman b. Avf (ra): “Allah hanımını,  malını sana mübarek etsin. Sen bana pazar yerini göster kafi dedi.” (10)

       Kardeşliğin, en yüce mertebesi Ashab-ı Kiram arasında cereyan eden ve dünya tarihinde eşine ve emsaline rastlanmayan en güzel duygular, onlardan sadece miras olarak kalmıştır. Allah’a giden yolun aslında ilk durağı, kardeşlerde fani olmaktır. İmanın en sağlam halkası, kardeşini kendi nefsine tercih etmektir. Merhum Muhammed İkbal’in şu veciz sözü ne kadar kıymetlidir:

 “Mü’minin bana sertçe bakışı, kafirin tebessümle bakışından daha kıymetlidir!..”

       Bunu ileriye geçemeyen, yani kardeşini kendi nefsine tercih edemeyen kimsenin, bu yolda mesafe kat etmesi hemen hemen mümkün değildir. İbadetlerden lezzet almak noktasında, sadık dostların çok büyük bir rolü vardır. Çünkü, sadık dostlar daima Allah ve Resulünden bahsederek, onlarla irtibat halindedirler. Her kim, böylesi insanlarla dostluk kurarsa, onların meclisinde bulunmaları, sohbetlerini dinlemeleri, tavsiyelerine uymaları ibadettir.

Sadık dostta aranacak vasıf ise, bakışıyla Allah’ı hatırlatmalı, Allah’ın rahmetinden ümid kestirmemeli ve Allah’ın azabından emin kılmamalıdır. Vefa bunlardadır. Allah’a vuslat yolu bunlardadır. Cenab-ı Hakkın sevgi ve bağışı onlarla beraberdir.

       Ashab-ı kiram arasındaki kardeşlik anlayışı ve davranışı böyle idi. Onlar kardeşlerini nefislerine tercih ederler, hiç bir ayırım yapmazlar idi. Onların bu hali şüphesiz ki, hakiki iman sayesindedir. Bununla beraber, insanlık hali karşılıklı atışmaları olduğu zamanda, hak ve adalete riayet ederlerdi. Özellikle aralarında bir anlaşmazlık çıktığı zaman, içlerinden birisi kalkıp iman telkinatında bulunur ve hep birlikte kelime-i tevhid ile imanlarını yenileyerek kendilerine gelirlerdi. 

Ebu Zer (ra) şöyle demiştir:

– Bir kere ben Bilali, anasından dolayı ayıplamıştım da, Nebiyyi Mükerrem (sav) bana buyurdu ki:

– Ey Ebu Zer! Onu sen anasından dolayı mı ayıplıyorsun? Demek ki sen, içinde henüz cahiliyye ahlakı kalmış bir kimse imişsin! buyurdu. Bunun üzerine ben yanağımı yere koyup:

– Bilal, ayağıyla basmadıkça yanağımı yerden kaldırmayacağım” dedim. (11) İşte Ashab-ı Kiram (ra) hatadan dönmenin ne büyük bir fazilet olduğunu böylece insanlık alemine sunmuş oluyorlar. Bunun için şu söz ne kadar yerindedir:

          Kişi hatasını kabul etmeden irfan sahibi olamaz! demişlerdir.

 Bu olay üzerine Resulullah (sav) buyurdu ki: “Bunlar sizin kardeşlerinizdir. Allah onları sizin, eliniz altına tevdi etti. Her kimin eli altında kardeşi bulunursa ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin ve onlara gücü yetmeyecek zahmetli işler yüklemesin. Şayet yüklerse yardım etsin.” (12)

Hz. Ali (r.a) efendimiz de buyururlar ki:

 “Dost edinin! Onlar sizin için dünya ve ahiret sermayesidirler. Cehennem ehlinin:

 “Bizim için şefaat edicilerden kimse olmadığı gibi, samimi dost da yoktur” (Şu’ara suresi ayet 100-101) diyeceklerini duymadınız mı! (13) buyurur.

       Sadık dost, dünyada hüzünlü ve kederli anlarda akarsu gibidir. Kıyamet gününde ise, şefaatçi ve yardımcıdır. Şöyle ki: Cennetlik bir Müslüman, cennette diyecek ki: « Benim dostum nerededir? » Halbuki dostu cehennemdedir. Bunun üzerine Allah teala: « Bunun dostunu çıkarın ve Cennete koyun » buyuracaktır. Geriye kalanlarda, « Bizim için ne şefaat eden var, ne de samimi bir yakınımız » diyecekler. (14)

      Kardeşlik ve arkadaşlık bu şekilde olursa, dünya ve ahirette fayda sağlar. Sadece dünyalık bir menfaat sebebi ile meydana gelen bir kardeşlik veya arkadaşlık, neticesiz kalır. Bu da, karşılık gördüğü nispette olur. Eğer karşılık görülmediği zaman, o kardeşlik o an sona erer. Sonra, dünyada temeli menfaate dayanan arkadaşlıklar, kıyamet gününde düşmanlık vesilesi olacaktır. Birbirlerine olan düşmanlıkları öyle olacak ki, Yüce Allah’ın huzurunda tartışarak, birbirlerini ebediyen görmeyi istemeyeceklerdir. Rabbimiz bu durumu bize şöyle bildirir:

 “O şeytan dostu kimse bize gelince arkadaşına:  « Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık bulunsaydı. Meğer ne kötü arkadaşmışsın sen » der.” (Zuhruf suresi ayet 38) 

       Çünkü, dünyada iken arkadaşlıkları menfaate yahut zevk ve eğlenceye yönelik olduğu için, birbirlerini günaha teşvikte yarışıyorlardı. Günahlarının hesaplarını bir bir verirken: « Ya Rabbi! Aslında ben bu günahı işleyecek durumum yoktu, ama, şu arkadaşımı görüyorsun ya, işte bu günahı onun hatırına işledim » diyecek. O da aynı şekilde : « Ben de şu günahı onun hatırına işledim » diyerek, Hakimlerin Hakimi olan Allah’ın huzurunda kavgalaşacaklar ve sonunda: « Ya Rabbi! Bizim aramızı öyle ayır ki, doğu ile batı arası kadar birbirimize uzak olalım » diyecekler.

Devamını Oku