03 Temmuz 2025 Perşembe
KORKU TÜNELİNDEN ÇIKMALIYIZ
TÜRKÇE'NİN HAL Ü PÜR MELÂLİ
Bekar veya Evli Kadın Olmak ve Kariyer
Açlık sınırı 27 bin lirayı geçti
TARİH UNUTMAZ; BİRİ UTANÇLA, DİĞERİ SAYGIYLA ANILIR ...
Sanat yapıtında Özne Sorunu 4
Recep Çınar
Deyimin kısaca anlamı, “Bir şeyi ona gereksinim duymayacak olan çevreye götürmek” şeklinde tarif edilir.
Bu konuda şöyle bir hikâye anlatılır! Bir zamanlar İstanbul’da bir Yahudi ve Müslüman bir Hintli deniz ürünü ticareti ile uğraşıyorlarmış. Gel zaman git zaman ortaklar arasına kara kedi girmiş! Yahudi Tüccar; “işi ben götürüyorum, dümenden sen kârıma ortak oluyorsun ayrılalım” demiş!
Ama ne derse desin Hintli kabul etmemiş. En sonunda Yahudi Tüccar yeni bir teklifle Hintlinin karşısına çıkmış. Yahudi Tüccar; Bak kardeş elimizde birkaç ton Salyangoz var. Bunun yarısını sen alacaksın, yarısını da ben. Herkes ayrı ayrı satacak” demiş.
“Yalnız kim malı satamaz ise çok ucuz fiyatla birbirimize satacağız” diye de eklemiş. Hintli bu teklife hemen atlamış, kendi kafasında yaptığı hesaba göre, “Ben daha rahat satarım. Ne de olsa burası Müslüman bir ülke” diyerek ellerini ovuşturmaya başlamış bile.
Yahudi Tüccar bir de not eklemiş; “Herkes Salyangozları kendi mahallesinde satacak!” Hintli, Müslüman Mahallesine gitmiş,bir kilo bile satamadan geri dönmüş!
Yahudi, tüm mallarını satmanın zevki bir tarafa, Hintlinin satamadığı mallarını da ucuza kapatmış! Böylece Yahudi, Hintli ortağından kurtulmuş, hem de kâr ederek!
Hintli derdinden meyhanelere düşmüş, bu düşüş bir Bektaşi’nin dikkatini çekmiş. “Kardeş derdin ne senin?” diye sormuş. Hintli olayı anlatmış!
Bektaşi; “Kim dedi sana Müslüman Mahallesinde Salyangoz sat” diyerek gürlemiş…
Bu hikâyeyi neden yazı konusu yaptım?
LEMAN Dergisinden Peygamberimize hakaret!
Sözde mizah dergisi LEMAN, 26 Haziran tarihli yayınında, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v) Ortadoğu’da bombalanan şehirlerin üzerinde resmederek hakarette bulundu.
Sözde dergi, yayınladığı bir karikatürle Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’i ve Hz. Musa’yı resmetti. Dergide yer alan karikatür ile ilgili dini değerlerin alenen aşağılandığı gerekçesiyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından re’sen soruşturma başlatıldı. Soruşturma kapsamında “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçlaması ile derginin imtiyaz sahibi ve genel yayın yönetmeni, yazı işleri müdürü, müessese müdürü, grafikerler ve karikatürü çizen kişinin de aralarında bulunduğu 6 şüpheli hakkında gözaltı kararı verildi.
Ayrıca İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında, derginin bahse konu sayısının toplatılmasına karar verildi. Dergiye ait sosyal medya hesaplarına erişim engellenmesi için gerekli çalışmaların başlatıldığı belirtildi.
Peki, bunlar, bir toplumun Peygamberine hakaret etme, alaya alma gibi cesareti nereden, kimlerdenalıyorlar? Bunları, Müslüman olmaları için zorlayan mı var? Kim hangi inanca sahip olursa olsun, diğerlerinin inançlarına hakaret etmek, alaya almak… ne haddine? Bilakis saygı gösterilmesi gerekmez mi? Bizim ecdadımız insanlığa Hakkı, Adaleti yaymak için Viyana’ya kadar ulaştılar. O fethettikleri yerlerde dini baskı yapmış olsalardı bugün o bölgenin tamamı Müslüman olurdu! Ama bizim dinimizde insanlara Hakkı ve Adaleti yumuşak dille, kırmadan, incitmeden güzel sözle anlatmak var! Rabbimiz (cc) Bakara Suresi 256. Ayette “Dinde zorlama yoktur” der!
Bu olayla ilgili Devletin birçok kademesinden kınamalar gelirken CHP Genel Başkanı Özgür Özel ise Skandal karikatürü Peygamber Efendimize “saygısızlık” olarak görmedi! Bir kez daha görüldü ki CHP’nin Din’e/İslam’a sahip çıkma konusunda (istisnalar hariç) bir derdi yok! Ama CHP’li Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanı Sayın Mansur Yavaş; “İfade özgürlüğü, nefretin ya da ayrıştırmanın aracı haline getirilmemelidir” şeklinde açıklama yaptı.
Avrupa ülkelerinden başta İsveç’te de zaman zaman Peygamberimize hakaret içeren karikatürler yapıldığı basında yer almaktadır.
Mesela; 13 Mayıs 2010 tarihli basında; İslam dünyasını rahatsız eden karikatürü çizen İsveçli karikatüriste haklı bir saldırı girişimi yapıldı. Peygamber efendimize hakaret içeren karikatürler çizen, İsveç medyasında yayınlanmasından sonra İslam dünyası tarafından sert protestolara maruz kalan İsveçli karikatürist Lars Vilks, Uppsala üniversitesinde konferans sırasında saldırıya uğradı. Konferans sırasında 15-20 kişilik bir gurup tarafından protesto edildi ve önde oturan bir kişi tarafından da kafa atılarak gözlüğü kırılmıştı.
Olaydan sonra Lars Vilks’e ait internet sayfasının da hackerler tarafından çökertildiğini belirtti. 13 Mayıs 2010.
18 Mayıs 2021 tarihli basında yer alan bir haber ise , “İsveç’in Malmö kentinde, “Hz. Muhammed’e hakaret içeren karikatür çizme” eylemi düzenlemek isteyen Danimarkalı aşırı sağcı Sıkı Yön (Stram Kurs) lideri Rasmus Paludan’a Malmö Emniyet Müdürlüğünün internet sayfasından yapılan açıklamada, Paludan’ın, 20 Mayıs perşembe günü Malmö’nün Rosengard bölgesinde yapacağı etkinliğe izin verilmediği belirtildi.
İnsanların inancını aşağılayıcı bu tür hassas konulara Hıristiyanlar bile müspet bakmazken, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, Peygamberimize hakaret içeren LEMAN Dergisinin karikatür olayını normal karşılaması ne ile izah edilebilir?
Allah (cc) yarattığı kullarına, akıl ve özgür iradesi verdikten sonra, yinede yalnız bırakmamış, onlara rehberler yol göstericiler göndermiştir. Fakat ne yazık ki Rabbin bazı kulları, Allah’ ın rehberinden istifade etmesini bilememiş, nefsimizin esiri olarak, adeta beşeri putlar yaratmışız kendimize!
İşte böyle! Bazıları hala Müslüman Mahallesinde SALYANGOZ satmaya çalışıyor. Ama yemezler!
Dostça kalın…
Recep Çınar
Ne o, şaşırdınız mı? Basında okuyanlarınız olmuştur. Geçtiğimiz günlerde Edirne Şoförler ve Otomobilciler Esnaf Odası Başkanı Ali Şahin, Edirne Belediyesinin aldığı kıyafet kararlarını açıkladı. Buna göre şoförler araç kullanırken Şort ve terlik giyemeyecek!
Konuyla ilgili Edirne Belediye Meclisi tarafından uygulamaya konulan yaz dönemi kılık kıyafet yönetmeliği gereğince; Edirne Belediye Başkanlığının ilgili birimi tarafından, toplu ulaşım ve ticari taksilere yapılacak denetimlerde söz konusu yönetmeliğe uygun olmayan şekilde (şort, kolsuz t-shirt, eşofman ve terlik) giyinen araç sürücülerine idari yaptırım uygulanacağı bildirildi.
Ahlak, “insanın bir amaca yönelik olarak kendi arzusu ile iyi davranışlarda bulunup kötülük ve çirkinliklerden uzak olmasıdır” şeklinde tarif edilir. He şeyin bir ahlakı olduğu gibi “giyim – kuşam”ın da bir ahlakı var!
Hele giyim kuşam konusu! Günümüzde bazıları Çarşı – Pazar Şortla (don) ve Sütyen ile dolaşıyor! Bu hangi “ahlak”a sığar, tahrikten başka nedir ki! Zira ahlak, hangi inançtan olursa olsun genel bir konu. Herhangi bir konuda ahlaksızlık, başkalarına zarar vermektir, hakkına tecavüz etmektir.
Toplumumuzun çoğunluğu hatası ile eksiği ile Müslüman! Müslüman, Allah’ın emirlerine teslim olan insan demektir! Bu nasıl Müslümanlık? Tabii ki İstediği inanca sahip olmak herkesin hakkı.
Bakara Suresi 2456. Ayette; “Dinde zorlama yoktur. Hakıykat, iman ile küfr apaçık meydana çıkmıştır…” diyor, Allah (cc).
Ahzab Suresi (33:59) ayette ise; “Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler. Bu, onların tanınıp incitilmemelerine de daha uygundur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir” buyurur!
Peygamberimiz (sav) da bir Hadislerinde: “Kadın örtülmesi gereken avrettir (başkasının görmesi haram olan yerler). Dışarı çıktığı zaman Şeytan ona gözünü diker” diye uyarır!
Ahlaki giyim konusunda birçok Hıristiyan ülkeler bile bizden çok daha makul (akla uygun) hareket ediyor!
Mesela; “İtalyan sahil kasabası bikiniyle dolaşmayı yasakladı” başlıklı bir haberde, İtalya’nın güneybatısındaki Amalfi kıyısındaki kasabanın Belediye Başkanı Massimo Coppola bikiniyle dolaşanlara 500 avroya kadar para cezası verileceğini duyurdu. Üstsüz dolaşan tatilciler de yeni yasağın hedefinde!
Times gazetesindeki bir habere göre ise basın toplantısında konuşan Belediye Başkanı “vücudunun çok az yerini kapatacak şekilde” giyinen turistlerin yerel halkta “rahatsızlık ve huzursuzluk yarattığını” söyledi.
BaşkanCoppola, insanların çoğunluğu tarafından “medeni şekilde birlikte yaşamanın kuralları olan ahlak ve görgüye aykırı” kabul edilen, “yaygın uygunsuz davranışları” yıkmak istediğini belirtti.
Yine İtalya’dan konu ile ilgili bir başka bir haber; “Plaj kıyafetleriyle dolaşan turistlere 75 Euro para cezası”!
Kuzey İtalya’nın Venedik yakınlarındaki sahil beldesi Chioggia, şehir merkezinde plaj kıyafetleriyle dolaşan turistlere 75 Euro para cezası kesiliyor. Üstsüz yasağı erkekler için de geçerli!
Belediye Başkanı Mauro Armelao, “İnsanların şehir merkezinde yarı çıplak dolaşmasına izin veremeyiz, polis bu konuda taviz vermeyecektir” diyor. Böylece Sahile 50 metreden fazla uzaklaşan herkes giyinmek zorunda kalacak! Başkan, “Her gün süpermarketlerde yüzme kıyafetli erkekler ya da bikinili bayanlar görmek normal değil” diyor.
Liguria’daki Portofino şehri de şehirde yüzme kıyafetiyle dolaşmayı yasaklıyor. Bu yasak, kasabada “üstsüz” dolaşan erkekler için de geçerli. Belediye Başkanı Matteo Vaicava “Portofino bir mücevherdir ve buna uygun davranmanız gerekir” diyor.
Son zamanlarda toplumumuzda kılık kıyafet konusunda bazıları iyice haddi aştılar! Düne kadar iç çamaşırlarını bahçeye asmaya utanan bir nesilden, iç çamaşırları ile dışarıda utanmadan gezen bir nesil çıktı! Çarşı, Pazar kimi “Don” ile kimi de “Sütyen” ile dolaşıyor!
Tabi ki AB (Avrupa Birliğ) ZİNA’nın suç sayılmamasını istedi diye ülkemizde Zina suç sayılmaktan çıkarılırsa, iş buraya kadar varır!
Peki, Şort ve Terlikle şoförlük yapılmaz da, bazılarının çarşı pazarda “Don ve Sütyenle” gezmeleri neyin nesi? Velhasıl, bu konuda Hıristiyanlar kadar da olamıyorsak vay halimize!
Dostça kalın…
Recep Çınar
Tarihi bir Kırkpınar Yağlı Güreşlerimize bir hafta zaman kaldı. Dile kolay, bu yıl 30 Haziran – 6 Temmuz tarihleri arasında 664. ncüsü yapılacak! Tarihi kayıtlarda bu güreşlerin ilkinin, 1361 yılında ve bugün Yunanistan sınırları içinde kalan Simavna ile Sarı Hızır köyleri arasındaki arazide yapıldığı belirtilir. Kaynaklardaki hikâyesi de malum; 40 Akıncı ile başlamış ve yenişemeyen bu yiğitlerin yorgunluktan ölümü ile neticelenmesinin ardından bu mekânda “kırk pınar”ın fışkırdığı geçer. “Kırkpınar Yağlı Güreşleri” ismini de buradan aldığı rivayet edilir.
Osmanlı’nın son dönemlerinde Kırkpınar Güreşlerinin, savaşlar sebebiyle zaman zaman kesintilere uğradığı görülür.
* 1877–1878 Osmanlı Rus Savaşı nedeniyle 1878, 1879, 1880 ve 1881 yıllarında (4 yıl) Kırkpınar Güreşleri yapılamadı.
* Balkan Savaşı’nda Edirne, 26 Mart–10 Temmuz 1913 tarihine kadar, Bulgar işgalinde kaldı. Bu nedenle 1913 yılı güreşleri de yapılamadı.
* I. Dünya Savaşı nedeniyle (1914–1918) ve savaştan sonra Trakya, Yunan işgalinde kaldığı için 1919, 1920, 1921 ve 1922 yıllarında (8 yıl) Kırkpınar Güreşleri yine bir duraksamaya uğruyor.
* 25 Kasım 1922 tarihinde, Türk Ordusu Edirne’yi Yunanlıların işgalinden kurtardıktan sonra Cumhuriyet döneminde ilk güreşlerin 30 Mayıs 1924 günü Himaye-i Etfal (Çocuk Esirgeme Kurumu) yararına Sarayiçi’nde yapıldığı bilgisi de tarihin sayfaları arasında yer alıyor.
Yani, Kırkpınar Yağlı Güreşleri Edirne’de, Edirne Sarayı ya da Saray-ı Cedid-i Amire (Yeni Saray)’nin bahçesi olan mekânda 1924 yılından bu yana aralıksız yapılmaktadır.
Konu Saraylar olunca kısaca değinmeden geçmek olmaz!
Edirne Sarayı, tarihi kayıtlara göre yapımına II. Murat döneminde başlanıyor ve Fatih Sultan Mehmet zamanında tamamlanıyor. Tunca Nehri’nin batısında ve tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri’nin yapıldığı alanı da içine alıyor.
Saray, 19. yüzyıla kadar kullanıldı. Saraya gidip kalmış Osmanlı padişahları arasında Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim, I. Ahmed, IV. Mehmed, II. Ahmed, II. Mustafa, III. Ahmet bulunur.
22 Ağustos 1829’da Rusların şehre girip, şehri terk ettikleri 14 Eylül 1829 tarihine kadar geçen süre içinde Sarayda büyük bir yıkım yaşanır. 1878’deki 93 Harbi sırasında ise Rusların Edirne’yi işgal edeceği haberi üzerine Valinin emri ile sarayın yakınında bulunan cephaneliğin Rusların eline geçmesin diye ateşlenmesi sonucu saray ortadan kalkar. Bilindiği gibi Saray’ın yeniden eski haline getirilmesi için 2008 yılında kendisine “kazı başkanlığı” görevi verilen Sakarya Üniversitesi’nden Doç. Dr. Mustafa Özer, o yıllarda basına yaptığı açıklamada şunları söylüyordu; “Orijinal yapısı içinde bulunmamasına rağmen Sarayın bahçesi içerisine tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri için Er Meydanı yapıldı. Zaman içerisinde saray alanında askeri kışlalar inşa edildi. Askeri kışlaların yerine ise daha sonra göçmenler için şu betonarme barınma evi yapıldı!” diyor.
Saray’a en çok zararı kurumların verdiğini de söyleyen Doç. Dr. Özer, “Bu sorunların başında Edirne Sarayı’nın içinden geçen asfalt yol var! Dünyanın hiçbir ülkesinde ve hiçbir sarayının içinden asfalt yol geçmez. Aynı zamanda Sarayın içerisinde bulunan Kırkpınar Güreş Stadyumu var. Bu saraya ciddi zararlar vermektedir. Ayrıca, Devlet Su İşleri’nin yapmış olduğu seddeler de Sarayı paramparça etmiş durumda” demişti.
Zaten Osmanlıdan kalan emanet tarihi eserlere gereği gibi sahip çıkılmadığı ayan beyan ortada! Emanetlerin bir kısmı satıldı, bir kısmı yıkılmaya, yok olmaya terk edildi!
Tarihçi ve Şair Rıfkı Melül Meriç’in, Edirne’deki tarihi eserlerle ilgili hazırladığı listede bakın neler var; 72 Cami (15’i Selâtin Camii –Padişahlar ve Aileleri tarafından yapılan), 153 Mescid, 56 Tekke, 48 Medrese, 9 imaret, 35 Mekteb, 4 Çarşı (2’si Bedesten), 21 Han ve Kervansaray, 35 Hamam (Saray ve Konak hamamları hariç), 13 Sebil, 10 Havuz, 230 Çeşme, 8 Köprü (7’si Tunca 1’si Meriç üzerinde), 62 Türbe, 32 Kabristan.
Rıfkı Melül Meriç’in bu mühim incelemesinde, Cumhuriyet devrinde vakıflarca satılan ve sayısı yüzlerle ifade edilen Cami, Mescid ve emsali yapıların ve de bazılarının hangi muamelelerde satıldığının vesikaları ve listeleri de mevcut. Mesela; Esmahan sultan Camii, 1928’de 70 TL’na, Balaban Paşa Camii 1926’da 30 TL’na, Nişancı Paşa Camii 1940’ta 260 TL’na, İbrahim Paşa Camii 1938’de 450 TL’na (Keresteci Musevi Mişon’a), Hazinedar Sinan Bey Camii 1929’da (Musevi Yako’ya), Eskici Hamza Mescidi 1939’da m2’si 25 kuruştan (Musevi Bohor’a) satılmış.
Daha neler neler! Peki, bunca Osmanlı eserinden ne kaldı ki? Kalanlar, yüzde 25’i geçmez. Böyle bir savurganlık!
Konumuz bu değil ama yeri gelince de bahsetmeden geçemiyorum! Dünyada eşine az rastlanan tarihi zenginliklerine bile sahip çıkmayan bir zihniyet, Kırkpınar’a mı sahip çıkacak! Gereği gibi sahiplenilmeyen Kırkpınar’ımız adeta kurumaya yüz tuttu! Bu bakımdan Kırkpınar Yağlı Güreşleri konusunda yapılacak çok şey var. Bunları yapacak adam lazım! Her yıl Kırkpınar mevsimi yaklaştığında veya etkinlik sona erdiğinde bir şeyler söylenir, yazılır. Ama hepsi öylece müteakip seneye devreder! Osmanlı’ya ve O’nun emanetlerine lafla sahip çıkılmaz. Her şeyden önce o ruha sahip olmak gerekir. Kırkpınar deyince önce Osmanlı yüreğine sahip olmak lazım!
1924 yılı şartlarında Yağlı güreşlerin bugünkü mekânda yani Saray bahçesinde yapılması bir zaruretten kaynaklanmış olabilir ki öyle. Ancak aradan geçen bir asırlık zaman zarfında buna hala bir çözüm bulunamamış olması elbette ki bir acziyetin, beceriksizliğin ifadesi değil de nedir? Yıllardır söylenenler, yapılanlar ipe un sermekten başka bir şey değil. Böyle önemli ve Uluslararası 664 yıllık bir etkinlik sadece Belediye’nin altından kalkabileceği bir iş de değil. Bu konuyu Gençlik ve Spor Bakanlığı da ele alarak, STK’ların ve halkın da el ele vererek sahiplenmesi gerekir.
Diğer taraftan mevcut yağlı güreş meydanı artık birçok yönden ihtiyacı gereği gibi karşılamamaktadır. Bu konuda İlgili Bakanlık, Belediye, STK’lardan oluşturulacak bir heyet, Kırkpınar Güreşleri için ihtiyaca cevap verecek daha uygun bir yer tespit etmeli ve günün şartlarına ve uzun vadede ihtiyaca cevap verecek uygun yeni bir mekân oluşturulmalıdır. Tespit edilecek mekân şehir merkezinden 10 Km. kadar dışarıda olması uygun olur. Mevcut saha da Saray’a katılmalıdır.
Yeri gelmişken şunu da yazmadan geçemeyeceğim! Günümüzde şehrimizde gereği gibi değerlendirilmeyen birçok mekânlar var! Mesela; Şimdiki Kırkpınar Sahası, Eski Futbol Sahası, Eski İmam Hatip Lisesi Arsası, 5. Kolordu Komutanlığına ait iki bina. Eski SSK Hastanesi Mekânı ile Eski Emniyet Müdürlüğü binasının bulunduğu mekânlar da ihtiyaca göre değerlendirilebilinir! Yeni yapılan “Millet Bahçesi” Edirne’ye bir değer kazandırdı. Onlarca yıldır birçok yapılamayanı Sayın Valimiz 2 yıl gibi kısa bir zamanda başardılar. Edirne kendilerini ödüllendirmesi lazım!
Güreşlere 10 gün kala Kırkpınar sahasına giderek şöyle bir dolaştım!
Belediye, Üç Şerefeli Camiden başlayarak Kırkpınar meydanına kadar (Hükümet Caddesinde) asfalt tamiratı yapıyordu. Kırkpınar sahasında da çalışmalar oldukça yoğun bir şekilde sürüyor. Geçen yıllara göre bir farklılık/yenilik var! Mesela meydanda sıra dükkânların yapılması güzel olmuş. Ancak, halk arasında kiraların 65 – 70 bin TL olduğu söyleniyor! Bunun altından kalkılamaz olduğu konuşuluyor!
Alanda Kırkpınar hazırlığı olarak bir şeyler yapılıyor ama çevrenin ve mevcut ağaçların bakımsızlığı, Tunca nehrinin berbat hali! Ayrıca nehir kenarında kurumuş otlar ise adeta yangına davetiye çıkarıyor! Bir sigara izmariti atılsa (Allah korusun) felakete yol açabilir! Hele Tunca nehrinin yıllardır bakımsızlığı anlaşılır gibi değil! Bunun sorumlusu kim? Yıllardır niye nehrin temizlik ve bakımı yapılmıyor? Ülkemizin dört bir tarafından, hatta başka ülkelerden gelecek insanlar bu manzaraları görünce acaba ne derler? Böyle mi şehircilik olur?
Maksadım körü körüne eleştiri değil, yanlışları söyleyip doğrusunu göstermek!
664. Tarihi Kırkpınar Güreşlerimizin yiğitlik ve kardeşlik ölçüleri içinde en güzel bir şekilde gerçekleşmesini tüm halkımız arzu eder! Ancak ister Kırkpınar Güreşleri etkinlikleri döneminde, isterse diğer zamanlarda şehrimize gelen yerli ve yabancı misafirlere gereği gibi “ev sahipliği” yapmalıyız. Kanaat sahibi olmalıyız. Hile ve aldatmaktan uzak durmalıyız! Zira bir insanı, herhangi bir şekilde aldatmak suretiyle üzen kimse, büyük bir günah yüklenmiş olur! Peygamberimiz (sav) bir hadislerinde, “aldatan bizden değildir” buyurarak bizi uyarır!
Bu duygu ve düşüncelerle 664. Tarihi Kırkpınar Güreşlerimizin hayırlı ve bereketli geçmesini temenni ediyor, tüm Pehlivanlarımıza kolaylık ve başarılar diliyorum.
Dostça kalın…
Recep Çınar
Katil İsrail yaklaşık iki yıldır Gazze’de katliamlarını sürdürüyor. Ölenlerin sayısı 56 bini, yaralıların ise 130 bini geçti. Müslüman’ıyla gayri Müslimiyle tüm dünya bu katliamları seyrediyor! Önce şunu bilelim ki, İsrail’in uyguladığı bu zulüm planı dünün, bugünün planı değil, yüzyıllarca öncesine dayanır. 1897 yılında İsviçre’deki Stadt Casino Basel’in müzik salonu, Yahudiler tarafından 100 yılın planlandığı Siyonist Kongre’ye sahne oldu. Burada Theodor Herzl öncülüğündeki Siyonistler 4 temel karar aldılar: 1. Sultan Abdülhamit tahttan indirilecek, Osmanlı yıkılacak. 2. Filistin bölgesinde İsrail devleti kurulacak. 3. Arz-ı Mev’ud’a (adanmış topraklar) ulaşılacak, 4. Büyük İsrail oluşturulacak. Theodor Herzl, 258 delege karşısında konuşurken o kadar kararlıydı ki, “Ben zihnimde İsrail devletini kurdum” bile diyordu, o zaman!
Yahudilerde Siyonizm ideali 5 bin seneden önceye dayanır. Kabbala’ya göre İsrail tanrısı Yahudilere Arz-ı Mev’ud’u vaat etmiştir. Nil’den Fırat’a uzanan bölgede (Türkiye’nin de bir kısmı buna dahil) devlet kurmak inançlarının gereğidir. 1933’te 1 doların üzerine Rooswelt tarafından 13 basamaklı bir piramit yerleştirilmiş, üzerine de bir göz konularak Yahudi tanrısının yukarıdan her şeyi gördüğü (!) simgelenmiştir. İslam’daki “Allah’ın her şeyi gördüğü” inancına nazire yapılmıştır.
Siyonistler türlü entrikalarla lobi faaliyetleri ile BM, ABD, Batı’nın önde gelen devletlerini etkilediler. Hilelerle Filistin bölgesine yerleştiler ve 1948 yılında İsrail Devletini kurdular. İlk 50 yıllık hedeflerine zamanında ulaştılar. Dördüncü hedefleri için çalışırken Türkiye’de Milli Görüş hareketi başladı. Merhum Erbakan Hoca, 13 basamaklı piramidin ne anlama geldiğini anlattı. Onların kendilerini “efendi” kabul edip, diğer insanları “köle” yapmak isteyen sinsi planlarını deşifre etmişti.
Milli Görüş hareketinin insanlığa en büyük hizmetlerinden biri, bu konuda insanlığı uyarması oldu.
1. Yahudi Kongresi’nin (1897) 100. yılında Prof. Dr. Necmettin Erbakan Başbakan idi. O zamanki İsrail Başbakanı Ariel Şaron dedi ki: “Erbakan yarım dönem başbakanlık yaptı, hedeflerimizi 20 yıl erteledik. Bir dönem yapsaydı hedeflerimizi unutacaktık.”
Siyonizm’in Panzehiri!
Erbakan Hoca fesat yuvasını dağıtmakta kararlıydı. 1997’deki Başbakanlığı döneminde 1. Siyonist Kongre’nin yapılmasının 100. yılında, İsviçre’deki aynı salonda 2 nci Avrupa İslam Birliği Konferans’ını gerçekleştirdi. İslam Birliği’nin mutlaka kurulacağını vurguladı. (O konferansta ben de bizzat vardım) Siyonizm’e yapılan bu hamleyle düşmanların yüreğine korku saldı. Siyonistlerin Filistin’i işgal etmesinden sonra bölge huzur ve barışa hasret kaldı. Acı ve gözyaşı hâkim oldu. Olay, İslam dünyası başta olmak üzere bütün dünyayı etkiledi. İsrail çetesi, Müslümanların kutsal yerlerine saldırdı. İşgal, saldırı, zulüm bitmek bilmedi. Irak, Suriye, Libya gibi ülkelerde işgaller yaşandı. Siyonist İsrail’in ayak bastığı yerlerde felaketler yaşandı. İsrail, uluslararası kuralları yok saydı. BM kararlarını dinlemedi. Uluslararası Af Örgütü Filistin Raporu’nda, İsrail’in Filistin’de zulüm ve şiddet yöntemiyle ırksal ayrımcılık yaptığını, mekânsal ayrıştırma, mülksüzleştirme ve dışlama politikaları ile insanlık suçu işlediğini açıkladı. Mescid-i Aksa Müdürü Şeyh Ömer el-Kisvani, Aksa’nın 53 sene önce kundaklanarak yakıldığını açıkladı. Şimdi de altında kazı çalışması yapılarak hak ihlallerinin sürdürüldüğünü söyleyerek bir an önce harekete geçilmesi çağrısı yapmıştı: “Yahudilerin acımasız saldırıları karşısında Aksa’yı korumak tüm İslam âleminin görevidir” demişti.
(Milli Gazete, 23.08.2022)
ABD, “İsrail’le normalleşme” bahanesi ile İslam dünyasını abluka altına almak istiyor. Türkiye, Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn, Fas, Tunus… gibi işbirlikçi yönetimler maalesef İsrail’in yolunu açmaya öncülük ediyorlar.
İşgalci Durdurulsun, Ama Nasıl?
İşgalci İsrail inadından vazgeçmiyor. ABD, İsrail çetesine tam destek veriyor. Batılı ülkelerin çoğu terör çetesinin güvenliğini sağlıyor. Bölgede İslam dünyasını rahatsız edip duran bir gücün varlığını çıkarlarına uygun görüyorlar.
Çözüm Mü?
Siyonistler, İslam dünyasının işbirlikçi yöneticilerini kandırarak ayakta duruyorlar. İslam ülkeleri yöneticilerinin çoğu ise lafla peynir gemisi yürütmeye çalışıyor!
Burada yapılması gereken Türkiye, D-8 İslam Birliğini harekete geçirerek İsrail’e “otur yerine” demeli! Ama biz, İslam Birliğini aktif hale getireceğimize BOP’a (Büyük Orta Doğu Projesi) Eşbaşkanlık yapıyoruz!
Bu kuruluş ise Siyonizm’in Batıda Fas’tan, Doğuda Endenozya’ya kadar 23 İslam ülkesini yeniden dizayn ederek Siyonizm’in kontrolünde olmasını sağlamak. İsrail’i yaşatan ABD, AB… değil, Müslüman işbirlikçi yöneticiler!
Bir avuç Siyonist İsrail bundan cesaret alarak bu zulümleri yapıyor. Geçtiğimiz günlerde İsrail’in bölgedeki hedeflerini “turnuva kurgusu” ile anlatan sunucu Berkovic, “Çeyrek finalde Hamas’la berabere kaldık ve onları penaltıda yendik. Sonra yarı finalde İran’ı yendik. Şimdi Finalde Türkiye var” ifadelerini kullanıyor! Bu cesareti nereden alıyor? 2 milyar Müslüman’ın param parça oluşundan! Onun için acilen yapılması gereken, D-8’lerin aktif hale getirilmesidir.
Allah (cc), Âli İmrân 103. Ayette; “Hep birlikte Allah´ın ipine (kitabına, dinine, düzenine) sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah´ın üzerinizdeki nimetini düşünün…” diye bizi uyarmıyor mu?
Dostça kalın…
Recep Çınar
İnsanlık tarihine baktığımızda ondört asır önce insanlık bir kez daha ateş çukurunun kenarına gelmiş ve yeryüzü ifsat olmuştu.Yaratıcısını unutan insan, kendi elleriyle yaptığı putları kutsallaştırıp yüceltiyordu. Yaratıcıyla birlikte İlahi mesajlar da unutulmuş, heva ve heves üzerine bina edilmiş hayat, günümüzde olduğu gibi zayıfları eziyor, zenginleri el üstünde tutuyordu. Beşeri kanunlar zulmün başlıca kaynağıydı. Karanlıklara gömülen dünyayı şirk, zulüm, fesat ve ahlaksızlık kaplamıştı.
Kullarına karşı şefkatli ve merhametli olan Allah (cc) bir kez daha rahmetini gönderdi. İslam Güneşi karanlıkları parçaladı ve dünyayı aydınlattı. Kaskatı kesilmiş kalplerden âb-ı hayat (hayat suyu) fışkırttı.
Âlemlere rahmet olarak gönderdiği son Nebi ve son Resul olan Muhammed (sav)’i tek örnek, tek model ve tek önder seçti. İslam’ı, iman edip teslim olanların kendisine tutunduğu en sağlam kulp, yani “Urvetu’l Vuska” olarak gönderdi.
Günümüzdeki manevi çöküş sanki insanlığı ondört asır öncesine götürüyormuş gibi bir endişe uyandırıyor!
İnsanlık, Ateizm ve Deizm gibi inançsızlık fikirlerinin girdabında hayatın gerçek anlamını yitirir hale geldi. Aileden, toplumdan ve İslam’dan kopmuş bir şekilde boşlukta sürüklenmeye başladı. Hayatı tanıması ve hayatta bir yer edinmesi için okula gönderdiğimiz çocuklarımız “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” adı altında ifsat edici programlar ve etkinliklere maruz bırakıldı. “LBGT” vb. sapkınlıklar normalleştirilmeye, yasalarla korunmaya ve yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Üstelik toplumu yok oluşa sürükleyecek bu sapkınlık devlet eliyle desteklendi. Kimlik ve şahsiyet bunalımı yaşayan, aklının ve kalbinin sesini, alkol ve uyuşturucu ile susturmaya çalışan, toplumdan uzaklaşıp sanal bir dünyada yaşamayı tercih eden, oyun, eğlence ve kısa yoldan zengin olma hayalleri ile ömrünün en verimli dönemlerini tüketen vizyonsuz, sorumsuz ve uyuşturulmuş bir nesil oluştu.
İslam’ın koruma altına aldığı “aile” kurumu dağıldı ve yok olmanın eşiğine geldi. Evlilik dışı ilişkiler yaygınlaşırken, evlilik zorlaştırıldı. İslami bilinçten yoksun aile yapısı sebebiyle aile içi şiddet ve sorunlar arttı.
Bir kale misali korunması gereken ailelerimiz dağılıyor. Acaba tehlikenin farkında mıyız?
Hırsızlık, gasp, yaralama, tecavüz, taciz, uyuşturucu ve cinayetler adeta sıradanlaştı. Ana haber bültenleri, insanlık dışı, ahlak dışı, insaf dışı olayların haberleri ile doldu.
Fertlerin ve toplumun düştüğü bu kötü durumdan onları kurtaracak olan İslam da yoğun bir saldırı altında! Hüküm ve çözümleri hayattan uzaklaştırıldıktan sonra İslam’ı doğru anlamaya yönelik girişimlerin de önüne geçildi. Hurafelerle dolu, hayattan kopuk, sadece çöllere hükmeden bir İslam anlayışı, hâkim anlayış haline dönüştürüldü. Bizleri yoktan var eden, her türlü nimetlerle bizi rızıklandıran, hayatımızın ve ölümümüzün ancak kendisi için olduğu âlemlerin Rabbi olan Allah (cc)’ın bizlere indirdiği İslam’dan karış karış uzaklaşıyoruz! İslami şahsiyetimizi, teslimiyetimizi ve kulluk bilincimizi kaybediyoruz! Acaba tehlikenin farkında mıyız? Ne hale geldiğimizin ve nasıl bir akıbete doğru sürüklendiğimizin acaba farkında mıyız. (Alıntı:Köklü Dönüşüm Dergisi)
Siyasetimiz, Ekonomimiz zaten belli. Yaza yaza, söyleye söyleye usandık! Hepsi önemli, ama “maneviyat” çok daha önemli!
Peki, nedir maneviyat? Maneviyat, insanın kalbindeki imandan tut, ta Alem-i Emire kadar birçok alemi içine alan çok geniş bir kavramdır. İnsanın kalp ve ruhundaki inanç ve iman maneviyat iken, bu inanç ve imanın insanın amellerine ve davranışlarına yansıması maddiyattandır.
Mesela; bir kimsenin çok kıymetli/ tatlı olan malından zekât vermesi, kalbin içindeki inancın, maddi âlemdeki mala hükmetmesi anlamına gelir. Yine sabahın alaca karanlığında tatlı uykuyu bölüp namaz kılmak için kalkmak, maddi bir eylemdir; Ama bu eylemi harekete geçiren kalpteki imandır, yani maneviyattır. Onun için merhum Erbakan Hoca her işte, “önce ahlak ve maneviyat” diyordu!
Kimin eli kimin cebinde belli olmayan TV dizileri, Aileyi ifsad eden TV dizileri… Aile bağlarını yok etmeye yönelik TV dizileri… Devletin, devlet yetkililerinin, hükümet temsilcilerinin buna mutlaka bir çözüm bulması gerekmez mi?
Bu dizilere örnek vermek gerekirse, mesela; Kızılcık Şerbeti / Uzak Şehir / Şakir Paşa Ailesi / Arka Sokaklar/ Hudutsuz Sevda…Sosyal Medyada En Çok Konuşulan Diziler ise: Uzak Şehir / Bir Gece Masalı / Rüzgârlı Tepe / Leyla…
Bunlar onlarca diziden bazı örnekler. Daha niceleri var!
Türkiye, genç nüfusunu kaybediyor!
Gençleri “oy deposu” olarak görenler yanılıyor! İşte Türkiye Gençlik Araştırması: Alarm zilleri çalıyor!
2024’te toplam nüfusun yüzde 14,9’unu oluşturuyordu, Türkiye’nin genç nüfus oranı…
Demografik göstergelerdeki mevcut yapının devam edeceğini varsayan ana senaryoya göre, 2060 yılında yüzde 10,3, 2080 yılında yüzde 8,8 ve 2100 yılında yüzde 9,6’ya gerileyecek! Acaba tehlikenin farkında mıyız?
Doğurganlık göstergelerindeki hızlı düşüş eğilimi devam ederse ne olacak?
Şu olacak; Genç nüfus oranı 2060’ta yüzde 9,2 – 2080’de yüzde 7,2 -2100’de yüzde 7,2 olacak.
Ne eğitimde ne istihdamda olan gençlerin oranı 2023’teki yüzde 22,5’dan yüzde 22,9’a çıktı!
Doğum oranı hızla düşüyor!
Sosyologlar, doğurganlık hızının düşmesinin uzun vadede toplumdaki “geniş aile” ya da “sülale” kavramlarını pratikte ortadan kaldırabileceği, “fasulye sırığı aile” tipini ortaya çıkaracağı uyarısında bulundu.
Acaba tehlikenin farkında mıyız?
TÜİK verilerine göre, bir kadının doğurgan olduğu dönem boyunca dünyaya getirdiği ortalama çocuk sayısını ifade eden “toplam doğurganlık hızı” Türkiye’de 2024’te 1,48 olarak ölçüldü. Yani geniş aileleri ya da sülale kavramını artık görmeyeceğiz! Kuşaklardan sadece birer temsilci bulunacak! Yaşlılar vefat ettiklerinde bireyler yalnız kalacak. Acaba tehlikenin farkında mıyız?
İlk bakışta olumlu bir adım gibi görülüyor! Millî Eğitim Bakanlığı, çocukların okuldan kopmaması için il il devamsızlık haritası çıkarıyor, çözüm her bölgeye özel geliştirilecek.
Her devamsızlık tek tek takip edilecek, Her okulun fotoğrafı çıkarılacak, Bölgesel çözümler geliyor.
MEB, sadece genel politika üretmekle kalmayacak; yerel ölçekte tematik eylem planları oluşturacak. Öğrenci devamlılığını artırmak için her bölgeye özel eğitim materyalleri, aile rehberlik programları ve okul içi farkındalık çalışmaları hazırlanacak. Sürecin sağlıklı yürütülmesi için dijital izleme araçları da devreye alınacak.
UNİCEF işin içinde varsa bir daha düşünmek lazım!
İlk bakışta olumlu gibi değerlendirilen bu çalışmanın en zayıf noktası ise projenin UNİCEF ile hayata geçirilecek olması!.. Her şeyimiz dışa bağımlı. Zaten Eğitim planımız ABD’nin “Full Brigiht” planı değil mi? İlk düğmeyi yanlış iliklerseniz, sonuna kadar yanlış olur!
MEB ile UNICEF ortaklığında yürütülen proje kapsamında devamsızlıkların sadece sayısal verilerle değil, nedenleriyle birlikte analiz edilmesi amaçlanıyor. Bir Siyonizm aygıtı olan BM çatısı altında görev yapan UNİCEF, Gazze soykırımında on binlerce çocuk katledilmesine karşın bugüne kadar kılını bile kıpırdatmadı! Acaba tehlikenin farkında mıyız? Böyle bir aygıtın MEB ile ortak proje geliştirmesi bir daha düşünülmel!
Okulda “Haç” işaretli bileklik satılıyormuş!
Geçtiğimiz günlerdeİstanbul’un Sultangazi ilçesindeki 50. Yıl İlköğretim Okulu, velileri ayağa kaldıran bir olayla gündeme geldi. İddiaya göre, okul kantininde küçük öğrencilere “haç” işaretli bileklikler satıldığı ortaya çıktı. İlkokul öğrencisi küçük kız, arkadaşında gördüğü bilekliği beğenince aynı bilekliğin okul kantininde de satıldığını fark etti. Küçük kız da ayni bileklikten alıp eve geldiğinde sevinçle yeni bilekliğini babasına gösterdi. Ancak baba, kızının kolundaki bilekliği dikkatlice incelediğinde şoke oldu! Bilekliğin üzerindeki boncuklarda belirgin “haç” işaretleri olduğunu fark eden baba, duruma sert tepki göstermiş
Evet! Bu gidiş nereye? / Fe Eyne Tezhebun? Diye Ra.bbimiz (cc) yolunu şaşıranlara soruyor! (Tekvir Suresi 29. Ayette)
Dostça kalın…