11 Aralık 2025 Perşembe
Recep Çınar
Günümüzde yaygın olan manevi hastalıklardan biri de söz verip onu yerine getirmemek! Yüce dinimiz İslam, verilen söze uyulmasına büyük özen göstermiş ve bu konu pek çok ayet ve hadislerde belirtilmiştir.
İnsan bir işi yapmaya söz verdimi, ne pahasına olursa olsun o işi yapmalı, verdiği sözü yerine getirmelidir. Müslüman, kesinlikle sözüne ve anlaşmalarına dikkat etmeli, söz ve sözleşmelerini önemseyerek İslam’ın emirlerine karşı duyarlı olmalıdır.
Günlük hayatımızda çeşitli vesilelerle birbirimize söz veririz; ama bazen, hatta bazılarımız çoğu zaman verdiğimiz sözü yerine getirmede gereken hassasiyeti göstermeyiz! Mesela siyasette öyleleri var ki, seçimler öncesi meydanlara çıkar bir sürü vaatlerde bulunurlar. Amiyane tabiriyle konuşurken mangalda kül bırakmazlar! Ama iş icraata gelince verilen sözlerden çok azının yerine getirildiğini görürsünüz. İsterseniz son yapılan seçimlerde dağıtılan seçim broşürlerini inceleyin, konuştuklarının kasetlerini dinleyin. Bakalım ne söz verilmiş, ne kadarı yerine getirilmiş! Söz verme, ister bir kişiye olsun isterse bir topluma olsun fark etmez. Yerine getirilmesi gerekir. Ancak meşru bir mazeret söz konusu olursa o durumda muhataba bilgi verilir.
Söz verip yerine getirmeme elbette sadece siyasi alanda değil, her konuda geçerlidir.
Mesela Almanya’da bir insan her hangi bir konuda sizden beli bir gün ve saatte görüşme sözü/randevu aldı. Günü gelince, saati de yaklaşınca yola çıkar. Gideceği mesafe (araç ile) 20-30 dakikadır. Yolda giderken bir trafik yoğunluğu olduğunda, 5-10 dakika gecikme ihtimali vardır. Hemen size telefon eder ve “yolda trafik yoğunluğu var, 5-10 dakika gecikebilirim) diye haber verir! Bizde böyle uygulama var mı? Varsa da kaç kişi!
“Söz verme” konusunda pek çok deyimler vardır. Mesela; “Söz vardır kaynağı yürektir, menşei kalptir, gönülden süzülür gelir. Söz vardır kaynağı dil ucudur, kalp ve gönülle irtibatı yoktur.
Söz vardır, güzel insanlar nezdinde namus değerindedir. Toplumumuzda yaygın olarak kullanılan, “söz namustur” ifadesi bu anlayıştan neşet eder/doğar. Söz vardır, hasleti (yaradılıştan gelen özellik) kötü insanlar nezdinde kıl kadar değeri yoktur. Böyle insanlar burada söz verirler, şurada unutur giderler. Ağızdan çıkan söz, bir kıymet ifade etmez onlar için… “Söz vardır, yerine getirmek için gerekirse can verilir. Söz vardır, hafızadan anında silinir ve hatırlanılmaz bir daha…”
Söz verme konusu, insanın yaradılışından önce başlar! İşte ayet;
“Hani Rabbin Âdemoğullarının bellerinden zürriyetlerini aldı. Onları ‘Rabbiniz değil miyim?’ diye kendi nefislerine şahit yaptı. Onlar da ‘Evet, Rabbimizsin, buna şahit olduk (söz veriyoruz)’ dedi.” (A’raf Suresi; 172)
Rab, Allah’ın yüce sıfatlarından biridir. Allah, tüm varlıkların yaratıcısı, düzenleyicisi ve yöneticisidir.
Bir diğer ifade ile; Her şeyi yaratan, kanun-kural koyan, mızıklandıran ve yaşatandır…
Elest Bezminde, Kur’an-ı Kerim’e göre, Allah, dünyaya gelecek olan bütün insanların ruhlarını topladı ve onlara; (Elestü Bü Rabbiküm) “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sordu. Ruhlar da; “Evet, sen bizim Rabbimizsin” diye cevap/söz verdiler!
Bezm-i Elest, İslam inancına göre Allah’ın, Adem’den kıyamete kadar gelecek olan bütün insanların ruhlarının rableri olduğunu kabul ve itiraf ettikleri meclis anlamına gelir.
Sevgili Peygamberimiz (sav), Konu İle İlgili Bir Hadis-i Şeriflerinde;
“ Vaat, söz vermek borçtur. Sözünde durmayana yazıklar olsun” demek suretiyle konunun önemine dikkat çekmektir.
Söz vermek basit bir olay değildir. Söz, kişinin karakteristik özelliğini ölçen en önemli bir ölçek, dahası bir inanç göstergesi ve imanın tezahürüdür. Söz vermenin ne anlama geldiğini anlamak için, Allah Rasûlü’nün söz verip yerine getirilmemesini münafıklık alameti sayan Hadis’i Şerif’ine bakmak yeterlidir!
Allah Rasûlü (sav) : “Dört huy vardır ki bunlar kimde bulunursa o kişi tam münafık olur. Kimde de bu huylardan biri bulunursa, onu terk edinceye kadar o kişide münafıklıktan bir sıfat bulunmuş olur” der. Bunlar:
1.Kendisine bir şey emanet edildiği zaman ona ihanet eder.
2. Konuştuğunda yalan söyler.
3.Söz verince sözünden durmaz/döner.
4.Düşmanlıkta haddi aşar, haksızlık yapar.”
Yüce Rabbimiz Kur’an Kerimin Saf Suresi 2. Ayetinde;
“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz?” şeklinde uyarır. Aynı Surenin 3. Ayetinde ise; “Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır” haberi verilmektedir!
Ancak söz vermenin önemini daha da iyi anlamak için, Yüce Allah’ın, Yüce Kitab’ında buyurduğu şu ayete bakalım! “Verilen sözü de yerine getirin, çünkü verilen söz sorumluluk gerektirir.” (İsra / 34)
Verdiği sözün arkasında duranlar; güzel ahlak sahibi, maneviyatları yüksek, söz verdiği kişilere değer veren, vefalı, samimi, sağlam karakterli, adam gibi adamlardır. Yerine getirmek için değil, zevahiri kurtarmak için söz verip de anında unutanlar ve sözü şahsi, indi menfaatleri için kullananlar ise; samimiyetsiz, ahde vefası olmayan, gösteriş budalası, karakteri ve tıyneti bozuk kişilerdir. Bu manevi hastalıktan kurtulmanın tek yolu; Dinimizi öğrenmek ve onun emirlerine göre hayatımızı tanzim etmektir. Aksi halde (Allah göstermesin) Dünyamız da Ahretimiz de berbat olur! Rabbim, tüm Müslümanları bu ve benzeri manevi hastalıklardan korusun.
Dostça kalın…
Recep Çınar
Bizim kültürümüzde Komşu, Komşuluk: “Ev, işyeri, arazi, köy, şehir ve ülke bakımından yakın olanların birbirlerine göre aldıkları ad” olarak ifade edilir.
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim-Nisa, 4/36’ da; “Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya,… iyilik edin diye uyarılırız.” Bu konuyu niye kaleme aldım?
Edirne halkı olarak şehir, Mahalle, Köy… içindeki komşuluklarımız bir tarafa, Yunanistan ile Bulgaristan ülkelerine sınır bir şehiriz.
Sınır komşularımız arasında sadece Edirne’nin değil, Türkiye olarak bilhassa Bulgaristan’ın faklı bir yeri var. Bugün ülke genelindeki sınır kapılarımız arasında Bulgaristan’a açılan en canlı olanı Kapıkule’dir. Ayrıca Hamzabeyli ve Dereköy kapılarımız var. Yunanistan’a açılan ise Edirne-Karaağaç Mahallesinden “Pazarkule” sınır kapısı ile İpsala İlçesinde “İpsala Sınır Kapısı” var.
Bulgaristan’daki insanlarla yaklaşık 500, Yunanistan’dakiler ile 400 yıl kadar beraber yaşadık. Balkan harbinden sonra ülkeler arası pek çok göçler yaşandı. Bugün her iki ülkede halen hatırı sayılır sayıda soydaşlarımız yaşıyor. Bulgaristan da % 10 civarında Türk nüfusu var, Yunanistan da da 200.000 civarında Türk yaşıyor. Bu insanların birçoklarının ülkemizde akrabaları var, birbirlerini ziyaret etmek isterler. Ayrıca Bulgaristan’da okuyan öğrencilerimiz var.
Bulgaristan ve Yunanistan’dan Türkiye’ye gelmekte bir sorun yok, çünkü onların vize sorunları yok! Rahatlıkla Türkiye’ye gelip gidiyor, varsa akrabalarını ziyaret ediyor, alışverişlerini yaparak ülkelerine dönüyorlar.
Türkiye’den Yunanistan ve Bulgaristan’a gitmekte ise büyük zorluklar yaşanıyor. Bu zorluklar Vatandaşlarımızın kafalarında soru oluşturmaktadır! Bilindiği gibi Bulgaristan Devleti Avrupa Birliği sürecinde ülkemiz insanına vize uygulaması başlatmıştır. Tek taraflı olarak başlatılan bu uygulama, son zamanlarda giderek zorlaştırılarak devam etmektedir.
Mesela; Bulgaristan ve Yunanistan makamları Vize başvurularında randevu için bile 4 ay sonraya gün veriyor. Ayrıca halk, birçok evrak istenmesinden, vize bürosu ve vize harcı masraflarından şikâyetçi. Bu masrafların sürekli yapıldığından bahsediliyor ve şu anda “Vize ücreti 100 Euro, Sağlık Sigortası 18 Euro, Aracı kuruluş vs. 50 Euro Toplam 168 Euro masraf. Belgelerle uğraşmak da Bonus!
Bu durum ise Bulgaristan’da okuyan öğrencileri, İş adamlarını, ziyaret ve diğer sebeplerle bu ülkeye gidecek Türk Vatandaşları açısından büyük mağduriyetler oluşturuyor. Diğer taraftan Balkan ülkelerinden Müslümanların yaşadığı Kuzey Makedonya, Arnavutluk, Kosova ve Bosna Hersek ve hatta Sırbistan gibi ülkelere vize gerekmiyorsa da, Türkiye’den o ülkelere karayolundan araçları ile gitmek isteyenler de engellenmiş oluyor.
Halkımızın talebi; Konunun, Ülkeler arasında yetkililerin bir an önce görüşerek çözüme kavuşturulmasıdır.
Onun için yazı başlığındaki “Komşu, komşunun külüne muhtaçtır” Atasözü, komşu ülkeler için de geçerlidir!
Dostça kalın…
Geçtiğimiz hafta (26.11.2025) Mahalli basınımızda yer alan bir haber başlığı, “Edirne belediyesi çevreci belediye oldu” şeklinde idi. Edirne’den Küplü, Lalapaşa, Uzunköprü ve Yenimuhacır Belediyeleri’nin üye olduğu birliğe Edirne Belediyesi’nin de resmen üye olduğunu “Çevreci Belediye” üyeliği de tamam dedi.. Edirne Belediye Başkan Yardımcısı Gökçe Onur Öktem, “Bu onurlu birliğin bir parçası olmaktan gurur duyuyoruz ve çevre mücadelesine en yüksek katkıyı sunmaya hazırız” sözünü verdi!
Peki, ÇEVRE – ÇEVRECİLİK devince ne anlıyoruz?
“Çevre, insanların ve diğer canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları fiziki, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamdır. Basit anlatımıyla gözümüzün gördüğü her şeydir. Yaşadığımız ortamdır. Etrafımızdaki doğa ve hatta geleceğimizdir çevre. Doğal dengeyi oluşturan zincirin halkalarında meydana gelen kopmalar zincirin tümünü etkileyip, dengenin bozulmasına neden olmaktadır. Dengenin bozulmasında en önemli faktör ise insandır. Çünkü insanın yaşamını sürdürmesine ve faydalanmaya yönelik yaptığı her davranış ve her yenilik doğal dengeyi etkilemektedir” deniliyor.
Peki, ÇEVRECİ bir yaklaşım nasıl elde edilir?
Çevreci yaklaşımda bulunmak, doğal çevreyi korumak ve sürdürülebilirliği sağlamak için çeşitli adımlar atmayı içerir. İşte bu konuda dikkate alınması gereken bazı önemli noktalar şunlar gösterilir:
Kendilerine sorsalar; “siz, Belediye olarak bunların hangisini ve ne kadar yaptınız veya yapıyorsunuz”? “biz göreve geleli 2 yıl bile olmadı” diyebilirsiniz! Son yüz yılın yarısından fazla bir zamanda Edirne Belediyesinde hep sizin partiniz/zihniyetiniz oldu! Onca zaman zarfında peki, ne yaptınız? Çevreci Belediye olmak lafla değil, ortaya eser koymakla olur. Kapıkule’den Batı’ya çıktığınızda Edirne gibi bakımsız, düzensiz bir şehir değil, kasaba bile gösteremezsiniz!
Yazımın başlığını okuyunca merak edenler olmuştur! Eskiden çok revaçta olan bir Rumeli türküsü vardı; “Çıkayım gideyim Urum eline (Rumeliye) aman aman, Göstereyim sana da be kuzum ayrılık nice aman aman” şeklinde!
Ben de ilgililere diyorum ki; “Çıkalım gidelim O Rumeli’ye ve Avrupa ülkelerine, göstereyim size Çevrecilik nasılmış”, görün bakalım!
7-8 Bin yıllık tarihe sahip olduğu söylenen Sultanlar Şehri/Şehirler Sultanı Edirne’de alt yapıdan üst yapıya, Tertip, düzen ve Çevre temizliğine, Ağaçlandırmadan, ağaç bakımsızlığına, Çarşı, Pazar kontrolüne, Trafik düzenine … bunca yıldır neler yapıldı/yapılıyor? Yapılanlar ihtiyaca cevap veriyor mu? Bugüne kadar seçim önceleri verilen vaatlerin ne kadarı yerine getirildi?
Bizim kültürümüzde, Ormanı meydana getiren ağaçlar bir memleketin can damarıdır. Ağaçsız kalan yer kısa zamanda çöle döner, hayat orada son bulur.! Ağacı kesmek değil, dikmek, bakıp ve büyütmek gerekir. Şu şehre 10’larca yıldır ne kadar ağaç dikildi, olanların ne kadarı gereği gibi bakıldı, bakılıyor ve korundu?
Belediye Zabıtası, “Belediyelere bağlı olarak çalışan ve şehrin düzenini denetleyen bir kamu görevlisidir” diye tarif edilir. Görevleri arasında da şunlar belirtilir;
Önemli olan lafla değil, icraatla Çevreci olabilmek! Edirne Belediyesinin, 2026 yılı bütçesine ilişkin yapılan açıklamada, “2026 yılı hizmet yılı olacak” deniyor. “Halep orada ise, arşın burada” göreceğiz!
Dostça kalın…








Recep Çınar
“Bu da nedir?” diyenleriniz olabilir!
Önce Vecize nedir, bakalım! “ibaresi kısa, anlamı geniş olan çok kıymetli söz, özlü söz” olarak tanımlanır. Günümüzde Politika, Ekonomi, Cedelleşmeler (tartışma, münakaşa)…Son zamanlarda bunlara bir de “Gıda Zehirlenmesi” eklendi! Bu konuda yazacak çok şey var, ama birçok şeyde olduğu gibi esas mesele bunda da kontrolsüzlük! Bütün bu olumsuzluklar insanı yoruyor!
Ben de bugün, bizim medeniyet değerlerimizdeki çok konuşma yerine “doğru ve güzel fikirleri kısa ve güzel ifade eden sözlere bir bakalım” dedim!
12. Yüzyılda Sicilya’da doğup büyümüş olan Müslüman Bilgin İbn Zafer, bulunduğu yerin kültüründen değil İslâm düşüncesinden beslenmiş, eserlerindeki hemen bütün göndermelerde sahih kaynaklara dayanmış bir ilim adamı. Temel dayanağı Kur’an ve Sünnet olan İbn Zafer, “Adil Hükümdar” adlı kitabının başına, her biri eşsiz değere sahip vecizelerini koymuş.
“Doğru ve güzel bir fikri çok kısa olarak ifade eden söz” anlamına gelen “vecizeler”in her biri ayrı bir ders veriyor insana.
İşte o vecizelerden bazıları:
Bizim ecdadımız bin yıl üç kıtada böyle bir medeniyet ile hüküm sürdü. İşte bu vecizeler o medeniyetten küçük birer örnek! Daha neler var neler!
Rabbimiz öyle diyor;
Ankebût Suresi 64. Ayette “Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı!”.
Mülk Suresi 2. ayette ise: “O, hanginizin daha güzel iş yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı.
O üstündür, bağışlayandır”.
İşte, vecizelerden bazı örnekler böyle!
Dostça kalın…
Recep Çınar
Her yıl 24 Kasım tarihinde “Öğretmenler Günü” kutlanır. Zira bu, bu meslek mensuplarına değer verildiğini gösterir. Öğretmenler, İnsan ruhuna dokunmak, kalplere iyilik tohumları ekmek, vatana ve insanlığa faydalı bireyler yetiştirmek gibi birçok sorumluluk taşır. Bu yönüyle bakıldığında öğretmenlik, sadece sınıfta ders anlatmak değildir. Bir hayat rehberliği, bir ahlak terbiyecisi, bir şahsiyet inşasıdır. Meslekten öte bir “dava”dır!
Her mesleğin kendine özgü zorlukları vardır. Ancak öğretmenlik, doğrudan insan yetiştirmeye dokunan bir meslek olduğu için bu zorlukların topluma yansıması çok daha derindir. Eğitim sistemimizdeki yapısal sıkıntılar, değişen müfredatlar, teknolojinin getirdiği yeni yükler… öğretmenlerin karşılaştıkları pek çok sorunlar var. En önemlisi ise toplumun dünyevileşmesidir!
Yani, bu geçici dünyaya ait olmak, dünya ile ilgili duruma gelmek. Dünyanın çekiciliğine kapılarak yaşamak; geçici olana gönül vermek, özetle dünyasallaşmaktır.
Rabbimiz Nahl Suresi 107. ayette: “Bu, onların dünya hayatını sevip ahrete tercih etmelerinden ve Allah’ın kâfirler topluluğunu asla doğru yola iletmeyeceğindendir” diyor.
Peygamberimiz (sav) da; “Ahirete nisbetle dünya, sizden birinizin parmağını denize daldırması gibidir. Dikkat etsin, o, parmağıyla neyi geri getirebilir?” (H.Ş.)
Dünyevî imkânları elde etmek ya da zengin olmak dünyevileşmek demek değildir. Bir problem olmaması için insanın elde ettiği maddi imkânları kontrol edebilmesi, onların esiri olmaması ve onları Allah’ın rızasına uygun bir şekilde kullanabilmesi gerekir.
Dünyevileşme, Allah’ı ve ahreti unutarak dünyaya aşırı düşkünlük göstermek, dini inanç ve değerlerin gündelik hayattan uzaklaştırılması anlamına gelir.
Halbu ki Dünya, Ahiretin tarlasıdır. Yani ahreti burada kazanıyoruz. Ayrıca buradaki nimetlerden istifade etmek, meşru ve gerekli. Yani dünyadan tamamen el etek çekmek ve dünyayı ihmal etmek, meşru değildir.
Diğer taraftan dünyanın geçici ve sadece bir araç olduğunu da unutmamak gerekiyor. Yani dünya, baki değil fanidir/kalıcı değil geçicidir! Dostluk ve sevgi dâhil, buradaki her şey fanidir.
Bu yüzden insanın ilk vazifesi, dünyayı imardır, yani çalışmaktır. Buradaki çalışmadadenge gözetmek icap eder. Ama her işin başı eğitimdir! İslam âlimleri öyle diyor; “Eğitimi pahalı bulanlar cehaletin bedelini ağır öderler!”
Araştırmalar, sürekli göz önünde olan materyaller de sadelikten öte çocukların hayal gücünü aktive edecek durumdaysa dikkat dağınıklığına ve daha önemlisi odaklanamama problemlerine neden olabiliyor. Sonrasında çocuklarımızda olan dikkat dağınıklığının nereden geldiğini sorgular hale geliyoruz kendimizi. Eğitimde, amaca hizmet eden görsel kullanılmalıdır. Örneğin; “A” harfi öğrenilirken, yanında sadece (mesela) “armut” resmi olması yeterlidir, diyor uzmanlar. Ayrıca çocuk, harf ile görsel arasında net bir bağ kurar. Fazladan süsler yoktur ve zaten gereksizdir. Eğitim materyallerinde asıl meselenin ise ,”göze hoş görünmek değil, çocuğun öğrenmesini kolaylaştırmak” olduğunu söylerler.
Eğitimci Mustafa Aydın, “Ma Aile” dergisindeki yazısında; “Öğretmenlik İnsan Yetiştirme Savaşıdır. Zira öğretmenlik, bir meslekten öte bir davadır. İnsan ruhuna dokunmak, kalbine iyilik tohumları ekmek, vatana ve insanlığa faydalı bireyler yetiştirmek gibi büyük bir sorumluluk taşır. Okuyalım ve okutalım! Ama neyi ve nasıl?
Japonya Eğitim Bakanlığı yaşanan teknolojik gelişmelerle öğretmenliğe olan ihtiyacın azalacağına inanıyordu. Ancak Japon Strateji Müdürlüğü olarak yapılan bir araştırma sonucunda öğretmenliğe olan ihtiyacın daha da önemli hale geldiği ortaya konulmuştur” diyor.
Bilhassa son yüz yıldır Siyonizm’in oluşturduğu bu Kapitalist dünya düzeni insan fıtratını bozdu, ahlakı değersizleştirdi, Maddiyet değer ölçüsü olarak sunuldu, böylece toplumlar bozuldu. Bu durumdan öğretmenler de haliyle etkilendi. Çözüm mü? Fıtrata uygum yaşam, bunun için de kendi medeniyet değerlerimize dönüştür.
Küçük bir ülke SİNGAPUR bu konuda birçok ülkenin önünde! Nüfusu 6 milyon, bunun yüzde 15’i Müslüman olan bu ülke kaliteli eğitim ve güçlü öğretmene sahip! Singapur’da öğretmenlik her açıdan saygın bir meslek. Mesleğe yeni başlayan bir öğretmenin maaşı, Tıb Doktorlarının başlangıç maaşından daha yüksektir! Ayrıca yıl içinde yapılan özenli değerlendirmelerin sonucunda ekstra ücretler de verilmektedir. Singapur’un Başkanı da Müslüman bir Bayan; Halimah Yacob!
Eğitimde örnek diğer bir ülke ise FİNLANDİYA. Singapur ve Finlandiya örnekleri, eğitimin kalitesini belirleyen en temel unsurun öğretmen olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Her iki ülke de öğretmen seçimine, mesleki eğitimine ve sürekli gelişimine büyük özen gösteriyor. Bu yaklaşım, eğitimde sürdürülebilir başarının tesadüf değil, bilinçli bir tercih olduğunu ortaya koyuyor.
İslam tarihinde ilk ve en büyük Öğretmen Hz. Muhammed (sav) idi!
Çünkü O, Vahiy aktarmakla kalmamış, aynı zamanda insanlara ahlakı, bilgiyi, okumayı ve öğrenmeyi öğretmiştir. Peygamberimizi’in unvanlarından biri de “muallim” (öğretmen) dir. İslam’daki ilk eğitim kurumu sayılabilecek yer ise “Darü’l Erkam” dır. Burada Hz. Muhammed (sav), sahabelere ilk derslerini vermiştir. Bu mekân hem bir Okul hem de bir Manevi Eğitim Ocağı gibi işlev görmüştür.
Medine döneminde ise Mescid-i Nebevi’nin bitişiğinde kurulan “Suffa”, İslam tarihindeki ilk düzenli “yurtlu okul” sayılır. Buralarda yetişen sahabeler farklı bölgelere giderek öğretmenlik ve irşad görevleri üstlenmiştir.
İslam Dininde Öğretmenlik, sadece bilgi aktarmak değil, aynı zamanda örnek olmak, ahlakı yaşatmak anlamına gelir.
Bu gün ülkemizde, Atama bekleyen öğretmen sayısı 600 bin! Üniversite mezunu olup iş bulamayan gencimizin sayısı ise, 3 milyondan fazla!
Bu ülkede kasabasına varınca Üniversite açmak yerine, üretim ve istihdama yönelik yatırımlar yapılamaz mıydı?
Deveye, “boynun neden eğri” diye sormuşlar! Deve de “ nerem doğru ki”, demiş! Bizimkisi de böyle!
Bizim Ülke sorunumuz elbette sadece Eğitim, Öğretmen … değil! Ne Ekonomimiz sağlıklı, Ne Tarım Hayvancılığımız yeterli, ne de teknik ve teknolojide olmamız gereken yere gelebildik! En önemlisi de AHLAK çöktü, çökmeye de devam ediyor! Okuyalım, okutalım, ama neyi ve nasıl? Önce Ahlak ve Maneviyat! Ne yazık ki ülkemizde, “pahalılık” arttıkça “Ahlak” düşüş yapıyor!
Tartışmak, eleştirmek… kulağımıza sıradan bir davranış gibi gelebilir! Ancak doğru yapıldığında zihnimizi açan, ufkumuzu geliştiren, fikirlerimizi büyüten ve insanı olgunlaştıran bir sanattır. Yanlışlar, usulünce söylenir ve doğrusu gösterilerek yanlış olduğu ispat edilir! Bütün bunlar yapılırken karşımızdakine rakip değil, insan gözü ile bakabilmemiz önemlidir.
Geçtiğimiz Pazartesi günü (24 Kasım) Öğretmenler Günü kutlandı. Bu gidişle mevcut sistemle her gün kutlama günleri düzenlense neyi değiştirir ki?
Öğretmenlerimizin de tüm toplumumuzun da Allah (cc) yar ve yardımcısı olsun. Her şeye rağmen geçen “Öğretmenler Günümüz” hayırlı ve kutlu olsun.
Dostça kalın…