 
        30 Ekim 2025 Perşembe
 
        
    Recep Çınar
İslam ilme büyük önem vermiştir. Bu durum İslam Peygamberi Hz. Muhammed (sav)’in uygulamalarında da görülmektedir. Peygamber Efendimiz (sav) Medine’ye hicretiyle birlikte bir mescit yaptırmış ve içerisinde de eğitim gören talebeler için yer ayırmıştır. Bu manada Camiler, Mescitler yalnızca namaz kılınan yerler değil, aynı zamanda ilim tahsil edilen mekânlar olarak görülmeli ve değerlendirilmelidir. İslam’ın yaşanması ve yaşatılmasında ilim tahsil eden ve ilmi olgunluğa ulaşmış olan âlimlerin büyük yönlendirmesi söz konusudur. İlk emri “Oku” olan kitabımız Kur’an, Müslümanların bütüncül bir okumayla kendilerini geliştirmelerine ve yetiştirmelerine yönlendirici katkı sağlamaktadır. Peygamberimiz (sav)’ın Medine’de o günün şart ve imkânlarında yaptırdığı Mescid-i Nebevi’de üç ayrı kısım bulunuyordu:
Mescid-i Nebevi, sadece namazların eda edildiği bir yer değildi. Burası;
Muhacir Müslümanlar, Medinelilerin evlerinde kalıyordu. “Suffa” yapıldıktan sonra bekârlar buraya taşındı ve bundan sora kendilerine “Ashab-ı Suffa” veya “Ehl-i Suffa” denildi. Mescid-i Nebevi’nin bitişiğindeki bu bölümde, İslam’ı yaşama, öğrenip, öğretme hürriyetine sahip olmadıkları için Arap Yarımadasının çeşitli bölgelerinden Medine’ye ulaşanlar ve bekâr olup kalacak yeri olmayanlar burada barınıyorlardı.
Ayrıca çeşitli ilim dallarında dersler verildiği için buraya “Dar’ül-İlim” de denmiştir. İslam’ın ilk eğitim kurumu olan “Suffa Okulu”, aynı zamanda İslam tarihinde örgün eğitimin ilk adımını ve parasız yatılı okul uygulamasının ilk örneğini oluşturmuştur.
Suffa, tam bir ilim ve hikmet merkeziydi. Ashabı Suffa burada, Kur’an-ı Kerim ezberler, ilim öğrenirdi. Akait, hukuk, siyaset ve toplum konularını görüşürdü. Hadisçiler, idareciler, öğretmenler burada yetişirdi. Peygamberimiz (sav)’in öncülüğünde devam eden bir İslam Üniversitesi durumunda idi. Bu ilim aşığı insanların sayısı, yatılı olmayanlarla birlikte zamanla 400 kişiye yükseldi. Onlar ümmetin “İlim Topluluğu”nu oluşturdu. Daha sonra ilim öğretmek maksadıyla farklı kabilelere gönderileceklerdir.
Suffa ehli, kendilerini tamamen ilme vermiş kimselerdi. Belirli bir gelirleri yoktu. Sadece su taşımak, odun taşıyıp kesmek, ok ve yay yapıp satmak gibi sınırlı çalışmalarla hayatlarını sürdüren bu seçkin insanlar, bu durumlarına rağmen el açıp kimseden bir şey istemezlerdi. Hatta tanımayanlar onları zengin zannederlerdi. Ayrıca Resulullah (sav), Suffa Ehli’nin geçimini temin eder, tavsiyesi üzerine de bazı sahabeler onlara yemek gönderirdi. Ayet-i Kerimede bu insanlar şöyle övülür; “(Yapacağınız hayırlar,) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşmayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayırı muhakkak Allah bilir.” (Bakara Suresi:273)
Bera (ra) şöyle anlatır; “Malın kötüsünü seçip vermeyin!” Ayeti biz ensar topluluğu hakkında nazil oldu. Biz hurma sahipleri idik. Herkes hurmasından çokluğu ve azlığı miktarınca getirirdi. Bir kişi, bir veya iki salkım hurma getirip mescide asardı. Suffelilerin yiyecekleri yoktu. Onlarda biri (mescide) geldiği vakit salkımın altına gelir, değneğiyle vururdu. Hurmanınyaşından,kurusundan düşer ve bunları yerdi. Hayırda gözü olmayanlardan bir takım kişiler de vardı ki, (bunlardan) herhangi biri hurmanın en adi olan veya kırılmış salkımını getirip asarlardı. Allah (cc), “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan hayra harcayın. Size verilse, gözünüzü yummadan alamayacağınız kötü malı, hayır diye vermeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah zengindir, övgüye layıktır.” Ayetini indirdi. (Bakara Suresi:267)
Bu ayetin inişinden sonra her birimiz, yanında bulunanın en iyisinden getirir olmuştuk.
Sahabeler, yoksulluk içerisinde bile bu hilelere başvurmazken günümüzde bu bolluk içerisinde (İstisnalar hariç) bazıları meyve veya sebze satarken sağlamların arasına çürüğünü, çarığını nasıl sıkıştırırımın hesabını yapıyor! Bunun, “kul” hakkına tecavüz olduğunun acaba farkında değiller mi?
Dinimiz İslam, “ilim” konusuna o kadar önem vermiş ki, o yoksulluklar içerisinde bile ilme nasıl sarılmışlar!
Çünkü en büyük ve en üstün zenginlik ilim zenginliğidir!
Peygamberimiz (sav) bir Hadis-i Şeriflerinde; “Sizin en hayırlılarınız, Kur’ân’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir” diyor!
Çünkü Kur’an-ı Kerim İlmin kaynağıdır. Bunu öğrenmek için illa “Arapça” bilmeye de gerek yok! Günümüzde ayeti ile hadisleri ile her şey dilimize tercüme edilmiştir!
IGMG’nin, “Rıdvan Dersleri-4. Cilt” kitabından alıntı yaptığım “İslam ve İlim” konulu bu yazımdan alacağımız pek çok dersler var! Mesela;
Zira Peygamberimiz (sav), “Her şeye ulaşmak için bir yol vardır. Cennetin yolu ise “İLİM”dir” buyurur.
İslam’ın ilk yıllarında o yoksulluk içerisinde ilme verilen önem ve gayretin günümüzde sahip olduğumuz imkânlar içerisinde acaba ne kadar önem ve gayret gösteriyoruz! Her şeyden önce dinimiz İslam’ı bir bütün olarak önümüze koymalıyız! İslam, sadece Namaz, Oruç, Hac… gibi ibadetlerden ibaret değildir! Tabii ki bunlar olmazsa olmazlarımızdır. Ama bir şeyin parçası onun aslı değildir”. İslam Dini, hayatımızı kuşatan bir nizam, Düzen, sistemdir. İlim olarak okullarımızda ne öğretiliyor? Camilerimizde bir hayat nizamı olan İslam’ın ne kadarı anlatılıyor? Toplum olarak öyle bir hale getirildik ki, Din’e/İslam’a uyacağımıza, Din’i/İslam’ı kendimize uydurmaya çalışıyoruz! “İlim” yerine “Film”lerle meşgul ediliyoruz! Tarihi incelediğimizde Müslümanların “İLİM”e olan katkılarının ne kadar çok olduğunu görürüz. Bugün kalkınmış ülkeler onları inceleyerek bu duruma gelmişlerdir. Tabi onlar sadece “dünyevi” konuları ele almışlar. Bugün Avrupa Tıb Fakültelerinde hala 980-1037 yıllarında yaşamış Müslüman ilim adamı, Tıb’bın Dehası İbn-i Sina’nın kitapları okutulur! Bu sadece bir örnek! Peygamberimiz (sav) bir hadislerinde öyle diyor; “Ya âlim, ya öğrenci, ya dinleyici veya ilmi sevenlerden ol. Beşinci olma ki helak olursun!”
Dostça kalın…
 
        
    Recep Çınar
Yukarıdaki söz Hz. Mevlana’ya ait. Bu sözü neden konu başlığı yaptım? Yıllar önce bir Ulusal basında yer alan haber, „Trafik adabını bilmeyen ehliyet alamayacak“ şeklinde idi. Bu şart bugün acaba ne kadar uygulanıyor? Ben birçok ülkeye gittim, bizdeki kadar trafik kurallarını ihlal eden bir toplum görmedim desem yeri var. Bu ihlal sadece trafik konusunda değil, elbette. Çevre temizliği, başkalarını rahatsız etme… gibi birçok konuda yaşanıyor. Halbu ki bizim inancımızda bu haller „kul hakkı“na da girer!
Peki, Nedir ‘Edep’? Edep kelimesi, terbiye, utanma, usul, yol ve kaideler gibi anlamları ifade eder. Edep kelimesinin çoğulu ise “Adap”tır. . Ancak dilimizde daha çok “terbiye” anlamıyla kullanılan bir kelimedir.
Edep kelimesi, dini terim olarak ele alındığında ise, “Ruhun dinle bütünleşerek istikrar kazanması” anlamına gelir. ‘Edep ve edepsiz’ kelimeleri dilimizde yaygın olarak kullanılmaktadır. İlim erbabı böyle anlatıyor‚ Edep’i.
Bizim ülkemizde işler nedense hep günübirlik düşünülüyor. Edep denilen şey doğuştan ölüme kadar bir süreçtir. Edebin ilk öğreticileri anne ve babadır. Çocuk onlardan aldığı edeple topluma karışır. Sonra okul ve toplum menfi ya da müspet etkileri ile onu şekillendirir. “Edeb’i” biraz derinliğine doğru anlamaya çalıştığımız zaman, hayatın her kademesinde insandan biran bile ayrılmadığını görürüz. İnsanın her hareketi, her sözü edep ile alâkadardır. Her yerin, her meclisin ve her mekânın kendine göre bir davranış şekli ve edebi vardır. Ülkemizde ehliyet alma 16 yaşında başlıyor. Bir insana o yaşa gelinceye kadar aile, okul ve çevre kademelerinde ’genel edep’ kuralları gereği gibi öğretilmemiş ise siz ona 4 saatlik kursta neyi öğreteceksiniz? Ancak ehliyet alabilecek formaliteleri. Böyle bir insan ehliyetini cebine koyduktan sonra gereksiz yere korna çalıp başkalarını rahatsız da eder, süratte trafik kurallarını ihlal edip kazalara da sebebiyet verir, kuralları hiçe sayıp tek yönlü yola tersinden de girer, kırmızı ışıktan da geçer, yasak yere park da eder, yayanın hakkını da ihlal eder… Bütün bu menfi hareketler önce eğitim, sonra da gerekli cezanın verilmesi ile asgariye indirilebilir.
İlkokulda gereği gibi ‘edep’ dersi verilmemiş bir çocuk, çarşıda sokakta yediği şekerin, çikolatanın ambalajını yere atar. Hatta içtiği meşrubatın kutusunu da! Yine, gereği gibi ‘edep’ dersi almadan olgunluk yaşına gelmiş insanlar içtiği sigaranın izmaritini, yediği çekirdeğin kabuğunu caddeye atıvermekte bir beis görmez. İnsanın tüm yaşamını kapsayan ve toplumun medeniyet ölçüsü olan bu tür konular birkaç saate, birkaç haftaya, aya değil, birkaç yıla dahi sığmaz.
Bizim medeniyetimizde esasen ‘edep’ kuralları uygulaması zirve yapmıştır, yüzyıllarca. Ama ne zaman o değerlerden uzaklaştık, sigaramızın dumanını bile bir birimizin yüzüne üflemek de, izmaritini veya boşalan paketi sokağa atmak da, caddelerde yeme içme de normal hale geldi. Bazılarımız, çarşıda pazarda bile halkın dahi duyabileceği şekilde ‘sin’li ‘kaf’lı konuşur! Göğüsler, göbekler yarı açık gezilir! Osmanlı dönemindeki ‘edep’ konusuna örnek verecek olursak; Eskiden, “Kapıyı kapat!” denilmezmiş. Allah (c.c.) kimsenin kapısını kapatmasın diye düşünülürmüş! “Kapıyı ört, ya da sırla” denilirmiş. Kapının kapanmadan yavaşça örtülmesi edeptenmiş.
İnsanı hayvandan ayıran en önemli özellikler şöyle anlatılır:
Hz. Ali ise; “Edep bir damladır, damladı mı yok olur!” demiş.
Biz günümüzde, Ana okulundan Üniversiteye‚ mevcut „materyalist“ Eğitim sistemini değiştirip kendi medeniyetdeğerlerimizi esas almadıkça ne trafikteki edepsizliği, ne çevre kirliliğini, ne ahlakımızı düzeltebiliriz, ne de hayatın kötü akışını.
Dostça kalın…
 
        
    Recep Çınar
Her yıl 24 Ekim tarihinde “Birleşmiş Milletler Günü” kutlanır.
Peki, Birleşmiş Milletler günü hangi amaçla kuruldu?
Bu konuda Milli Görüş lideri, Refah-Yol Hükümeti Başbakanı merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan, 1995’de TBMM’de Refah Partisi’nin bir grup toplantısının basına açık bölümünde konuyla ilgili son derece önemli bir konuşma yapmıştı. Konuşmanın konusu “Birleşmiş Milletler”!
Erbakan Hoca, kuruluş yıldönümü vesilesiyle Birleşmiş Milletler teşkilatını anlattı ve bu konuşmasında; “Birleşmiş Milletler ne amaçla kuruldu”, bu amacı şu cümlelerle ifade etti;
“Birleşmiş Milletler projesi aslında dünya Siyonizm’inin bir aksiyonudur. Bunu yüz sene evvel İsrail’i kurabilmek için icat ettiler. O tarihte Sultan Abdülhamit Han Osmanlı Devleti’nin başkanıydı. Bu projeyi ne maksatla ortaya attıklarını bildiği için ‘Kesinlikle ben böyle bir oyuna müsaade etmem’ demişti. ‘Çünkü siz Birleşmiş Milletler’ adı altında benim karşıma Fransa temsilcisi diye orayı temsil eden bir Siyonist’i getirip koyacaksınız. İngiltere temsilcisi diye bir başka Siyonist’i getirip koyacaksınız. ‘Efendim dünya böyle istiyor’ oyunuyla sözde İsrail’i kurmaya kalkışacaksınız. Böyle bir haksızlığa böyle bir oyuna asla müsaade etmem” demiş idi. İşte bu, Erbakan Hocanın unutulmaz BM konuşması! Peki, Birleşmiş Milletler neden gereksiz? İslam Birleşmiş Milletleri şart!
BM Siyonizm’in bir aparatıdır. Milli Görüş Lideri Merhum Erbakan Hoca 30 yıl önce bu uyarıyı yapmıştı. Her yıl Birleşmiş Milletler Gününü kutlarız da elimize ne geçiyor? Başta Filistin olmak üzere işte İslam âleminin hali! Birleşmiş Milletler İsrail’in Gazze’de yaptığı soy kırımına ne yaptı? Onu bırakalım İslam âlemi ne yaptı ki, lafla kınamaktan başka! Gayri Müslimler bu birliği oluşturuyor da Müslüman ülkeler niye oluşturamıyor? Allah (cc) bizi; “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. İhtilâfınızdan (ayrılığınızdan) istifade ederek size düşman olanların hoşuna gidecek bir duruma düşmeyin…” (Ali İmran Suresi 103. Ayet) diyerek ikaz etmiyor mu? Erbakan Hoca’nın 15 Haziran 1997’de kurduğu D-8 İslam Birliği’ne sahip çıkılıp işlerlik kazandırılsaydı bugün başta Filistin/ Gazze, Doğu Türkisten ve diğerleri bu zulümlere maruz kalır mıydı? Merhum Erbakan Hoca bu ve benzeri konuların üzerinde yıllarca durdu. Ama ne sağcısı, ne de solcusu bunları kale almadı! 60’a yakın İslam ülkesi yöneticileri, Gazze’ye zamanında sahip çıksalardı bu zulüm yaşanır mıydı? Birleşmiş Milletler 24 Ekim 1945 yılında Amerika’da kuruldu. Kurucular ise Siyonist veya Siyonist yanlısı! Bu kuruluşun bugün İslam ülkelerine ne faydası oldu? Fayda bir tarafa Müslümanlara yapılan zulümleri bile önlemede bir aksiyon gösterdiler mi?
Bu gün İslam dünyası darmadağınık! Her kafadan bir ses geliyor! Adeta ölü toprağı serili İslam ülkeleri üzerinde!
Filistin, D. Türkistan, Irak, Afganistan, Libya, Suriye…
Ve sırada İran ile Türkiye!
Vadedilmiş Topraklar (Arz-ı Mev’ud) hedefi ile İslam coğrafyasını kana ve gözyaşına boğan, Gazze’de iki yıldır soykırım uygulayan İsrail tehlikesinin sınırımıza kadar dayandığı en üst seviyede dile getirilmedi mi?
O halde İslam ülkeleri gerçek manada somut olarak iş birliği yapmıyor, yapamıyor! Çünkü baş yok! Altı asır İslam âlemine ağabeylik yapan Osmanlı’nın devamı Türkiye nerede?
Erbakan Hocamızın kurduğu D-8 (İslam Birliği) projesi ruhuna uygun olarak ne zaman hayata geçirilecek?
60’a yakın İslam ülkesi ne zaman somut adımlar atacaklar? “Birleşmiş Milletler Günü” yerine “İslam Birliği Günü”nü ne zaman kutlayacağız?
Bugün İslam Âleminin durumu, Sarı öküzün ibretlik hikâyesine benziyor!
Okuyanlarınız olmuştur. Bu hassasiyetle ilgili çok anlatılan bir öykü var. Hikâye Şöyle;
“Zamanın birinde bir otlakta öküz sürüsü yaşarmış. Ama civardaki aslanlar bir türlü rahat bırakmazlarmış onları. Hemen her gün saldırırlarmış bu sürüye. Öküz dediğin öyle yabana atılır bir hayvan değil ki! Bir araya toplandılar mı kolayca defetmesini bilirlermiş o koca aslanları.
Gün geçtikçe aslanları almış bir kaygı! “Herhalde bize bu otlağı terk etmek düşüyor!” demiş aslanlardan birisi.
“Nereye gideriz” diye düşünürlerken. “Bir dakika” diye bir ses duymuşlar. Sürünün en çelimsiz, ama kurnaz mı kurnaz bir ferdi olan topal aslanmış söze atılan. “Hayır” demiş, “Hiçbir yere gitmiyoruz. Siz bana bırakın, ben hallederim bu işi.” Topal aslan, elinde beyaz bayrak, gitmiş öküzlerin yanına.
Topal aslan, “Saygıdeğer öküz efendiler!” diye başlamış söze;”Bugün buraya sizden özür dilemek için geldik. Evet, size defalarca saldırdık, ama niye biliyor musunuz? Hep o sizin aranızdaki sarı öküz yüzünden.Verin onu bize, siz de kurtulun, biz de barış içinde yaşayalım!..” Boz öküz, diğer önde gelenlerle görüşmek üzere geri çekilmiş.Hepsi de sıcak bakmışlar bu teklife.Bir tek yaşlı benekli öküz, “Olmaz” demiş ama kimseye dinletememiş sözünü.Zavallı sarı öküz teslim edilmiş aslanlara. Bütün sürünün selameti için bir öküz.Gerçekten de günlerce sürüye saldıran olmamış.Ama aslan milleti bu, ne kadar sabreder ki? Hele öküz etinin tadını aldıktan sonra.”Acıktık” demişler!
Yine o topal aslan, yine boz öküzün yanına giderek “Selam” diye girmiş söze;
“Gördünüz ya biz aslanlar ne denli uysal milletiz. Ama büyük bir problemimiz var!..” “Nedir?” demiş boz öküz… “Şu sizin uzun kuyruklu öküz” demiş ve devam etmiş:
“Gelin verin onu bize, bu mevzuyu burada kapatalım. Eskisi gibi barış ve huzur içinde iki taraf da hayatını sürdürsün.”Boz öküz yine istişare yapmış sürünün ulularıyla. Yine sadece benekli öküz olmuş karşı çıkan!
Hepsi de “Verelim gitsin!” demişler. Tekrar tekrar yinelenmiş bu olanlar. Her geçen gün aslanlar daha da güçlenmişler. Öküzlerse her geçen gün daha da zayıflamışlar, Aslanlar ise küstahlaştıkça küstahlaşıyorlarmış. Artık bir sebep bile söyleme gereği duymuyorlarmış. “Verin bize şu öküzü sonra karışmayız!” derlermiş sadece. Zavallı öküzlerin “Hayır!” diyebilecek güçleri kalmamış. Boz öküz de aralarında olmak üzere birkaçı kalmış en sona!
“Ne oldu bize ne zaman kaybettik bu savaşı aslanlara karşı? Oysa ne kadar da güçlüydük!” diye sormuş biri boz öküze. “Biz” demiş boz öküz, gözleri nemli ve sesi pişmanlıkla titreyerek, Sarı öküzü verdiğimiz gün kaybettik bu savaşı!..”
İslam âlemi bu hikâyeye benzer bir durumu günümüzde canlı yaşıyor! Biz bugün, “Birleşmiş Milletler Günü” değil “İslam Birliği Günü”nü kutlamalı değil miydik?
Dostça kalın…
 
        
    Recep Çınar
İstikamet, sözlükte “kalmak, ayakta durmak, düzeltmek, devam etmek, sebat etmek” anlamlarına gelir. İstikamet, doğru ve mutedil olmak demektir ve eğri olmanın zıddıdır.
Dini bir terim olarak istikamet; Hakka tabi olmak, adaleti yerine getirmek, itaat olan şeyleri yapıp isyan olan şeylerden sakınmak, verdiği sözü tutmak ve haktan şaşmamak demektir. (Dini kavramlar sözlüğü S.335)
İstikamet, Allah’a yönelmek, Allah’ın emrine uygun hareket etmek, dürüst ve temiz kalpli olmaktır. İnançta, niyette, düşüncede ve bütün işlerde, Allah’ın istediği ve emrettiği şekilde hareket etmektir. (İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, C.2, S.992)
Hz. Ömer (r.a): “İstikamet; emir ve yasaklar üzerinde dosdoğru olmak, tilkinin yaptığı gibi kurnazlığa kaçmamaktır!“ der. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;
“O halde seninle beraber tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol!Aşırı da gitmeyin. Çünkü O sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.” (Hud Suresi:112).
Bu ayetlerde Resulullah (sav)’e esasen şöyle denilmektedir:
Abdullah b. Abbas (r.a); “Kur’an’ın tamamında, Hz. Peygamber (sav’) e bundan daha zor ve daha şiddetli hiçbir ayet nazil olmamıştır” demektedir. (Ali Arslan Büyük Kur’an Tefsiri).
Bundan dolayı Resulullah (sav) “Hud Suresi ve kardeşleri (benzerleri) beni ihtiyarlattı”, başka bir rivayette ise, “Hud suresi beni ihtiyarlattı” buyurmuştur.
Bir gayeye ulaşmak için istikamet şarttır. Ancak:
Ayette; Resulullah (sav) değil, asıl ümmetinin durumu önemlidir. Çünkü O, istikamet üzeredir.İstikamet, genel olarak şu alanlarda olur;
İNANÇTA İSTİKAMET:
Sağlam bir İman sahibi olmak: Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır; “Müminler ancak Allah’a ve Resulüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihat edenlerdir. İşte sadık olanlar ancak onlardır.” (Hucurat S. 15).
Tuğyana düşmemek: Kişinin kendisini Allah’ın yerine koymasına tuğyan denir. (Bakara Suresi;285). İnançta istikamet, Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat üzere olmaktır. Çünkü Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur; “Size iki emanet bırakıyorum. Onlara sıkıca sarıldığınız müddetçe sapıtmazsınız Bunlar; Allah’ın Kitabı ve Nebisinin Sünnetidir.”
(İmam Malik Muvatta, C.4, S.246)
Müminin rehberi Kur’an, önderi Hz. Muhammed (sav)‘dır. Bunlara uyan istikamet üzere olur.
AMELDE İSTİKAMET:
Örneğimiz, Peygamber (sav)’dir. Allah nasıl emretmişse Resulullah (sav) öyle uygulamış, bize de örnek olmuştur. Bunu da en güzel şekilde Müçtehitler beyan etmiş ve hükme bağlamışlardır.
Bilmek ve anlamak ayrı şeylerdir. Namazda Kıbleye yönelmemiz, Fatiha suresini okumamız ve “Sırat-ı Müstakim” üzere olmayı istememiz, namaz sonrası yaşanan hayatımızdaki istikameti tayin eder. Arafat’ta vakfe, Kabeyi tavaf, Şeytan taşlama, İstikamet üzere olmaya söz vermektir. Alışveriş, miras, aile hayatı, işveren ve çalışanların haklarına riayet etmek istikamet üzere olmaktır.
AHLAKTA İSTİKAMET:
Anne ve babaya, eş ve çocuklara, komşulara, âlimlere, amirlere karşı davranışlarımız olumlu ve güzel ise ahlakta istikamet üzereyiz demektir. Müslüman’ın;
İLİMDE İSTİKAMET:
İlim öğrenmek her Müslüman erek ve kadına farzdır. Doğru ve sağlam bilgi edinmek; inancını, dini emir ve yasakları doğru öğrenmek aynı zamanda haddini bilmek demektir. Bununla beraber, ilim öğrenirken kişi asla “Ben oldum” dememelidir. Bağdatlı Ruhi şöyle der; “Gör zahidi kim sahib-i irşad olayım der, Dün mektebe vardı, bugün üstat olayım der!”
Rabbim bizleri “istikamet”ten ayırmasın. (Alıntı: IGMG: “Rıdvan Dersleri”) Dostça kalın…
 
        
    Başlıktaki söz, Edirne Belediye Başkanı Av. Filiz Gencan’a ait. Her yıl Eylül ayının 3. Cumartesi günü “Dünya Temizlik Günü” olarak kutlanır. Bu yıl Edirne’de “Dünya Temizlik Günü” kapsamında Sarayiçi’nde bulunan tavuk ormanında çöp toplama etkinliği gerçekleştirildi. Edirne Belediye Başkanı Av. Filiz Gencan da düzenlenen etkinliğe destek verdi. Başkan Gencan, çevre kirliliğinin Edirne’ye yakışmadığını söyledi. “Edirne’miz Temiz, Geleceğimiz Temiz” sloganıyla düzenlenen çevre etkinliğine Edirne Kent Konseyi, Edirne Çevre Gönüllüleri Derneği, Edirne Tarım Açık Cezaevi hükümlüleri, TEMA Vakfı ve Edirne Belediyesi Temizlik İşleri Müdürlüğü katıldı. Başkan Gencan, zabıta ekiplerince ceza uygulamasının başlatıldığını belirterek, Edirneli vatandaşları duyarlı olmaya çağırdı. Başkan Gencan, ”atılımcı arkadaşlarımızla beraber elimizden geldiğince Edirne’yi temizliyoruz. Bir farkındalık oluşturmaya çalışıyoruz. Bu şehir çok kıymetli bir şehir. Ama ne yazık ki duyarlılığımız bu konuda son derece zayıf. Ben buradan Edirneli hemşerilerime tekrar tekrar seslenmek istiyorum. Biz artık zabıtayla beraber ceza uygulamalarını başlatmış durumdayız. Ancak benim hemşerilerime, benim şehrime kirli görüntüler, çevre kirliliği asla ve asla yakışmıyor” dedi.
Evet, doğru da daha öncesi bir tarafa, son çeyrek asırda bu Belediye’yi CHP yönetti. Bundan önceki Belediye kadrosunda kendileri de vardı! Seçim öncesi verilen sözlerin ne kadarı gerçekleşti? Lafla peynir gemisi yürümüyor! Şehrin cadde ve sokakları ile kenar köşelerde yapılan sıradan temizlik ve tamiratları bir kontrol edin bakalım, olması gerektiği gibi oluyor mu? Her işte liyakatli ve dürüst kadro ile beraber plan, program, disiplin, takip ve intaç (gerektiği gibi) olmalı.
Bir şeyler yapılıyor gösteriliyor! Ama her iş olduğu kadar değil, olması gerektiği kadar yapılırsa anlam kazanır. Her şeyden önce halkı eğiteceksiniz! Nasıl mı? Hiç bir şey bilmiyorsanız Avrupalı kardeş şehirleriniz olan Belediyelerden örnek alın. Uyarılara rağmen temizliğe dikkat etmeyenlere de gerekli ceza verilir. Ama bu iş sıkı takip gerekir.
Son zamanlarda mahalli basında yer alan haberler Edirne Belediyesinin “Hal-i Pür Melali”ni (kaygılandıran ve bıkkınlık veren üzüntü verici durumu) gösteriyor.
Milyonluk evlerde çamur çilesi!
Edirne’de Cumhuriyet Mahallesinde yaşayan vatandaşlar, aşırı yağmurdan dolayı çamur içinde kalan yollarda adeta çile yaşıyormuş. Milyonluk evlerde yaşadığını belirten vatandaşlar, çamurlu yollarda yürümek istemediklerini ifade ediyorlar.
Yeni Göl Mahalleler oluşuyor!
Sağanak yağışlar, bilhassa eski semtlerde yolları göle çeviriyor. Yağan yağmurdan dolayı kentte bazı mahallelerde yollarda su birikintileri oluşurken sürücüler trafikte zor anlar yaşıyorlar. Bazı yerlerde ise insanlar, yollarda biriken su nedeniyle evlerinden sokağa çıkmakta güçlük yaşıyorlar. Yollar adeta göle dönüyor! Eskiden Edirne’de bir tane “Göl Mahalle” vardı, şimdi kuvvetli yağmur yağınca birçok yer “Göl Mahalle” oluyor! Ama Edirne halkı evlerinde bu yıl yaşadığı su sıkıntısını bugüne kadar pek yaşamadı! Bir taraftan sular kesilirken, diğer taraftan suya zam yapılıyor!
Bitmeyen Çilelerden biri de Çöp Krizi!
Abdurrahman Mahallesi’nde çöp konteynırın çevresinde biriken çöpler mahallede birikince kötü koku oluşturuyor. Çöplerin zamanında belediye ekipleri tarafından alınmaması mahalle halkı tarafından eleştiriliyor. Tabi bu durum sadece Abdurrahman mahallesinde değil birçok mahallede, bilhassa eski semtlerde yaşanıyor.
Belediye’den Vatandaşa ihbarname şoku!
26.09.2025 tarihli mahalli basında “Vatandaşa ihbarname şoku!” başlıklı haber, “Edirne Belediyesi, kentte yapılan yol, su, kanalizasyon tesisleri harcamalarına ilişkin vatandaşlardan katılım payı talep etti” şeklinde. Tahsil edilmesi ise yasal bir sorumlulukmuş! Bu kapsamda konut sahiplerine 1516 lira tutarındaki ödeme ihbarnameleri gönderilmeye başlandı. Her konut sahibine talep edilen tutarın farklı yansıdığı gözlenmiş. Edirne şehir olalı beri acaba halk böyle bir uygulama gördü mü? Vatandaş, “bu da nereden çıktı” diye soruyor.
Başkan ise yeni bir hayal peşinde!
Belediye Başkanı Filiz Gencan, düzenlediği son basın toplantısında kent gündemine ilişkin açıklamalarda bulundu. Gencan konuşmasında su sıkıntısından Belediye borçlarına, iş birliklerinden yeni projelere kadar birçok konuya değindi. Başkan Gencan, Edirne’nin çöp, çukur ve çamur içerisindeki noktaların düzeltileceğine ilişkin bir açıklama yapmazken, hayata geçirmek istediği “Sokak Sağlıklaştırma Projesini” anlatıyor.
Milyonlarca TL’den satılan yeni yerleşim alanlarında insanlar ayakkabılarına poşet bağlayarak yürürken Belediye Başkanı Filiz Gencan, Edirnelilere yeni bir hayal satıyor! Neymiş, Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından Beypazarı’nda uygulanan sokak sağlıklaştırma projesinin benzerini Edirne’de hayata geçirmek istediklerini ifade ederek, ekipleri Edirne’nin mevcut yollarını düzeltmek, çamur içerisindeki caddelerine zamanında asfalt kaplama yapmak yerine, bu proje üzerine çalışmalarda bulunuyormuş. Ancak Edirne’de dünya standartlarına uygun ne alt yapı, ne de üst yapı var! Kentin enkazı andıran cadde, sokak ve kaldırımlarını düzenlemek için önce alt ve üst yapının yenilenmesi lazım. Var mı böyle bir niyet ve imkânları!
Dostça kalın…