18 Eylül 2025 Perşembe
Recep Çınar
Sıla-ı rahim; akraba ve yakınları ziyaret etme, hallerini ve hatırlarını sorma, gönüllerini alma anlamlarına gelen bir İslam ahlakı terimidir. İslam’da insanlar arası ilişkilere önem verildiği gibi özellikle yakınlardan başlayarak, anne ve babanın ve sırayla diğer akrabaların ziyaret edilip gözetilmesi prensibi son derece önemlidir.
Halid b. Zeyd (Ebü Eyyüb el-Ensari) hazretlerinden rivayet edildiğine göre bi adam Hz. Peygamber’e gelerek; “Ya Resulullah, beni cennete sokacak bir ibadet söyler misiniz?” dedi. Resulullah şu cevabı verdi; “Allah’a ibadet eder ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmazsın, namaz kılar, zekat verir ve sıla-i rahim edersin.”
Peygamber Efendimizin bu kadar önemle üzerinde durduğu ve yapıldığı zaman Müslümanların Cennete girmelerine sebep olacağını haber verdiği sıla-i rahim, her türlü hayır işlerinde akraba ve yakınların görülüp gözetilmesidir. Gerek ayetlerde gerek hadislerde bunun namaz, zekât gibi farz ibadetlerden hemen sonra zikredilmesi İslam’daki önemini göstermektedir. Âlimler sıla-i rahimde bulunmanın vacip olduğu görüşündeler. Bunun terk edilmesi, yani akraba ve yakınlarla olan ilişki ve ilgisinin kesilmesi büyük günah sayılmıştır. İslam sıla-i rahime, yani akrabalık bağına çok önem vermiş, ona değer vermiş ve korunup yaşatılmasını emretmiştir. Hısım ve akrabalar geniş anlamda ailenin bir parçasıdır. Akrabayı görüp gözetmek, onların haklarına riayet etmek müminin görevlerindendir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır; “Şüphesiz Allah adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O düşünüp tutasınız diye size öğüt verir.” (Nahl Suresi:90 – Cuma Hutbelerinde okunan ayet)
Yüce Allah bizleri; “Allah’tan korkun ve akrabalık bağlarını kesmekten sakının” diye uyarırken “Fakat Allah’ın tevhit akidesini kabullendikten sonra onu bozanlar ve Allah’ın bağlanmasını emrettiği bağları koparanlar (akrabalık bağlarını kesenler) ve yeryüzünü fesada verenler var ya, işte bunlar lanet onlara ve yurdun kötüsü cehennem de onlara” buyurarak sıla-i rahimi terk edenlerin halinden haber veriyor.
Resulullah (sav)’e biri gelerek; “Beni cennete götürecek bir amel söyle” dedi. Resulullah (sav);”Allah’a ibadet eder, O’na hiçbir şeyi ortak koşmazsın. Namazı kılar, zekâtı verir ve akrabanı görüp gözetirsin” buyurdu.
Önemli nedeniyle bir kez daha zikrettiğim bu hadis-i şerifte akrabayı kollayıp gözetmek mümini cennete götüren ameller arasında sayılmıştır.
Bir kısmına yukarıda atıf yapılan ayet ve hadislerde geçen “rahim” (akraba) sözünün hangi derecede akrabaları içine aldığı hususunda farklı görüşler vardır. Bazılarına göre kendileriyle evlenilmesi haram olanlar; bazılarına göre varisler akraba sayılır. Bazı âlimler de mahrem olsun olmasın, kişinin bütün yakınları akrabadır (rahimdir) demişlerdir. Bu son görüş, toplumsal yardımlaşma bakımından daha kapsamlıdır. Allah (cc) ve Peygamber (sav) akrabanın görülüp gözetilmesini emrettiklerine göre, bunun nasıl yapılacağını iyi bilmek gerekir. Bu çerçevede sıla-i rahimin birkaç derecesi vardır;
Bu yardımlar herkesten beklenemez. Hasta ve yatalak bir kişiden akrabasını ziyaret etmesini istemek anlamsızdır. Fakir birisinden başkalarına mali yardımda bulunmasını beklemek de yanlıştır. Yalnız zengin, hali vakti yerinde bir Müslüman’ın, sadece ziyaret ve hal hatır sormakla bu görevi yerine getirebileceği de söylenemez. Böyle zengin birisi için sıla-i rahim, yoksul akrabalarına elinden geldiğince mali destekte bulunmaktır. Bu destek ödünç para vermekle olabileceği gibi, karşılıksız mali yardımlar şeklinde de olabilir. Şu halde, yakınları görüp gözetmek deyince, yukarıda belirtilen üç derecedeki yardımdan hangisine güç yetiyorsa, onun yapılması anlaşılmalıdır. Yapılabileceği görevi yapmamak Müslüman’ı bu konuda sorumlu kılar. Yukarıdaki ayet-i kerimede Allah Teala’nın bu görevi yerine getirmeyenlere yönelttiği lanet unutulmamalıdır!
Hz. Peygamber’in konuya dair şu hadislerini unutmayalım!;
“Cuma gecesi insanoğlunun amelleri Allah’a arz olur: Yalnız sıla-i rahimde bulunmayanların amelleri kabul olunmaz! (Buhari: zekat 1).
“Allah’a ve ahret gününe iman eden kimse akrabasını görüp gözetsin.” (Buhari: İlim 37).
“Akrabalık arşta asılıdır. Der ki: ‘Beni gözeteni Allah gözetsin; beni terk edeni Allah terk etsin.” (Müslim, Birr ve Sıla 17)
“Her kim rızkının bol olmasını ve ecelinin gecikmesini istiyorsa akrabasını görüp gözetsin.” (Buhari: Edep 12)
“Ey insanlar; birbirinize selam verin, akrabanızı gözetin, yemeği yedirin! Geceleyin insanlar uyurken namaz kılın ki selametle cennete giresiniz.”(Tirmizi, Et’ime 45).
“Yoksula yapılan sadaka bir sadakadır. Bu sadaka akrabaya yapılmışsa iki sadaka demektir. Biri sadaka, diğeri sıla-i rahimdir ki bu da sadaka sayılır.” (Tirmizi; Zekat 26)
Akrabalarımız, özellikle hala, teyze, amca, dayı gibi yakınlarımız aileden sayılır. Onları kendi yakınlarımız bilerek davranışlarımızı ayarlamakta büyük faydalar vardır. Resulullah (sav); “Teyze, anne yerindedir) buyurmaktadır. Amca da baba yerindedir. Bu kadar yakın olan kişilere karşı yerine getirilmesi gereken bazı ahlaki görevlerin bulunması tabiidir. Bu görevler arasında olan ziyaretlere özel bir yer ayrılmalıdır. Yakınları, başta bayramlar olmak üzere zaman zaman ziyaret etmek, mümkünse hediyeler götürmek güzel bir davranıştır. Yapılan ziyareti iade etmek de gerekir. Ziyarete gelene gitmemek aradaki bağların daha çabuk kopmasına sebep olur.
Ziyaretler akrabalar arasındaki sevgi bağlarını güçlendirir. Dargınlıkları sona erdirir. Sevinç ve üzüntülerin karşılıklı paylaşılmasına, sıkıntılara birlikte çareler aranmasına vesile olur. Özellikle yaşlılar toplumda yalnız kalmadıkları, çevrelerinde kendilerini seven, arayıp soran insanların bulunduğu inancı ile son yıllarını huzur ve mutluluk içinde geçirirler. Sıla-i rahim konusunda dikkat edilecek hususlardan biri de şudur; İyilik, karşılık bekleyerek yapılmamalı, sadece görüp gözeten yakınlara karşı sıla-i rahimde bulunulmamalı; aksine, unutan, akrabalık bağlarını koparanlara karşı da bu görev yerine getirilmelidir.
Hz Peygamber şöyle buyuruyor; “İyiliğe benzeri ile karşılık veren kişi, tam anlamıyla akrabasını görüp gözetmiş olmaz. Hakiki sıla kişinin kendisi ile ilgiyi kesenleri görüp gözetmektir.” (Buhari: Edep 159)
İyilik her durumda düşünülmeli ve yapılmalıdır. Yoksul ve güçsüz iken iyilik ve yardımdan söz edip, zengin ve güçlü duruma yükselince başka türlü davranmak, fesat ve ahlaksızlıktan başka bir şey değildir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor; “Demek idareyi ve hâkimiyeti ele alırsanız hemen yeryüzünde fesat çıkaracak, akrabalık bağlarını bile parçalayıp keseceksiniz öyle mi? Onlar öyle kimselerdir ki, Allah kendilerini rahmetinden kovmuş da duygularını almış ve gözlerini kör eylemiştir.” (Muhammed Suresi: 22-23)
Dostça kalın. (Alıntı: IGMG- Rıdvan Dersleri)
Recep Çınar
Medya, yazılı, işitsel ve görsel kitle iletişim araçları olarak da tanımlanmaktadır. Medya günümüzde her insanın mutlaka muhatap olduğu bir mecra (akar su yatağı). Bazen bir ses, bazen görüntü veya yazı ile iletişim kurma aracı olan medya artık her alanda!
MEDYA DEYİNCE AKLA “KİTLE YAYIN ARAÇLARI” GELİR. BUNLAR;
ANCAK ETKİNLİK OLARAK İKİ TÜR MEDYA GÖRÜRÜZ;
Medya tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. “Binlerce sene önce medya mı vardı” diyenlerimiz olabilir. Evet! Mesela; yaklaşık 5 bin sene önce Hz. Musa – Firavun dönemine bakalım. Kendisini ilah/tanrı ilan eden Firavun, ülkesinde yaşayan insanları kendine kul – köle gibi kullanıyor, zulmediyordu. Piramitlerin yapımı 30 yıl sürmüş ve 100 bin insanın hayatına mal olmuştur. Peki, Firavun insanları nasıl kontrol altında tutuyordu?
Siyasi güç elinde idi. Ekonomik gücü elinde tutan Karun akrabası ve işbirlikçisi idi. O günün medya görevini yapan Sihirbazlar ki siyahı beyaz, beyazı siyah göstermek suretiyle toplumu günümüz tabiriyle algı operasyonları ile yanıltıp yönetime destek veriyorlardı. Yani, onlar da siyasi gücün emrinde idi.
Müslüman’ın her şeyde ölçüsü Kur’an ve Sünnet olmalıdır. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’in Hucurat Suresi
6. Ayetinde, “Ey iman edenler! Eğer bir fâsık (Müslüman olmayan veya Müslüman olduğu halde dinin emirlerine uymayan) size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz” buyurur.
Demek ki, Müslümanlar olarak yazacağımız haberde, yazıda, konuşmalarımızda kişi veya kişiler hakkındaki yanlış bir şey, eksik bir şey söylememek için çok dikkat etmeliyiz. Ne yazık ki günümüzde birçok şeyde olduğu gibi medya konusunda da kirlilik had safhaya ulaştı. Toplum üzerinde asılsız haberlerle algı operasyonları yürütülüyor, insanlar yanıltılıyor, yanlışa yönlendiriliyor.
NASIL MI?
Recep Çınar
Birçok Müslümanın günlük hayatlarında sıkça kullandıkları kelimelerdendir, „İnşallah, Maşallah.“
Peki, ne mana ifade ediyor bu kelimeler? Bu kelimeleri acaba ne kadar yerli yerinde kullanıyoruz!
Elbette, bilenlerimiz olduğu gibi bilmeyenlerimiz de vardır!
İNŞALLAH; „Allahü teâlâ dilerse olur“ manasına, bütün işlerini Allahü teâlânın dilemesine bağlamak için söylenen sözdür. Müslüman, Allahü teâlânın huzurunda itaat edenlerden olmak için, her işte „inşallah“ demelidir!
Konu ile ilgili Hadis-i şerifte, „İnsanlar için, ‚inşallah‘ demekten daha faziletli itaat edicilik yoktur“ buyrulur.
„Yarın şunu yapacağım, bunu yapacağım“, „filanca yere gideceğim“ denince ardından, „inşallah“ denmelidir.
Peygamberimiz (sav), bir başka hadislerinde; „Her Peygamberin duası kabul olur. Her Peygamber, ümmeti için dünyada dua etti. Ben ise, Kıyamette ümmetime şefaat izni verilmesi için dua ediyorum. Duam inşallah kabul olacak. Müşrik olmayanların hepsine şefaat edeceğim“ buyurdu.
Kehf suresi 23. Ayette Rabbimiz; „Hiçbir şey hakkında sakın “yarın şunu yapacağım” deme! Ancak, ‚Allah dilerse yapacağım”‘ (İnşallah) de, diyor.
24. Ayette ise; „Unuttuğun zaman Rabbini an ve „Umarım Rabbim beni, bundan daha doğru olana ulaştırır” de, şeklinde bizi uyarıda bulunuyor.
Bir kimse ile bir şey kararlaştırırken „inşâallah“ denirse, sonradan o iş yerine getirilmezse, yalancı olunmaz.
MAŞALLAH ise; Üç kelimeden oluşan bir terkiptir (birleşim): “Şey” anlamına gelen “mâ”, “istedi, diledi” anlamına gelen “şâe” fiili ve Allah ismi. Terkip olarak (birleştirilmiş şekli), “Allah’ın istediği şey” demektir. Bu tâbir, “Allah’ın istediği şey olur, istemediği şey olmaz” cümlesinin kısaltılmış şekli olarak tarif edilir.
Bu anlam, bizim toplumumuzda “Allah’ın dediği olur” şeklinde ifade edilmektedir.
“Maşaallah” tâbiri halkın dilinde bir güzellik, iyilik, nimet ve başarı karşısında hayret ve takdir ifadesi olarak ve göz değmemesi dileği ile söylenmektedir. Bu kullanım şu âyetlere dayanmaktadır. “(Ey Rasûlüm!) De ki: Ben kendime Allah’ın dilediğinden başka ne bir fayda ne de bir zarar verme gücüne sahip değilim. Eğer gaybı bilseydim elbette çok hayır elde ederdim ve bana kötülük dokunmazdı” (A’râf suresi 188).
“Bağına girdiğin zaman ‚maşaallah, kuvvet yalnız Allah iledir‘, demen gerekmez miydi?” diyor, (Kehf Suresi 39). Ayette.
İslam uleması, ‚Bârekallah‘ diyerek de „bu nimeti benim için mübarek eyle“ kaydını koyarız der.
Efendimiz (sav)’den beri devam eden köklü kültürümüzde ‘maşallah’ ile beraber ‘barekallah’ kelimesi de kullanılır. Bu, “Allah diledi oldu; fakat Allah bunu sana lütfuyla vermiş olsun ki, sende bu mübarek olsun” anlamına gelir. Çünkü her nimet Allah’ın lütfundan değildir, bazen kahrından da olabilir. Biz bunu asla bilemeyiz. ‘Maşallah’ diyerek nimetin Allah’tan olduğunu tasdik eder, ‘barekallah’ diyerek de ‘bu nimeti benim için mübarek eyle’ kaydını koyarız. Peygamberimiz (sav) de bu şekilde yapmıştır.
„MÂŞAALLAH“ insana gelecek olumsuzlukları azaltır!
İnsan zikretmekle etrafında onu çevreleyen bir melaike zırhı oluşur. Zikrettikçe onu koruyan meleklerin sayısı artar. Hatta onu şer (kötü) işlerden korumak için de muhafız olan melekler hep artış gösterir. Ancak, insanın lisanındaki bozukluklar, küfre ait sözler de etrafındaki şeytani kuvvetlerin artmasına sebep olur.
‚Mâşaallah‘ kelimesi ise insanın üzerindeki dışarıdan gelebilecek olumsuz etkileri de azaltır. “Nazar şeytanın oklarından bir oktur” der, Peygamber Efendimiz (sav).
Rabbimizin rızasını kazanmak, dünya ve ahret saadetine ulaşmak için elbette öğrenilecek ve yapılacak çok şey var. Unutmayalım ilim, beşikten mezara kadardır! Beşik ile mezar arası ise çok uzun bir zaman dilimi sayılmaz! Onun için bize verilen zamanı iyi değerlendirelim! Öyle demiyor mu Peygamberimiz (sav); „İki günü eşit olan zarardadır!“ „ASR“ Suresi boşuna mı gönderilmiş!
Asr Suresi: (1,2,3): „Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.“!
Dostça kalın…
Recep çınar
Bugün 8 Eylül 2025. Okullarda ziller çalıyor ve yeni bir Eğitim – Öğretim yılı başlıyor. Öncelikle eğitim sahasında görev yapan tüm yöneticilerimize, öğretmenlerimize kolaylıklar, öğrencilerimize de başarılar diliyorum.
Eğitimin önemi hemen herkes tarafından dile getirilir. Neden? Çünkü insan hayatında en önemli konulardan biri, belki de ilki eğitimdir! Öyle olmasa Rabbimiz tüm insanlık için kıyamete kadar insanlığa her sahada yol gösterecek olan Kur’an-ı Kerim’de ilk olarak “Oku. Rabbinin adıyla oku!” ayetini indirir miydi? Öyle ya, bir insan ne yapacağını nasıl yapacağını önce okuması ve öğrenmesi lazım. Bunun için de okuyacak, eğitim – öğrenim görecek! Konu bu kadar net. Kime ait olduğunu bilmediğim (anonim diyebiliriz) bir söz var; “Eğitimi pahalı bulanlar, cehaletin bedelini ağır öder!” İşte bugün genelde İslam âleminde, özelde ülkemizde yaşanılan sorun budur! Aslına bakılırsa eğitim ve öğretime sadece öğrencilerin değil tüm halkımızın ihtiyacı var! Ama bu sadece dünyevi eğitim değil, ayni zamanda uhrevi eğitim de gerekli. Tek kanatlı kuş uçamaz!
Bilhassa şehrimizde genci ile yaşlısı ile (çok az istisna) halkımız temizlik, tertip-düzen, trafik kurallarına uyma, çevreyi rahatsız etmeme… gibi bir çok konuda imtihandan geçirilse çoğu sınıfta kalır! Bu ülkede her konuda kanun ve kurallar var mı? Var. Peki, işliyor mu, işletiliyor mu? Gereği gibi işletilse bu hale gelinir miydi?
Yaşlı, çocuk… burnunu sildiği kağıt mendili, yediği çerezin, meyvenin kabuğunu, şekerin-çikolatanın ambalajını, içtiği suyun şişesini… sokağa atan, çöp konteynırını kullanmasını bilmeyen… 7’den 70’e değil, beşikten mezara herkesin eğitime ihtiyacı var. Var da kim ve nasıl yapacak? Kurallara uymayanlarla ilgili yasaları kim, nasıl uygulayacak?
Diğer taraftan vasıta kullanan (hele sayıları her geçen gün artan motosikletler) birçok ehliyetli insanın dahi “takviye” trafik eğitimine ihtiyacı var! Tertip ve temizlik eğitimine ihtiyaçları var. Kapıkule’den dışarı çıkın, batılı ülkelerdeki trafiğin işleyişine bakın ve Edirne ile kıyas edin. Bazı otomobiller var egzozlarından adeta tank sesi çıkıyor! Hız kurallarına gereği gibi uyulmuyor. Motosikletler trafiğe kapalı caddelerde kalabalıklar içinde cirit atıyor. Bir motosiklete 3-4 kişi biniyor! Yasak yere araç park etmeler… artık sıradan bir hale geldi. Tek yönlü yollar gidiş gelişli kullanılıyor!
Yeni Eğitim Yılı başlarken bir teklif olarak da şunu sunmak istiyorum; Temizlik ve Trafik konusunda çocuklarımıza uzmanlarınca ciddi eğitim verilmeli. Hatta; “Şehrimizi temiz tutalım, Nefsimize değil, kurallara uyalım” gibi sloganlarla bu konularda bir çalışma başlatılmalı, ayda 1-2 ders saati olsa da.
Unutmayalım ki, Her İşin Başı Eğitim !
Bazı “reddi mirasçılar” (geçmişini reddedenler), önce “yalan söyleyen tarih”i değil, gerçek tarihlerini okumalılar! Okumalılar ki, ‘Batıcılık’ kompleksinden kurtulsunlar. Tabii ki batı medeniyetlerinde de iyi olan da kötü olan da var. Ama biz onlardan hep kötüleri almışız! Selçuklusu, Osmanlısı ile bizim ecdadımız kurdukları medeniyet ve Adil Düzen ile bin yıl insanlığa barış, huzur, refah ve saadet getirmişlerdir. Bunu, önce ilme ve eğitime verilen önemle yaptılar.
Toplum olarak önce alfabemiz değiştirilerek, bin yıllık medeniyet değerlerimizden uzaklaştırılarak, Batı’nın (ABD) düzenlediği Fullbright eğitim sistemini alarak temelimiz dinamitlendi!
Tarihe baktığımızda ilmin, Müslüman âlimlerin büyük gayretleri neticesinde çok ileri derecelere yükseldiğini görürüz. MESELA;
– İbn-i Sina Tıb dalında (980-1037) + daha birçokları.
– Ammar, 9 asır önce göz ameliyatını gerçekleştirdi.
– Ali bin Abbas (994 ölümü), ilk kanser ameliyatını gerçekleştirmiştir.
– Bilindiği gibi Avrupalılar Roma rakamlarını kullanırlardı. Bununla da çarpma, toplama, bölme mümkün değildi. Batılılar “sıfır” rakamını bilmezlerdi. İslâmi rakamları Kuzey Afrikalı Müslüman din adamlarından öğrenen Pizalı Leonardo Fibanoki’dir.
– “Sıfır” rakamını bulan Harezemi.
– Battani, Trigonometrinin temellerini atan büyük âlimdir.
– Binom formülünü Newton’dan önce cebire Ömer Hayyam kazandırdı.
– Sabit bin Kurra, Diferansiyel hesabını cebire kazandıran İslam âlimidir ve aynı zamanda geometriyi matematiğe uyguladı.
– Nasruddin Tusi (1201-1274), trigonomi konusunda ilk eseri yazmıştır.
– Müslüman âlimleri astronomiyi incelemek üzere rasathaneler kurdular.
– Zerkali (1029-1087), Ustürlab aletini (yıldızların yeri ve yüksekliğini gösteren alet) bulan Müslüman âlim.
– Beyruni, dünyanın yarıçapının yuvarlak olduğunu ve döndüğünü yazan âlimdir.
– Musa Kardeşler, 9. yüzyılda dünyanın çevresini ölçtüler.
– Battani, Güneş yılını hesaplayan ve neticede bugünkü modern bilim adamlarının hesaplarıyla mukayese edildiği zaman arada sadece 24 saniye eksik olduğu tespit edilmiştir.
– Uluğ Bey (1394-1449) Semerkant’ta büyük rasathane kuran âlimdir.
– İbn Eysem (965-1051), ışığın körevi alanlarda yansımasını ve optik ilminin temelini atmıştır.
– Farabi (970), sesin fiziki izahını yapmıştır.
– İsmail Cevheri (950-1010), ilk uçuş denemesini yaptı.
-İbn Firnas (880), uçağın öncülüğünü yaptı. Batıda ise uçak yapımı 1903 senesinde Orville Wright tarafından gerçekleştirildi.
– Razi ve Beyruni, Newton’dan önce yerçekimini tespit etmişlerdir.
– Beyruni, 18 maddenin özgül ağırlığını ve suyun ağırlığını buldu.
– Cabir bin Hayyam (721-805), atomun parçalanacağını söyledi.
– Cabir, kimya laboratuvarlarını kurdu, asitleri keşfetti.
– Beşir, Brand’dan önce fosforu buldu
– Coğrafyanın ilim haline gelmesine sebep olan İslâm âlimleridir.
– Piri Reis (1465-1524), haritayı ortaya koymuştur. – Amerika’yı keşfeden Kristoph Kolomb diyor ki, “Amerika’yı keşfimde, Müslüman âlimlerin kitaplarından faydalanıp Amerika’nın varlığını öğrendim.”
– İdrisi (1100-1166,) Dünya haritasını çizmiş.
– İbn Baytar (1190-1248) , 1400 civarında ilâç ve bitkiden bahseder.
– İbn Haldun, tarihi ilim haline getirdi.
Ve daha niceleri var!
BATILILAR İLMİ, ÇOĞUNLUKLA MÜSLÜMANLARDAN ALDILAR!
İslam Kültürünün Avrupa’ya Gelişi İse Şu Yollarla Olmuştur:
1. İspanya ve Sicilya Müslümanları vasıtasıyla
2. Müslüman üniversitelerinde okuyan batılı talebeler vasıtasıyla
3. Müslüman âlimlerin eserlerinin Latinceye tercümesiyle
4. Ticari münasebetler yoluyla
5. Haçlı seferleriyle
KAYNAKLAR:
– Garp Membalarına Göre İslâm Medeniyeti (İ. Hami Danışmend)
– İslam Kültürünün Garbı Medenileştirmesi (Ahmed Gürkan)
– İslam Medeniyeti (Fuat Köprülü)
– Avrupa Üzerine Doğan İslâm Güneşi (Dr. Sigrid Hunke – Alman)
Peki, yüzyıllar önce ilme/Eğitime bu derece katkı sağlayan Müslümanlar olarak bugün neden bu hale geldik/getirildik? Neden, teknik teknolojide, hatta Tarım ve Hayvan ürünlerinde bile başka ülkelere bağımlıyız?
Bence en önemli sebep, Batılılar ilmi Müslümanlardan aldıktan sonra onlar eğitim ve öğretimde hızla yükselirken, biz Müslümanlar da yüce değerlerimizden uzaklaştıkça aşağılara düştük! Bunda, İslam’ı ortadan kaldırmak isteyen ve belli bir noktaya gelen emperyalist güçlerin büyük rolü olduğu gibi, kendilerine onları örnek alan içimizdeki beyinsizlerin de büyük katkısı olmuştur.
Yeniden o eski halimize dönebilir miyiz? Elbette döneriz! “Önce ahlak ve maneviyat” la birlikte Eğitim, Eğitim, yine de Eğitim! Ama hangi eğitim? Gerçek Milli ve Manevi eğitim! Bunun için her sahada bin yıllık medeniyet değerlerimize sahip çıkılmalı ve uygulamaya koymaya çalışmalıyız. Yoksa haçlı emperyalistlerin baskı ve sultası altında ömrümüz sömürülmekle ve de sürünmekle devam eder.
Dostça kalın…
Recep Çınar
Adalet kelimesi sözlükte, “insaflı ve doğru olmak, doğru davranmak, zulmetmemek, eşit tutmak, her şeye hakkını vermek, her şeyi yerli yerinde yapmak, istikamet ve hâkimiyet” gibi anlamlara gelir.
Adalet, Kur’an-ı Kerim ve Hadislerde ise genellikle; “düzen, denge, denklik, eşitlik, gerçeği uygun hüküm verme, doğru yolu izleme, takvaya yönelme, dürüstlük ve tarafsızlık” gibi anlamlarda kullanılmıştır.
Terim olarak ise şu anlamlara gelir;
Dünyanın bütün düzeni ve huzuru adaletle sağlanır. Yüce Rabbimiz, bize adaletli olmayı ve adaletli davranmayı emretmektedir. (Cuma Hutbelerinde okunan) ”Şüphesiz ki Allah adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl Suresi: 90)
Adalet fert ve toplum hayatında en önemli huzur ve güven kaynağıdır. Bu çerçevede Müslüman kişi aile hayatında, işinde, çarşıda, pazarda, mahkemede, kısaca her yerde adaletle davranmalıdır. Çünkü Allah adaletli olanları sever. Ayet-i kerimede şöyle buyrulur; “Onların arasını düzeltin, adaletli davranın. Şüphesiz Allah adil davrananları sever”. (Hucurat Suresi:4).
Adl, Allah’ın 99 isminden biridir. Adalet kelimesinin eş anlamlısı vasat veya itidaldir. Adalet İlahi hükme dayanır; yani hak ölçüsüdür. Kur’an-ı Kerimde şöyle buyrulmaktadır; “Andolsun ki biz peygamberlerimizi açık açık belgelerle gönderdik ve insanların adaleti ayakta tutmaları için beraberinde kitabı ve mizanı indirdik.” (Hadit Suresi:25).
İmam Şafii, “Adaletten murat; Allah Teâlâ’nın emrine uygun şekilde amelde bulunmaktır” demektedir.
Adalet çürüten virüsler; buğz, kin, heva, öfke, şiddet, şehvet, hırs, otorite, haset ve fesattır. Bu virüsleri yok eden ise; hikmet, iffet, cesaret, merhamet, istikamet, sadakat ve basirettir. Hz. Ömer de (ra); “Adalet mülkün (Hükümranlık ve Saltanat) temelidir!” demiş.
Adaletin Alanları:
Bunlar mevcutsa adalet vardır. Müslümanların mihenk noktası bunlardır. Adaletin tahakkuku için bu esaslara göre çalışmalarımızı yapmalıyız.
Eğer bir toplumda;
Eğer;
Peygamberimiz (sav) bir hadislerinde; “Aralarında hak ve adaletle hükmedilmeyen, zayıfların, kuvvetlilerden haklarını eziyet görmeden alamadığı bir millete hürmet edilmez” buyrulmaktadır.
Diğer bir hadiste ise; “Her kim Müslümanların işlerinden birini üzerine alır da onları atlatır, haksızlık yaparsa cehenneme atılır” deniyor!
Ecdat, başta Edirne ve İstanbul olmak üzere bazı şehirlerde “Adalet Kasrları” inşa etmiş.
Edirne’nin Adalet Kasrı! Edirne Sarayı’nın sağlam kalan tek yapısı olan Adalet Kasrı, 1561 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Zeminle birlikte dört katlı bu kasrın üst katında mermer fıskiyeli bir havuz bulunur; suyun huzur veren sesi, adaletin sessiz ama güçlü simgesi sayılırmış. Rivayete göre, Sultan Süleyman burada Osmanlı’nın kanunlarını yazarmış.
Dostça kalın… (Alıntı; IGMG-Rıdvan Dersleri)