eşya depolama
romabet romabet romabet
deneme bonusu veren siteler
bandstanddiaries.com
sakarya escort belek escort adana escort antalya escort ankara escort aydın escort bursa escort gaziantep escort istanbul escort samsun escort balıkesir escort mersin escort konya escort eskişehir escort izmir escort sınav analizi denizli vip transfer kocaeli escort malatya escortmaltepe escort muğla escort manisa escort sivas escort tekirdağ escort tokat escort uşak escort yalova escort yozgat escort trabzon escort afyon escort aksaray escort amasya escort ardahan escort artvin escort bartın escort bayburt escort bolu escort burdur escort çanakkale escort çankırı escort çorum escort edirne escort elazığ escort erzurum escort erzincan escort kırşehir escort van escort zonguldak escort giresun escort gümüşhane escort hakkari escort ığdır escort ısparta escort kahramanmaraş escort karabük escort karaman escort kars escort kastamonu escort kırklareli escort kütahya escort nevşehir escort niğde escort ordu escort osmaniye escort rize escort şanlıurfa escort siirt escort sinop escort şırnak escort tunceli escort yozgat escort tokat escort tekirdağ escort kütahya escort balıkesir escort aydın escort edirne escort sivas escort uşak escort adana escort adana escort adana escort adana escort adana escort adana escort adana escort vergi konseyi görüntülü sohbet urla siyaset haberleri ankara magazin istanbul magazin yalova magazin kütahya magazin elazığ magazin adıyaman magazin tokat magazin sivas magazin batman magazin erzurum magazin afyon magazin malatya magazin ordu magazin trabzon magazin mardin magazin eskişehir magazin denizli magazin muğla magazin van magazin aydın magazin tekirdağ escort balıkesir magazin samsun magazin kayseri magazin manisa magazin hatay magazin diyarbakır magazin mersin magazin kocaeli magazin gaziantep magazin konya magazin sakarya magazin antalya magazin bursa magazin izmir magazin istanbul otomobil fiyatları istanbul ekonomi istanbul eğitim istanbul seyahat istanbul gezi rehberi antalya alışveriş merkezleri antalya ticaret
Nuri Böcekbakan

Nuri Böcekbakan

12 Eylül 2025 Cuma

 Hz. Peygamber (s.a.v.) ve Şahsiyet İnşası

 Hz. Peygamber (s.a.v.) ve Şahsiyet İnşası
0

BEĞENDİM

ABONE OL

 “Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (Ahzab 33/21)

Değerli  Okurlarım.

Yüce dinimiz İslam’ın öncelikli hedeflerinden biri, yeryüzünü adalet, merhamet, güven, sorumluluk ve güzel ahlak gibi değerler ekseninde herkes için yaşanabilir bir yer hâline getirmektir. Hiç şüphesiz bu da öncelikle insanın kişiliğinin inşasıyla mümkündür. Bunun nasıl olması gerektiğine dair yönlendirmeler (emir-nehiy-nasihat) Kur’an’da ayet-i kerimelerle ve uygulayıcı konumunda Resulullah’ (Sav)ın Sünnetinde İslam’ın ana konusunu teşkil etmiştir.

Şahsiyet, bir insanı diğerlerinden ayıran özellikler bütünü olarak tarif edilmiştir. Bir şahsiyetin temelini oluşturan iki ana unsur vardır: Mizaç ve karakter. Mizaç doğuştan gelen, sakinlik, hareketlilik, sertlik, yumuşaklık gibi kalıtsal özelliklerdir. Karakter ise kişinin hayatı boyunca edindiği tecrübelerin bir sonucu olarak şekillenen özellikler olup hayat boyu edinilen değerlerin bütünüdür. (Hz.Peygamber ve Şahsiyet İnşası-Diyanet işleri Başkanlığı-Dini yayınlar Genel müdürlüğü Yayını)

Bir toplumu değiştirmek ve dönüştürmek zordur. Alışılmış, geleneksel hale gelmiş, büyük çoğunluğu yanlış, çeşitli sebeplerle ahlaki bozukluk-yozlaşmanın hakim olduğu bir toplumu geri döndürmek ve yaratılış ayarlarına çevirmek kolay bir iş değildir.

Kıymetli Okurlarım,

“Öncelikle kişilik inşası için Cenab-ı Hak, Kur’an’ın birçok ayetinde insanın iyiliği ve kötülüğü gerçekleştirmesinde önemli bir etken olan nefse dikkat çekerek nefsin kıskançlığa, cimriliğe ve bencil tutkulara elverişli olduğunu haber vermiştir.

Şahsiyet inşasının nefis terbiyesiyle, nefis terbiyesinin de ilim ve eğitimle doğrudan ilişkili olduğu söylenebilir. Nitekim Allah Resûlü gerek şahsiyetli birey gerekse böyle bireylerden oluşan bir toplumun ancak eğitim ve terbiyeyle inşa edilebileceği bilinciyle ashabını sürekli ilme, eğitime, okumaya ve araştırmaya teşvik etmiştir.

İlim, hikmet ve erdemin kaybolduğu, cehaletin ve şiddetin hayata hâkim olduğu, insan onur ve haysiyetinin yok sayıldığı bir toplumu şirkten, küfürden, zulümden, adaletsizlikten ve ahlaksızlıktan arındırarak tevhit, iman, kulluk ve değerler ekseninde örnek bir topluma dönüştürmüş ve büyük bir medeniyet inşa etmiştir. Bu eşsiz medeniyetin hüküm sürdüğü her dönemde hayatın tüm alanlarında insanlığa örneklik ve önderlik edecek şahsiyetli nesiller yetiştirilmiştir.

Değerli  Okurlarım.

Mümin şahsiyetinin inşasında iki temel kaynak vardır: Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Nebeviyye. Bu iki temel kaynağın ışığında oluşan mümin şahsiyeti, eşsiz ve örnek bir insan karakterini oluşturur. Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber’e (sas) itaati emrettiği gibi O’nun (sas) örnek alınmasını da emretmiştir. İlgili ayet-i kerimede;

 “And olsun ki Allah Resûlü’nde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çokça zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”(Ahzab,21) buyurulmuştur.

İslam’ın şahsiyet teşekkülünde “kamil mü’min-olgun Müslüman” nihai hedeftir. Bunun için hem Kur’an hem de Resulullah(Sav)’in sünneti bir Müslüman için yegane ölçüdür. Bu ölçüyü bir mümin hayatının her anında gözettiği oranda Rıza-i Bariyi elde etmede başarılı olacaktır. Bunun için de beş ana özellik sahibi olmak şarttır :

1. İman:

Bir hadis-i şerifte Allah Resûlü (sas) şöyle buyurmuşlardır: “Sizden biriniz kendisi için istediğini kardeşi için de istemediği müddetçe hakkıyla iman etmiş olmaz.” Buna göre güzel ahlak sahibi bir Müslüman; kendisi için ne istiyor, neyi seviyor, neden hoşlanıyorsa Müslüman kardeşi için de aynısını istemelidir. Yine iyi bir Müslüman kendisi için neyi istemiyor, neden hoşlanmıyorsa aynı duyguları Müslüman kardeşi için hissetmelidir

2. İhlas:

İhlas, suyun bulanıklıktan arındırılması gibi kalbin her türlü manevi kirlilikten temizlenmesi ve ibadetleri yaparken riyanın terk edilmesidir. İhlas; bir amelin, başka bir gayeyle değil, sadece Allah için yapılması demektir. Bu yönüyle niyetle de ilgilidir. Bu sebeple ihlasta niyetin düzgün olması yani sadece Allah için olması şarttır.

3. İlim:

Eğitime önem veren toplumlar, huzurlu ve erdemli olma eğilimindedirler. Allah Resûlü (sas) sahabenin eğitimini önemseyerek üstlenmiş ve kendi örnekliği ve önderliğinde bir saadet toplumu meydana gelmiştir.

4. Amel:

Dinin bütün emir, tavsiye veya yasaklarına konu olan, sonunda ceza veya mükâfat bulunan tutum ve davranışları içine alır. Birçok ayet-i kerimede “İman edip salih amel işleyenler” ifadesiyle imanın hemen ardından salih amelin zikredilmesi dikkat çeker.

Salih ameller dinin yapılmasını emir veya tavsiye ettiği; iyi, doğru, faydalı ve sevap kazanmaya vesile olan bütün işleri kapsar. Amel arttıkça kişi, imanın lezzetini kalbinin derinliklerinde hisseder. Bu da imanın kuvvetlenmesi açısından son derece önemlidir.

5. Güzel Ahlak:

Ahlak denildiğinde iyi ya da kötü, bütün huy ve davranışlar anlaşılır. Türkçede ise ahlak kelimesi hep güzel ahlak anlamında kullanılır. Ahlaklı insan denince hep güzel ahlaklı kimse, ahlaksız denince de hep kötü ahlaklı, kötü huylu kimse anlaşılır.

Yüce dinimiz İslam, güzel ahlaka büyük önem vermiştir. Kur’an-ı Kerim’de Peygamber Efendimize (sas) hitaben: “Şüphesiz sen en yüce bir ahlak üzeresin.” buyrularak Peygamberimiz (sas) övülmüştür.

Doğruluğu:

Peygamberimizin güzel ahlakı içerisinde en dikkat çekici olan hususlardan birisi onun “doğruluğu”dur. Peygamberimiz bir doğruluk timsali idi. Doğruluk, onun hayatının her safhasında var olan bir hasletti. Onun içi-dışı, özü-sözü birdi. O hem doğruluğu öğütlüyor hem de söylediklerini aynen uyguluyordu. Kendisinden nasihat isteyen Abdullah ibn es-Sakafî’ye 

Allah’a iman ettim de, sonra da dosdoğru ol ( Müslim, İman, 62) buyurmuştur.

Güvenilir Olması:

Peygamberimizin diğer önemli bir özelliği ise “güvenilir” olmasıdır. Güvenilirlik, başka bir deyişle emanet, bütün Peygamberlerin ortak niteliklerinden biridir. İman ile güvenilir kimse olmak arasında sıkı bir bağ bulunduğuna işaret eden Peygamberimiz (a.s.),

 “Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların emin olduğu kimsedir. Mümin de diğer insanların canları ve malları hususunda kendisine güvendiği kimsedir”(Müslim, İman, 14) buyurmuştur.

Affedici Ve Hoşgörülü Oluşu:

Peygamberimizin önemli özelliği de onun “affedici ve hoşgörülü” olmasıdır. Hoşgörü Hz. Peygamber’in en belirgin özelliklerinden biridir. O, şahsı için asla kimsenin gönlünü kırmaz, kimsenin ayıbını yüzüne vurmazdı. Ancak yapılan hata, Allah’ın bir emir veya yasağının ihlali ise, o zaman mutlaka uyarır, ancak kırıcı olmazdı. Hata eden şahıs bir topluluk içinde bulunuyorsa yanlışlığı isim vermeden düzeltirdi. Hz. Peygamber’in hoşgörüsü o kadar genişti ki, tahammül edilmesi çok zor hallerde bile, engin müsamahasını bozmamıştır.

“(Ey Peygamberim!) Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir” buyurulmaktadır (A’râf, 199).

Şefkat Ve Merhameti:

Peygamberimizin en önemli özelliklerinden biri de çok şefkatli ve merhametli olmasıdır. O, daima yumuşaklığı, şefkat ve merhameti kine, öfkeye ve sertliğe tercih etmiştir. Onun bu davranışı Kur’ân’da şöyle bildirilmektedir:

Allah’ın rahmetinden dolayı ey Muhammed, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile, iş hakkında onlara danış, fakat karar verdin mi Allah’a güven, doğrusu Allah güvenenleri sever” (Âl-i İmran, 3/159).

Peygamberimizin önemli bir özelliği de mütevâzî oluşudur. O, kendisini hiçbir zaman başkalarından üstün görmezdi. Bir meclise geldiği zaman ayağa kalkılmasından hoşlanmaz, toplum içinde baş köşeye oturmayı sevmez, boş bulduğu bir yere otururdu. Kendi eşyasını başkalarına taşıtmak istemez, hizmetçilerle yemek yemekten çekinmezdi. Evinde ailesine yardımcı olur; elbisesini yıkar, elbisesinin sökülen yerlerini diker ve koyunları sağardı. Kendisini halktan biri  olarak görür ve krallar gibi aşırı saygı gösterilmesini tasvip etmezdi.  Mekke müşriklerinin bütün haksız tutumlarına ve onu öz yurdundan çıkarmaya kadar varan baskılarına rağmen, Mekke’nin fethinde büyüklük hissine kapılmamış, tevâzuundan başını öne eğmiştir.

KARAKTER OLUŞUMUNDA AİLENİN ROLÜ

Bireysel mutluluk ve başarının yanı sıra toplum ve dünya düzenini sürdüren karakterli bireylerin yetiştirilmesi, çocukların karakter gelişimine emek veren huzurlu bir aile ortamının varlığına bağlıdır.

Okul dönemiyle başlayan ikinci sosyalleşme aşamasında genişleyen sosyal çevrenin ailede aktarılan değerleri desteklemesi beklenir. Zira okul, çocukların toplumsal kurallar ile davranış kalıplarını öğrendiği ve mevcut değerlerini içselleştirdiği tamamlayıcı bir sosyalleşme ortamı oluşturmalı ve bu ortamda hem öğretmenler hem de arkadaş çevresi etkin görevler üstlenmelidir.

Nitekim ailenin güçlü temeller üzerinde yapılandırılarak yetişmekte olan kuşaklara değerlerini aktarması, toplumların geleceğe güvenle bakmasını sağlayacak; bu süreç sağlıklı işletilmediğinde ise ailenin geleceği riske atılmış olacaktır. Çünkü aile sevgi, saygı, sabır, anlayış, hoşgörü gibi değerlerin kazanıldığı, uygulandığı ve yaşatıldığı en temel kurumdur. Çocuklar bu değerleri küçük yaşlardan itibaren aile üyelerini gözlemleyerek ve modelleyerek öğrenir. (Hz.Peygamber ve Şahsiyet İnşası-Diyanet işleri Başkanlığı-Dini yayınlar Genel müdürlüğü Yayınından alıntı)

MÜSLÜMAN ŞAHSİYETİNİN İNŞASINDA CAMİLER

Camiyi cami yapan demiri, çimentosu, halısı, çinisi değildir. Cami, orada Hz. Peygamber’in (sas) izini takip eden, misyonunu tevarüs eden imamıyla, erkek, kadın, engelli, engelsiz, genç ve çocuk cemaatiyle camidir. Cami fonksiyonlarını yerine getirdiği takdirde camidir.

“İmam” kelimesi ile Arapçada anne anlamına gelen “el-ümm” kelimesinin aynı kökten geliyor oluşu imamlık mesleğinin sevgi, şefkat ve merhameti temel alması gerektiğini hatırlattığı gibi aynı zamanda Müslüman şahsiyetin inşasındaki eğitici rolünü de ortaya koyar.

Hepimiz çocukluk yıllarımızda camiye dair tatlı hatıralar biriktirmişizdir. Cami ve orada öğrenip yaşadıklarımız ve hissettiklerimiz bilinçli ya da bilinçsiz kimlik ve karakterimizin oluşumuna etki etmiştir. Çocukluk yaşlarında hepimiz kendisini seven ve değer veren bir köy/mahalle cami imamı sayesinde Müslümanca bir hayatın sürdürülmesi şuuruna sahip olmuşuzdur.

Bunun aksi hadiselerle de karşılaşılır. İlk gençlik yıllarında camiden soğutulan, herhangi bir şekilde kalbi kırılan insanların ilerleyen süreçte büyük savrulmalar yaşadıkları, Müslümanca bir duruş, kimlik ve kişilik geliştiremedikleri bizzat kendileri tarafından ifade edilir. Oysa camide yakışıksız ve kaba davranışlarda bulunan insanların bile Hz. Peygamber (sas) tarafından himaye edildiklerine, hoşgörü ile karşılandıklarına dair rivayetler bizlere çok şey söylemektedir.

Çocuklar ise Hz. Peygamber’in (sas) mescidinde daima özel ve ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. Kadınlara gelince Hz. Peygamber (sas) örnekliği ortada durduğu hâlde onları niçin camiden alıkoyacak bir bakış açısı geliştirdiğimizin muhasebesini geç olmadan yapmalıyız.

Yine engelleri sebebiyle kendilerine hayatı kolaylaştıracak tedbirleri almadığımız için camiden uzak kalan nice erkek ve kadın Abdullah b. Ümmü Mektumlar vardır.” (Hz.Peygamber ve Şahsiyet İnşası-Diyanet işleri Başkanlığı-Dini yayınlar Genel müdürlüğü Yayınından alıntı)

Sonuç olarak ifade edilmelidir ki Allah Resûlü’nün (sas) hadis-i şeriflerinde anlattığı ve arzu ettiği Müslüman; kâmil imanı, derin ilmi, salih amelleri ve ihlasıyla eşsiz bir şahsiyettir.

Değerli Okurlarım..

Bugün her türlü insani ve ahlaki değerler maalesef yozlaşmıştır. Kötülük ve çirkinlikler karşısında dik durabilen ve iyiliği hâkim kılmaya çalışan insan sayısı azalmakta, buzulların erimesi gibi hakikat savunucuları da eriyip gitmektedir.

Belki de tarihin hiçbir döneminde zalimin sözünün baş tacı edildiği, adaletin göz göre göre çiğnendiği, merhametin kalplerden sökülüp atıldığı, iffet ve namus anlayışının yerlerde süründüğü, emek ve alın terinin yok sayıldığı, insanlığın her yönden sömürüldüğü ve tüketilmeye çalışıldığı başka bir dönem olmamıştır.

Dünyanın artık yeni cahiliye dönemine ve adetlerini yaşamaya ve yaşatılmasına tahammülü yoktur. Çünkü bu yolun sonu karanlık ve cehennemdir. Şeytanın zafer kazanmasıdır.

Bunun için de aile hayatından sokağımıza, çarşı-pazarımıza varıncaya kadar insanı onaracak ve kurtaracak aziz dinimizin ahlaki ilkelerinin benimsenmesi ve nesillerimize benimsetilmesi önem arz etmektedir.

Müslümanların Hz. Peygamber (sav)’in ahlakı olan Kur’an ahlakını hayatlarının tam ortasına koymaları gerekmektedir. Bu iman, istikamet ve ahlaki kıvama ulaştığımızda zalimler duracak; Gazze’de “yaşamaktan yoruldum” diyen yetim çocukların, gözü yaşlı annelerin yüzü gülecektir.

Samimi birer Müslüman olma gayreti ile yaşayan bizler, her yönümüzle Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’ya benzemeli, ahlakını hayat tarzı haline getirmeli her hareket ve davranışımızda onu örnek almalıyız. Hz. Peygamber (sav)’i bütün yönleri ile tanımak, O’na sevgi ve muhabbet beslemek Müslümanın en önemli görevidir. Bu şekilde yaşanan bir hayat bize bu dünyada huzur ve saadet getirirken, ahrette de Allah’ın lütfünün bir gereği olarak hazırladığı Cennete girmemize vesile olacaktır.

Rabbimiz bizleri Kamil Mümin sıfatına sahip olarak rızası istikametinde bir hayat sürmeyi nasip eylesin.

Devamını Oku

Ahlâklı Toplumun İnşasında Din Eğitiminin Önemi

Ahlâklı Toplumun İnşasında Din Eğitiminin Önemi
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kıymetli Okurlarım! En kalbi duygularımla   Muhabbetle saygı ile  özlemle  sizleri selamlıyorum, Cumanız  Mübarek  olsun. Cuma Günü  Gazetemizin  köşesinden sizlere seslenmek sizlerle beraber olmak güzel bir duygu güzel  bir haslet.

   Uyum  haftasında   yavrularımız minikler 01.09.2025 günü Eğitime ilk adımlarını attılar. 2025-2026  yılı  Eğitim ve Öğretimimiz 08.09.2025 tarihinde  başlıyacağından  tüm Eğitim camiasına  yavrularımıza  tüm velilere ve öğretmenlerimize hayırlı olması temennisinde bulunarak, yazıma başlamak istiyorum.

   Sen elbette üstün bir ahlâka sahipsin. (Kalem 4)

 “Müminlerin iman bakımından en olgunları, ahlâkı en iyi olanlarıdır. (Tirmizî, Radâ’, 11)

Muhakkak ki toplum ve eğitim dendiği zaman akla ilk gelen şey ahlaktır. Her şeyin bir temeli ve mayası olduğu gibi insanın da temeli ve mayası ahlaktır. O ne kadar iyi ise insanı da o kadar yüksek ve kemal noktalara taşır. İnsanın dâhil olduğu her sosyal ilişkide, kişiler arasındaki münasebetleri düzenleyen birtakım ahlaki kuralların varlığı gereklidir. İslam’ın ahlaka ve ahlaki yaşantıya bakışı daima olumlu ve müspettir. Çünkü ahlak işin rengini ve kıymetini etkileyen en temel faktördür.

Kuranı Kerim Peygamber Efendimizin üstün ahlaklı olduğunu beyan ederken  Peygamber Efendimiz de “Müminlerin iman bakımından en üstünü, ahlakı en güzel olanıdır” (Tirmizî, Radâ”, 11) buyurarak hem ahlakı iman için bir mihenk taşı olarak belirlemekte hem de hayatı anlamlandıran ve bir toplumu değerli kılan en önemli faktörün ahlak olduğunu bildirmektedir. Görüldüğü gibi din, bir ahlak sistemi kurma konusunda temel bir rol oynar. İnsanın yeryüzüne geliş amacı, ‘ahlaka dayalı bir sosyal düzen kurma’ olarak düşünüldüğünde, dini bir hayatı kendisine hedef olarak belirleyen insanın başarısız olması düşünülemez.

Değerli Okurlarım .

Eğitim ve ahlak konusu, tarih boyunca her devletin ve toplumun yakından ilgilendiği iki temel konudur. Bir milletin en kıymetli kaynağı hazinesi sadece sahip olduğu yer altı ve yer üstü zenginlikleri değil; o zenginliği en iyi şekilde kullanabilme eğitim ve ahlakını elde etmiş, kaliteli, dürüst, iyi yetişmiş Rabbini ve yaratılış hikmetini bilen insan gücüne sahip olmasıdır.

Sorumluluklarımızın en önemli boyutunu Allah’a karşı olan sorumluluklarımız oluşturmaktadır. Çünkü yaratılış gayemiz, ayetlerde de belirtildiği gibi O’na kulluk etmektir. Yine bu anlamda Yüce Allah,

 “Ben cinleri ve insanları başka değil sırf bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyât 51/56) buyurarak insanların ve cinlerin önemli görevleri olduğunu, diğer varlıklara yüklemediği yükümlülük ve sorumluluklarının bulunduğunu ifade etmektedir. 

Değerli Okurlarım.

Kuranı Kerimde  insanın kendini fark etmesi, yeryüzündeki varlığını ve misyonunu kavraması manasında yaklaşık üçyüzelli, pozitif bilimleri, eğitim ve öğretimi doğrudan ilgilendiren çokça ayet vardır. 

Kur’andan ilham alan Müslümanlar İslam medeniyetinde astronominin, tıbbın öncüsü olmuştur.

Câbir bin Hayyân,  birçok bilim adamı tarafından modern kimyanın kurucusu olarak kabul edilmiş,

Harezmî, yapmış olduğu seyahatler, incelemeler ve tercümelerle, matematik ilmini halka anlatabilecek durumda düzenleyerek cebir ilmini kurmuş ve Roma rakamlarında sıfır olmamasına rağmen ilk

Çalışmalarıyla Hipokrat ve Galen’in şöhretini gölgede bırakan İbn-i Sînâ, “tabiplerin üstadı” olarak kabul edilmiş, en önemli eseri olan el-Kanun fî’t-Tıbb, Avrupa’da Üniversitelerde  600 sene kaynak tıp kitabı olarak okutulmuştur.  

Bîrûnî, ilgilendiği başlıca bilim dalları olan matematik, astronomi ve coğrafyanın dışında da birçok bilim dalında çığır açıcı araştırma ve incelemeler yapmıştır.

Eğitim ile din eğitimi birbirinin alternatifi değil tamamlayıcısıdır.

İslam dini, ilimle özdeştir. Evet, medeniyetimizde din ile ilim, hiçbir zaman birbirinden ayrılmayan iki ana unsurdur. Biri olmayınca diğeri tek başına insanı hedefe ulaştırmaz. İlim, dünya ve ahiret saadetinin anahtarı ve erdemlerin en büyüğüdür.

Âyet-i kerimede buyuruldu ki:

  “De ki: Ey Rabbim! İlmimi artır.” (Taha 114)

Dikkat buyurun! Bu ayet-i kerime bize başka herhangi bir şey için değil ilmimizin artması için dua etmemizi emrediyor. Zira ilim tükenmez bir hazine olup; sadece sahibine değil, başka insanlara da, hatta diğer canlılara da fayda verir. Dinimizde ilim, hayati öneme sahiptir.

Öğrenme ve öğretme kabiliyetine sahip olmak, “Alîm” olan Cenâb-ı Hakkın insanoğluna sunduğu nadide bir nimettir. 

İnsan için uğrunda yorulmaya değer en yüce uğraş, helâl rızık peşinde koşarak karnını doyurduğu gibi, doğru bilginin peşine düşerek de ruhunu doyurmaktır.

İlim tahsil etmekten daha değerli bir çaba, âlim olmaktan daha şerefli bir makam düşünülebilir mi?

Bilginin aydınlığına sırtını dönen insan, huzur bulabilir mi?

Bu yüzden Resûl-i Ekrem (s.a.s) bizleri şöyle uyarır:

“Ya öğreten ol, ya öğrenen ol, ya dinleyen ol, ya da ilmi destekleyen ol. Beşincisi olma, helâk olursun!” (Dârimî, Mukaddime, 26.)

.

Bilim hayatımıza değer katarken, din eğitimi de hayata değer katan ilkeleri, davranışları bize  öğretir. İlim bir şeyin doğrusunu bize gösterir elbette bu çok elzem bir bilgidir.  Beş dörtten  büyüktür der. Beşin dörtten büyük olduğunu bilmek yeterli değildir. Eğer o beş kazanç haramsa dört kazanç helalse işte din de ahlak da gelir o dört helal kazancın beş haram kazançtan üstün olduğunu insana öğretir.

Bilgi güç değil, ahlak ve sorumluluktur

Nitekim Kur’an’ı Kerim’de;

De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer Suresi 39/9) buyrulmak suretiyle de ilim sahibi olan insanların en önemli özelliği olan Yaratanı bilme özelliği zikredilmiş, bilgili olanların bilgili olmayanlardan üstünlüğü vurgulanmıştır.  

Milli Şairimiz Mehmet Akif ise Safahat’ında;

Ne irfandır veren ahlaka yükseklik, ne vicdandır 

Fazilet hissi insanlarda Allah

korkusundandır                                                     

Ahlaklı denildiği zaman genellikle  kişinin toplumun hor gördüğü davranışlardan sakınan ve hoş gördüğü davranışlara uygun yaşayan insan akla gelir. Ancak faziletli yani erdemli insan bununla kalmaz, iyi insandan beklenen, yapması zorunlu bulunmayan, hakkında yaptırım olmayan  iyi davranışları yapmaya da gayret gösterir.  Ahlak konusunda başkalarına hep örnek olur. (Ahlak Psikolojisi; Prof. Dr. Erol Güngör)

Fazilet yani erdem sahibi kişiler Kur’an’da övülmüştür.

Kur’an’ın temel fazilet olarak ısrarla vurguladığı takvaya sahip olanlardan bahsedilirken bunların başlıca nitelikleri şöyle sıralanır:

Bollukta da darlıkta da mallarını Allah için harcarlar, (Ali İmran 133)

Öfkelerine hâkim olurlar

İnsanları bağışlarlar,

Kötülükte ısrar etmezler.

Yumuşak davranış, merhamet, tövbe, hayırseverlik, ahde vefa, sabır, metanet doğruluk…

Dinin en temel hedeflerinden birisi topluma  “Erdemli bir dünya kurma vizyonu” sağlamasıdır. 

Dini bilinci yüksek olan toplum huzurlu ve mutlu toplumdur.

Din ve Ahlak eğitiminin ilk başladığı yer ailedir.

Toplumuyla uyum içerisinde olmak çocuğa sadece belli kuralları öğretmek ve onun davranışlarını sürekli denetlemeye çalışmakla sağlanamaz. Bu tarzda bir yaklaşım doğru bir eğitim yaklaşımı değildir. Önemli olan denetimden uzak kalındığı durumlarda kişinin doğru davranışlar göstermesidir. Bu da ancak ve ancak küçük yaşlardan itibaren çocuğa verilen aile ortamındaki din eğitimi ve onunla mütenasip bir yaşamla sağlanabilir. Dini sosyalleşme ve anne-baba tutumları denilince aklımıza gelen en önemli şeylerden bir tanesi de peygamber efendimizin “Fıtrat Hadisidir”. Söz  konusu Hadis-i Şerif te Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur

“Her insan fıtrat üzere doğar; sonradan anne ve babası onu Yahudi, Hıristiyan, Mecusi yapar”. (Buhari, Tefsir, 2)

Çocuklar, hayatlarının ilk yıllarında çok iyi gözlem yapar ve etrafındakilerin tutum ve davranışlarını kopya ederler. Küçük çocuklar anne-babada mevcut olan bütün davranışları mimiklerine kadar olağanüstü bir şekilde taklit etme yeteneğine sahiptirler. Eğer anne-baba çocuğuna bir şeyi öğütlüyorsa ilk önce kendilerinin bunu yapması ve yaşaması gerekir. Tutum, davranış ve değerler çocuklar tarafından sözden ziyade eylem yoluyla kazanılır. Ebeveyn ve çocuklar üzerinde yapılan birçok bilimsel araştırma ve ulusal düzeyde yürütülen uzun soluklu incelemeler ebeveyn etkisinin çocukların dini inanç ve pratiklerinde ömür boyu süren bir etkiye sahip olduğunu göstermiştir. (Dini Sosyalleşme: Etki Kaynakları ve Araçların Etkileri, Ö. Güngör, 2013, s. 284)

“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve kendilerine emredileni yerine getiren melekler vardır.” (Tahrim 6)

Bu ayet hakkında Hz. Ali  şu izahı yapar:

“Kendinizi ve aile fertlerinizi ateşten koruyun” emri, “kendinize ve aile fertlerinize hayrı, ilmi ve edebi öğretin” manasına gelmektedir.

Evde Anne, baba, dede, nine bir taraftan çocuklara İslam’ın ve imanın şartlarını, amentüyü, Allah’ın varlığını ve birliğini, peygamberi ve cennet- cehennemi, günahı-sevabı öğretirken diğer taraftan uygulamalı olarak çocuklarımıza ibadetleri göstermeli onları camiye götürmeli ve asla  camiden kovmamalıyız. Küçük çocukların özellikle büyükleri namaz kılarken onların yanında dikilip davranışlarını taklit ettiği çokça şahit olunan bir manzaradır. Hatta büyüklerinden etkilenerek çok küçük yaşta oruç tutmaya özenen çocuklar bile çoktur ki bu taklidi durum kimi zaman ibadetleri çocuklara öğretmek amacıyla aileler tarafından desteklenmekte ve halk arasında tekne orucu olarak isimlendirilmektedir

Aliya İzzetbegoviç’in “Babam da dindardı, namaz kılıyordu fakat ben dindarlığımı annemden aldım” sözünden hareketle çocuklarda dindarlığın oluşmasında ailenin  önemine dikkat çekerek annenin tek görevinin mutfak işleri ve temizlik olmadığını aynı zamanda İslam’ın değerlerini çocuklarına bir terbiyeci olarak aktarmak olduğuna dikkat çekmiştir. Ailenin fazla teorik bilgi aktarmaktan öte İslam hakkında bildiklerini yaşayıp, bunları hayatına geçiren canlı bir model olarak çocuğuna örnek olması gerekir. Mesela anne, mahremiyeti teorik bir aktarımdan ziyade yaşamında buna dikkat ederek çocuğuna öğretir. O yüzden anneler çocuklarıyla diyaloglarında daha yumuşak bir iletişim içerisinde olmalıdırlar.

Portekiz’de velilerin sorumsuz olmasından yakına okul idaresi velilere şu notları paylaşmıştır.

Sevgili Veliler,

Hatırlatmak isteriz ki ‘merhaba’, ‘lütfen’, ‘rica ederim’, ‘özür dilerim’, ‘teşekkür ederim’ gibi ifadeler önce evde öğrenilir.

Yine dürüstlük, arkadaşa, yaşlılara ve öğretmenlere saygı ilk evde öğrenilir.

Temiz olmak, ağzında yiyecek varken konuşmamak ve düzenli olmak da önce evde öğrenilir.

Sorumluluklarını bilmek, eşyalarına ve değerlerine sahip çıkmak ve başkalarının eşyalarına el sürmemek yine evde öğrenilen şeylerdir.

Bizler okulda yabancı dil, tarih, coğrafya, fizik, kimya ve biyoloji gibi şeyler öğretiriz.

Unutmayın ki eğitim evde başlar!

Dini inanç ve ibadetler insanı suç ve kötülüklerden uzaklaştırır.

Yapılan akademik araştırmalarda dinlerin toplumsal düzenin oluşmasında önemli rol oynamasının sebebi dinlerin sahip olduğu ahlaki normlar çerçevesinde toplumsal davranışları çok güçlü bir şekilde etkilemesidir. (Wach, J. Din Sosyolojisine Giriş 1995MÜİFY Yayınları)

Bu da ailede, kuran kurslarında ve okullarda verilen din eğitimin ne kadar önemli ve elzem olduğunu bize göstermektedir.  

Dinî inançlar, kapalı bir kap içerisinde duran sıvı bir madde gibi olmayıp mutlaka dışa yansır ve insan eylemlerine yön verirler. Tıpkı bir çiçek gibi… Çiçek  güzel koku yayar, arı ondan bal özü alır ve oldukça faydalı bir yiyecek imal eder. Dini İnanç ve ibadetler de bizi kötülüklerden korur.

Nitekim Kur’an!ı Kerim’de de Cenabı Allah:

 “Kitaptan sana vahyedilenleri oku, namazı özenle kıl. Kuşkusuz namaz hayasızlıktan ve kötülükten meneder. Allah’ı anmak her şeyden önemlidir. Allah yaptıklarınızı bilir. (Ankebût  45)

Namazla insan, açık çirkinlikten, edepsizlikten, kötülük ve ahlaksızlıktan, aklın ve dinin beğenmeyeceği uygunsuzluktan, kötü ve çirkin işlerden kurtulur ve uzaklaşır. Kurallarına uygun olarak namaza devam edildikçe namaz dışında da güzel davranışlar artar ve gelişir.

Nitekim Yunus Emre namazın kötü alışkanlıklardan ve davranışlardan alıkoyması gerektiğini kendi dilinden şu şekilde ifade etmektedir.

Bir kez gönül yıktın ise/ Bu kıldığın namaz değil

Yetmiş iki millet dahi /Elin yüzün yumaz değil.

Namaz, Allah ile kul arasındaki ilişkiyi bir ömür boyu ameli olarak sürdüren en canlı ve sürekli bir ibadet olduğu için ayet ve hadislerde bu ibadetin, insanın inancını ve inancı doğrultusunda oluşturacağı kararlarını güçlendirip eylemlerini dini ve ahlaki hükümler çerçevesinde geliştirmesine yardımcı olacağına işaret edilmektedir.

Dinî emir ve yasakların hikmeti incelendiğinde, insanın şerefini koruma, onu kötülüklerden uzak tutup ahlâkını olgunlaştırma gibi bir hedefin de güdüldüğünü görmek zor olmaz. Nitekim ramazan ayında alkol tüketimi, suç işleme oranları diğer aylara göre daha azalmaktadır. Alkol tüketimin azalmasıyla birlikte kavga, cinayet ve trafik suçları gibi adli olayların sayısında önemli ölçüde düşmektedir. (Süleyman Uludağ, İslam’da Emir ve Yasakların Hikmeti, T.D.V. Yay.1989, s. 35)

Ergenler üzerinde yapılan bir alan araştırmasında ise dua ve ibadetin, ergenlerin ruh sağlıkları üzerinde olumlu psikolojik etkilerinin olduğu tespit edilmiştir. (Mustafa Koç, “ Ergenlik Döneminde Dua ve İbadet Algılarının Ruh Sağlığına Etkileri Üzerine Bir Alan Araştırması”, Sakarya Ünv. İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı: 10)

Duanın kaygı, stres, anlamsızlık, boşluk ve yalnızlık gibi çağımızın en  önemli manevi hastalıklarına karşı ruh sağlığını olumlu şekilde etkilediği ve kişiliği geliştirdiği araştırmalarla ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, dua kişiye güçlüklere katlanma, her türlü olumsuzluğu olumlayabilme ve başarıya doğru yönelme, arzu duyma gücü vermektedir.

Sonuç olarak ibadetler her ne kadar öncelikli olarak bireyi ilgilendirse de toplumu ilgilendiren bir yüzü de bulunduğunu görmekteyiz

Devlet başkanından dağdaki çobana kadar herkesi aynı safta omuz omuza bir araya getiren namaz; konuyu daha da ileri götürüp aynı statüde olmaktan öte, aynı giyiniş biçimiyle de her kademeden insanı aynı duygularla bir araya toplayan hac; açlığın yoksulluğun fakirliğin ne demek olduğunu fiilen tattıran oruç ve bütünüyle zekat, birer ibadet olmalarının yanında, oluşturdukları cemaat ruhuyla, sosyal dayanışma, sosyal denge ve hatta sosyal güvenliğin oluşmasında küçümsenemeyecek etkileri olan ibadetlerdir. Kısaca İslam’daki bütün ibadetlerin bir de dünyaya bakan yönlerinin olduğunu görüyoruz.

Sohbetimizi özetlemek gerekirse dini bilinci yüksek olan Müslüman;

-Allah’ın varlığına birliğine inanır, O’na ortak/şirk koşmaz. (Hac 22/ 31)

-Komşusu aç olduğu halde kendisi tok yatmaz. (Müslim, “İman”, 74)

-Allah ve Rasûlü’nü her şeyden fazla sever. Allah’a ve Rasûlü’ne itaat eder, helal olan şeyleri yapar, haram olan, günah olan şeylerden ise kaçınır. (Nisâ, 4/59; Mâide 5/87; En’âm 6/119)

-İnanç, ibadet ve ahlâk başta olmak üzere hayatın her alanında Hz. Peygamber (s.a.s.)’i örnek alır. (Ahzâb, 33/21)

– Annesine, babasına, eşine, çocuklarına, akrabalarına, komşularına ve diğer insanlara iyi davranır ve onlarla iyi geçinmeye çalışır. (Nisâ 4/36)

-Allah için sever, Allah için kızar. Gücü oranında iyiliği emreder, kötülükten alıkoyar.  (Ali-İmran 3/ 110)

-Müslüman kardeşinin derdiyle dertlenir. Onu yalnız ve yardımsız bırakmaz, sevinç ve üzüntülerini paylaşır. (Ebû Dâvûd, Edeb, 60)

-Kendisi için arzu ettiği iyilik ve hayrı, din kardeşi için de aynen arzu eder ve ona karşı bir haset, çekememezlik duygusu içinde olmaz. Kendisine yapılmasını hoş görmediği şeyleri diğer din kardeşleri için de hoş görmez ve yapmaz. (Buhârî, Îmân 7; Müslim, Îmân 71-72)

-Sevmediği insanlara karşı da insaflıdır. Hiçbir insanın başına gelen kötülüğe sevinmez. (Müslim, Birr, 66)

-Mütevazıdır, övünmez, gurura, kibre kapılmaz, insanlara üstünlük taslamaz, kimseyi küçük görmez ve alay etmez. (İsrâ, 17/37)

-Her nerede olursa olsun, hatta kendi aleyhine bile olsa hak ve adaletten ayrılmaz. (Nisâ 4/135)

-Boş ve faydasız şeylerden yüz çevirir. (Mü’minûn, 23/3)

-Emanete riayet eder, sözleşmelerine sadakat gösterir. (Mü’minûn, 23/8)

-Allah’ın haram kıldığı bir cana haksız yere kıymaz. (Furkân 25/68)

-Yetim malı yemez, kimseyi kandırmaz, aldatmaz.  (Nisâ 4/2)

-Ölçü ve tartıda adil davranır, haksızlık yapmaz. (İsrâ, 17/35)

-Eliyle, diliyle ve davranışlarıyla mümin kardeşlerini rahatsız etmez. (Müslim, “İman”, 18)

-Bencil değildir. Bollukta da darlıkta da infak eder, sadaka verir. (Âl-i İmrân 3/134; Bakara 2/267, 272, 274)

-Hatalı tutum ve davranışlarında, günahlarında ısrar etmez,  (Ali imran 135) tekrarlamaz ve günahlarına yürekten tevbe ve istiğfar eder. (Bakara 2/160)

Dini bilinci yüksek olan biri  toplumu ifsat eden; içki, uyuşturucu, kumar, zina,  ahlâksızlık, haksızlık, hırsızlık, faiz, rüşvet, gurur-kibir, övünme, riya/gösteriş, cimrilik, israf, dünyaya aşırı bağlılık (dünyevileşme), hırs, haset, kıskançlık, cimrilik, gıybet, dedikodu, bencillik, tekfircilik, tembellik, sabırsızlık, adaletsizlik, dolandırıcılık, acımasızlık, iftira ve yalan,  bir kavmin topluca helak olmasına sebep olan eşcinsellik gibi kötü huylardan ve zararlı alışkanlıklardan, çirkin davranışlardan da sakınır.

Ne mutlu güzel ahlâk sahibi olup İslâmî anlayış ve yaşayış üzere olmaya gayret edenlere!

Ne mutlu dünya ve ahiretini kurtarabilenlere.

Devamını Oku

 VATAN SEVGİSİ  ZAFERLERİ KAZANDIRAN RUH

 VATAN SEVGİSİ  ZAFERLERİ KAZANDIRAN RUH
0

BEĞENDİM

ABONE OL

30 Ağustos Zaferinin yıldönümü münasebetiyle bu haftaki yazımızda Vatan sevgisinden, zaferleri kazandıran ruhtan, Şehitlik ve gaziliğin öneminden söz etmeye, bu yüce duyguları anlamaya, anlatmaya çalışacağız. 30 Ağustos Zafer Bayramının 103. Yıldönümü 30 Ağustos 2025 Cumartesi günü yapılacak törenle kutlanacaktır.

Rebiülevvel’in 11. Günü yani 3 Eylül 2025 Çarşamba günü ise Mevlid gecesidir. Bu gece Rebiülevvel’in 12. gecesidir ve bu gece Hz. Peygamberimiz (S.A.V) dünyaya gelmiştir. Geceniz  Mübarek olsun.

Üstünde  yaşayan yiğitleri ile kıymetli altında yatan  şehitleri ile kıymetli bu Cennet vatanı bizlere emanet eden ,bu Vatan için bu Millet için bu bayrak için hayatlarını seve seve veren  şehitlik rütbesine yükselen ahirete  irtihal  etmiş  ecdadımızı tüm şehitlerimizi gazilerimizi  15 temmuz şehitlerini  ruhlarını teslim etmiş Devlet ve Millet büyüklerimizi anarken  Cumhuriyetimizin  kurucusu 30 Ağustos  zaferinin  Baş komutanı  Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının  ruhları şad olsun. Onları rahmetle  anıyoruz.

Vatan doğup büyünen ve üzerinde yaşanan toprak parçasıdır. Vatan görünüşte sade bir toprak parçasıdır. Fakat alelade, sıradan bir toprak parçası değildir. Can verip can alınan, hayat parçasıdır.

Herkes vatanını sever. Bu duygu fıtrîdir, insanın içinde yaratılıştan vardır. Vatanını seven kimseye vatansever, vatanperver denir.

Bülbülü altın kafese koymuşlar “ah vatanım” demiş. Sormuşlar: Vatanın neresi? “Bir çalının dalı” demiş.

İnsanların bir vatana sahip olmaları kolay değildir. Sahip olduktan sonra onu korumak daha da zordur. Atalarımız vatanımızı korumak için tarih boyunca her türlü fedakarlığa katlanmışlar, binlerce şehit vermişlerdir. Adeta her karış

toprağını şehit kanıyla sulamışlardır.


Merhum Mehmet Akif bir dörtlüğünde bu gerçeği şöyle ifade eder:

Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı,

Düşün altında binlerce kefensiz yatanı,

Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı

Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.

Sen vatanına sahip olacaksın. Şairin dediği gibi:

Sahipsiz olan vatanın batması haktır,

Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.

Şehitlik olmadan vatan olmaz. Evet, vatan bir toprak parçasıdır, ama her toprak parçası vatan değildir. Vatan, uğruna şehitlerin kan akıttıkları toprak parçasıdır. Toprak, eğer uğruna ölen varsa vatandır. sözü, ne güzel bir sözdür.

 “Vatan sevgisi imandandır

Bugün sahip olduğumuz bu cennet vatan, kahraman atalarımızın her karışını kanları ile sulayarak bize emanet ettikleri topraklardır.

Vatan bizlere kolay emanet edilmedi. Nice canlar, nice haneler söndü. Analar bacılar yetimler… adı sanı duyulmamış şehitler ve gaziler…

Bugün cennet vatanımızın fetih gününü idrak ediyoruz. Zaferlerin gölgesinde nefesleniyoruz. Ağustos sıcağında kanını huzur için aktan şehitlerimizi, alın terini barış için döken gazilerimizi hatırlıyoruz.

26 Ağustos 1071 tarihinde Anadolu’nun kapılarını İslâm’a açan Malazgirt Meydan Muharebesini, 30 Ağustos 1922 tarihinde Anadolu’nun kapılarını düşmanlara kapatan Başkomutanlık Meydan Muharebesini ve diğer zaferlerimizi hatırlarız.

Tarih geleceğe emin adımlarla yürüyenlerin tarihidir. tarih bir milletin geleceği, yarınlarıdır. Tarih ders ve ibret almak içindir. Tarih bizi başarılı kılan ruhu anlamaktır. Tarih bu vatan uğruna canını seve seve vermektir.

İslam coğrafyasının bugünlerde maruz kaldığı zulüm, zorbalık, haksızlık ve kötülükler, zaferlerimizi ve bu zaferlerin arkasındaki ruhu yeniden anlamaya olan ihtiyacımızı çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Unutmayalım ki ecdadımıza bu yüksek ruhu kazandıran “din-i mübin-i İslâm” dır. Onlar i’la-yı kelimetullah uğruna yaşamışlardır. Allah adı en yüce olsun diye mücadele vermişlerdir. Yeryüzünde hak, hakikat, adalet, hukuk, ahlak, barış ve huzur egemen olsun diye çaba sarf etmişlerdir. İslâm’ın barış ve esenlik dini olduğunu bütün dünyaya göstermişlerdir. Mazlumların sığınağı, zalimlerin korkulu rüyası olmuşlardır. Din, iman, millet, vatan ve mukaddesat uğruna gerektiğinde candan ve canandan vazgeçmeyi göze almışlardır.

 “Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.” (Ali İmran 139)

 “Allah’a ve Resûlüne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider.” (Enfal 46)

وَ “Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” (Ali İmran 103)

Bedir’de, Malazgirt’te, Mekke’nin Fethinde, İstanbul’un Fethinde, Çanakkale Zaferinde, Kurtuluş Savaşında milli va manevi değerlerle bezenmiş bir ruh olgunluğu vardır. Bu ruh olgunluğuna bugün bizler çok muhtacız. Bu ruhu kaybedenler, birlik beraberliğini de kaybetmiş demektir.

Zaferin olmazsa olmaz şartı, hakiki iman, salih amel ve güzel ahlaktır. Bugünün Müslümanları en çok da bunlara muhtaçtır. Birlik ve beraberliğe, ilim ve irfana, fazilet ve erdeme muhtaçtır.

İstiklal şairimiz Akif bu ruhu en güzel şekliyle bizlere ifade ediyor:

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar

“Medeniyet”! dediğin tek dişi kalmış canavar?

Vatanı Korumak Dinimizin Emridir.

Ünlü şâir Mithat Cemal KUNTAY, bu gerçeği şöyle dile getirir.

Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,

. Bu vatanın, bu millete ait olduğunu camileri, türbeleri, çeşmeleri, sarayları, mezar taşları, hanları ve hamamları ile adeta tescil etmişlerdir.

Vatan, bizim en kıymetli varlığımızdır. Bu bakımdan “anavatan” tabiri, bizim milletimiz arasında önem kazanmış ve ata sözlerimize kadar girmiştir.

Dünyada, namus ve şerefimizi koruyarak huzur ve güven içinde yaşamak, ancak bağımsız bir vatana sahip olmakla mümkündür.

Dini görevlerimizi gereği gibi yerine getirmemiz de yine vatan sayesinde mümkün olur. Bu sebeple Yüce dinimiz vatanın korunmasına büyük önem vermiş, vatan sevgisini imandan saymıştır.

Vatanı korumak hem dinî hem de milli bir görevdir.

İslam Dîni, hiçbir insanın ezilmesine ve baskı altına alınmasına izin vermez. Düşmanlara karşı çarpışmayı emretmesi de, tamamıyla temel hak ve hürriyetlere saldırıyı ortadan kaldırmayı, adaleti ve hakkaniyeti yeniden kurmayı hedeflemesindendir. Bu konuda Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:

 “Sizinle savaşanlara karşı, Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah, aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara 2/190)

Buna göre vatanımızı korumak Rabbimizin emridir. Dinimiz zorunlu olduğu hallerde savaşmayı, sevabı çok bir ibadet olarak göstermiştir. Savaşta da kurallar koymuş, aşırılıkları kesinlikle yasaklamıştır. Çocuklara, kadınlara, yaşlılara ve din adamlarına saldırıyı ve onları elleri silahlı olmadıkça öldürmemeyi emretmiştir.

Yeryüzünde şerefli bir millet olarak yaşayabilmek için bütün bunları tam ve eksiksiz bir şekilde hazırlamaya mecburuz. Dinen de bu konuda bütün gücümüzü kullanmakla yükümlüyüz.

Bir gün bir gece hudut boyunda nöbet tutmak, gündüzleri oruçla, geceleri de ibâdetle geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Vazife başında ölürse, yapmakta olduğu amelin sevabı ve rızkı devam eder ve kabir fitnesinden kurtulur.”( Müslim, İmâre, 163)

Vatan olmaksızın millet, millet olmaksızın da devlet olamaz. Bir milletin varlığı, vatanın varlığına, aynı zamanda hür ve bağımsız olmasına bağlıdır.

Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı (yolunda) sabit kıl; kâfirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl!”

Bu cennet Vatanın birer evlatları olarak bizler vatanımızı korumak, vatanımıza namahrem eli değmemesi için askerlik yapmakla mükellefiz. Buda bizim hayatımızın en önemli zaman dilimidir. Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşımızda dile getirdiği üzere, Cennet Vatanımızı korumak hepimizin en başta gelen sorumluluğudur. Akif bu hususu ne güzel dile getirmiştir.

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;

Siper et gövdeni, dursun bu hâyasızca akın.

Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…

Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

 Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı!

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:

Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.

Müslümanlar, Allah’ın yardımını celbedecek bir halet-i ruhiye içinde olmalıyız.

  • Allah’ın yardımının gelmesi için gayret göstermeliyiz
  • Tıpkı Resulullah Efendimizin örneklik ve rehberliğinde Mekke döneminde olduğu gibi müminler, nefislerimizi, kalplerimizi ve zihinlerimi terbiye etmeliyiz.
  • İmanımızı güçlendirmeliyiz.
  • İbadetlerimizi halisane yapmalıyız
  • Ahlakımızı güzelleştirmeliyiz
  • Ruhen ve bedenen zafere hazır olmalıyız
  • Üstünlüğün ve zaferin Allahın yardımıyla olduğunu bilmeliyiz
  • Sonrasında da Allah’a tevekkül edip neticeyi yine O’ndan beklemeliyiz

Süleyman Nazif:

Vatan sıhhate benzer, değeri kaybedilince anlaşılır” der.( Bilal Eren, Güzel Sözler Antolojisi, 306)

Allah Teala buyurdu ki: “Ben muhakkak zalimden mazlumun intikamını alırım. Yine biz mazlumun haksızlığa uğradığını görüp te  ona yardım etmeye gücü yettiği halde yardımını esirgeyen katı kalpli kimseden de mazlumun intikamını alırım. (Taberani)

Necmettin Halil Onan bu toprakların güzelliğini Ne güzel ifade etmiş: “Dur yolcu!.. Bilmeden gelip bastığın Bu toprak, bir devrin battığı yerdir. Eğil de kulak ver: Bu sessiz yığın Bir vatan kalbinin attığı yerdir. Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda Gördüğün bu tümsek, Anadolu’nda İstiklâl uğrunda, namus yolunda Can veren Mehmed’in yattığı yerdir. Bu tümsek, koparken büyük zelzele Son vatan parçası geçerken ele Mehmed’in düşmanı boğduğu sele Mübarek kanını kattığı yerdir. Düşün ki: Haşrolan kan, kemik, etin Yaptığı bu tümsek amansız, çetin Bir harbin sonunda bütün milletin Hürriyyet zevkini tattığı yerdir.”



اِ “Allah’ın zaferi ve fetih geldiğinde ve de insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiklerini gördüğünde, Rabbine hamd ederek tespihte bulun ve O’ndan bağışlama dile. Çünkü O,tövbeleri çok kabul edendir.” (Nasr, 1-3)

Uğrunda can veren şehidini, Peygamberin kucak açıp beklediği bu mübarek vatan toprakları üzerinde tarihler devirdik, tarihler kurduk.

Türkü’yle, kürdü’yle, laz’ıyla çerkez’iyle… Sünnî’siyle, alevî’siyle… Aynı toprak , aynı bayrak uğrunda can cana olduk siperlerinde.

Kanlarımızı sebil ettik, fakat vatanın namusunu çiğnetmedik, bayrağı yere düşürmedik; minarelerden ezanı, camilerden Kur’an-ı dindirtmedik.

İşte şehitlerimiz kanlarını akıtarak bu cennet vatanı bize emanet etmişlerdir. Bize düşen de bu toprakları imar etmek, korumak ve bizden sonraki nesillere devretmektir. canını mukaddes değerler uğruna feda edebilecek nesiller yetiştirmeliyiz. Bunu yapmadığımız takdirde hem vatanımıza ve hem de şehitlerimize karışı görevlerimizi yapmamış ve onların ruhlarını incitmiş oluruz.

“Ey şehid oğlu şehid! İsteme benden makber, Sana âğûşunu açmış, duruyor peygamber.” Mehmed Akif ERSOY

Bu vatan senin, bu devlet senin, bu millet senin, bu bayrak senin. Eğer sen sahip çıkarsan sen vatansız, devletsiz, milletsiz, bayraksız, Kur’an’sız, ezansız kalmayacaksın. Yüce Allah hiç kimseyi vatansız, devletsiz, milletsiz, bayraksız; Kur’an’sız ve ezansız bırakmasın.

Zafere ulaşmak isteyen kardeşim

Zafer, imandır. imanın iyice yerleşmesidir.

Zafer, ihlasla mücadele etmektir.

zafer Allah katındandır ve üstünlüğün tamamı Allah’ındır.

Zafer, Allah’ın dinine yardım etmekle mümkündür

Zafer, yenilmeyen güçlüye (Allah’a) dayanmaktır

Zafer sabırdan sonradır.

Dua, zaferi sağlayan silahların en önemlisidir.

Tarih boyunca bizlere zaferler kazandıran bütün büyüklerimizi, ecdadımızı, aziz şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmet ve şükranla yâd ediyoruz.

Yüce Ecdadımızın bütün savaşlara başlarken ifade ettiği önemli bir söz, İslam Dininin vermiş olduğu manevi duygular ile geçmişten getirdiğimiz kültürümüzün özümsenerek birleştirilmesi neticesinde ortaya çıkan bir söz: “Ölürsem şehit, kalırsam Gazi” Yüce Ecdadımızın vatanının düşmana terk etmediği gibi bizlerde aynı şekilde vatanımızı çiğnetmeyeceğimizi şerefle ifade ediyoruz.

Şehid: Arapça “şehide” fiilinden türemiş bir isimdir. Mastarı, şehâdettir. Şehidin çoğulu, “şuhedâ” ve “eşhâd” olarak gelir. Sözlük anlamıyla “şehid”: “bildiğini söyleyen“, “kesin bir haberi getiren“, “bir yerde hazır bulunan“, “bir olaya şahit olan” ve “şahitlik eden” gibi anlamlara gelmektedir. 

Şehadet: Hazır olma; kesin haber; insanın kat’i olarak bildiği bir şeyi, Yüce Allah’ın huzurunda olduğu kanaatiyle dosdoğru haber vermesi, şahitlik etme, tanıklık; açık belirti; şehîd olma, şehîdlik; yemin, bildiği şeyleri itiraf etme.

Şehid kelimesi -tekil olarak- Kur’an’da 35 yerde, “şehideyn” şeklinde ikil olarak bir yerde, “şüheda” şeklindeki çoğuluyla ise 20 yerde kullanılmıştır. Bu kullanımlardan tekil ve ikil olanların tamamı ile çoğul kullanımların 32 si sözlük anlamıyla şahit karşılığı olarak, üç tanesi ise, dini terim olan şehid anlamında kullanılmıştır.

 “Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O’nunla yapmış olduğunuz bu alışverişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.” (TEVBE 111)

Din mukaddes değerler ve vatan uğrunda canını feda eden müslüman, Allah katında peygamberlik mertebesinden sonra en büyük beşeri mertebe olan şehitlik mertebesini kazanırlar. İnsanın en fazla değer verdiği varlığı canıdır. İnsan canı tehlikeye girdiği zaman canı için her şeyinden vazgeçer. İnsan son derece önem verdiği canını Allah rızası için feda ettiği için Allah (cc) verdiği mükafatta o derece büyüktür. 

 “Mü’minlerden  özür sahibi olanlar dışında oturanlarla, malları ve canları ile Allah yolunda savaşanlar bir olmaz. Allah malları ve canları ile savaşanları, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine cennet vaat etmiştir, ama savaşanları oturanlardan çok büyük ecirle üstün kılmıştır.” (Nisa,95)

Allah’a ve O’nun Peygamberine imandan sonra, insanı en çok Allah’a yaklaştıran amel, hiç şüphe yok ki Allah yolunda savaşmaktır. Ebu Zerr gelen rivayete göre:

Ebû Zer (r.a.) diyor ki. Peygamberimize: – Ey Allah’ın Resulü, hangi amel daha faziletlidir? diye sordum.

Peygamberimiz: –  Allah’a iman etmek ve O’nun yolun­da savaşmaktır, buyurdu. (Müslim, İman, 36)

Allah (cc) müslümanlara va’di cennettir. Şehidlerin kul hakları hariç bütün günahları Allah (cc) tarafından affedilmiştir.

Gazi ise Allah yolunda ve vatan uğrunda savaştığı ve şehid olmayı arzu ettiği halde, sağ kalan kimseye verilen isimdir. Gazi de şehid olmak ve bu mertebeye yükselmek için savaştığından dolayı o da şehidler derecesindedir. Hatta Peygamber efendimiz bu konu daha da geniş tutmuş ve şöyle buyurmuştur.

 “Bir kimse Allah yolunda şehit olmayı can-u gönülden isterse, yatağında ölse bile, Allah onu şehitler derecesine ulaştırır.” (Müslim, İmare. 157. II, 1517)

“Ey Allah’ın Peygamberi kimler cennettedir” diye Hz. Peygambere soruyorlar. Hz. Peygamber ise; “Peygamberler ve  Şehidler cennettedir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 22278) buyurmuştur.

Şehidler şehid oldukları andan itibaren cennete gidip orayı görürüler. Diğer Mü’minler ise mahşer günü hesap verdikten sonra cennete girecek ve orayı görebileceklerdir. Bunu bilen ve şehidliğin günahlara kefaret olduğu müjdesini alan sahabilerde canlarını büyük-küçük yaşlı-genç demeden Allah yolunda savaşmışlardır. Öyleki Hz. Peygamberin sahabilerinden yatağında ölen çok azdır. İ’la-yı kelimetullah yani İslam dinini yaymak uğruna dünyanın dört bir tarafına dağılmışlardır. İstanbulda 70 kusur sahabi medfundur. Bunlardan en meşhuru Hz. Peygambere ev sahipliği yapan Ebu Eyyüb el-Ensari’dir. 80 yaşını geçkin olduğu halde İstanbul’un fethine katılmış ve İstanbul surları önünde şehid olmuştur. Sahabe efendilerimiz İslamı yayma hususunda hiçbir fedakarlıktan kaçınmamışlardır.  Çocuklar hatta kadınlar bile kendilerine düşen görevleri yerine getirmişlerdir.

 “Ruhumu kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp öldürülmemi, sonra tekrar dirilip savaşa­rak tekrar öldürülmemi, yine dirilip sa­vaşta öldürülmemi arzu ederim.” (Buhari, Cihad, 7; Müslim, İmare, 28)

Devamını Oku

 DOĞRULUĞA GÖTÜREN YOL: İMAN…

 DOĞRULUĞA GÖTÜREN YOL: İMAN…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kıymetli Okurlarım!

          En kalbi duygularımla   Muhabbetle saygı ile  özlemle  sizleri selamlıyorum, Cumanız  Mübarek  olsun. Cuma Günü  Gazetemizin  köşesinden sizlere seslenmek sizlerle beraber olmak güzel bir duygu güzel  bir haslet.

 “Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin ki, Allah sizin işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse, muhakkak büyük bir başarıya ulaşmıştır” (Ahzab 70-71) buyurulmaktadır.

Yüce dinimiz İslam, insan hayatının her alanını kuşatan, onu dünya ve ahiret saadetine ulaştıran mükemmel bir ahlak sistemi getirmiştir. Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in (s.a.s) sünneti tarafından belirlenen bu sistemin iki temel şartı vardır. Bunlardan ilki, tevhid inancına dayalı sağlam bir iman; ikincisi ise istikamet üzere yaşamaktır.

Sözlükte iman; “Bir kişiyi söylediği sözde tasdik etmek, doğrulamak, söylediğini kabullenmek, karşısındakine güven vermek, güvenlikte olmak, şüpheye yer vermeyecek biçimde içten ve yürekten inanmak’’ anlamına gelmektedir.

Istılahta iman; Allah’ın varlığını ve birliğini, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) peygamberliğine ve Kur’ân’ın hak kitap olduğuna ve Kur’ân-ı Kerim’de ve mütevatir sünnette haber verilen hususların doğru

Sevgili Peygamberimiz, “emin” vasfıyla bilinip, doğruluğun müşahhas bir örneğidir. Dinimiz İslam da doğruluğu benimsememizi emretmiştir. İslâm dininde, Allah’a ve Peygamberine inanarak özü sözü bir olanlar anlamında “sadıklar” için çeşitli mükâfatlar hazırlanmıştır. Zira imanla doğruluk arasındaki sıkı bağ vardır.

İnsan önce Rabbine karşı sadık olmalı niyet ve eylemleriyle tutarlı bir yol izlemelidir. Bu şekilde sırât-ı müstakîme yani dosdoğru yola ulaşılabilir. Bu nedenle söz ve davranışlarında dosdoğru olup yalandan kaçınmak, Hz. Peygamber’in en önemli özelliklerinden biri olup müminlerin de en belirleyici vasfı olmuştur.
İnsanın inanç, söz ve davranışlarındaki samimiyetin en bariz bir göstergesi ve ölçüsü doğruluktur.

Bir insan iman ettiğinde, onun hedefi sıdk ve doğruluktur. Doğruluğunu kaybeden kişi, Rabbinin rızasını, dostlarını ve kişiliğini kaybeder. Geçici bazı şeyler elde etse de ebedi hayatında zarar eder. Ahiret hayatında zarar etmemek için imanımıza sahip çıkmalı, imanımız doğrultusunda yaşamalı ve ahlakımızı, imanımıza uygun hale getirmeliyiz. Doğruluk hakkın yolu iken, yalancılık, sahtekarlık, hile ve aldatma şeytanın yoludur. Mümin, yürüdüğü yolun farkında olan kişidir.

İman; kalbin, istikamet ise amelin tezahürüdür. Bu iki husus Müslümanı dünya ve ahiret saadetine ulaştırır. Allah’ın rızasını kazanmanın en önemli yolu istikamet üzere yaşamaktır. Müslümanların istikamet üzere olmaları son derece önemlidir.

Yüce Rabbimiz, insanın kâmil bir mümin, dürüst bir insan olmasından memnun olur. Doğruluk insanların kendi arzularına veya kendi çıkarlarına göre olmaz. Doğruluk Allah’ın koyduğu ölçülere göre yaşamakla olur. O bakımdan Peygamberimize ve onun şahsında tüm inananlara Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır;

 “Öyleyse emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Seninle beraber tövbe eden Müslümanlar da senin gibi istikamet üzere olsun. (Hud, 11/112)

İstikamet, eğriliğin zıddı demek olup inançta, amelde, sözde ve davranışlarda bulunması gerekli bir özelliktir. Diğer bir deyişle Müslümanın kalbiyle, sözüyle ve fiiliyle istikamet üzere olmasıdır. İstikametin temeli iman ve takvadır; takvanın yeri ise kalptir. Bu itibarla istikamet kalpteki iman duygusuyla organlardaki davranışların uygunluğudur.

Kalbin istikameti; Rabbini tanıması, yüceltmesi, sevmesi demektir. Rabbinin iradesine bütün benliğiyle yönelmesidir.

İnançta istikamet, ihlas ve içtenlikle İslam’ın inanç ve esaslarının tümüne inanmak ve asla şüpheye düşmemektir.

Amelde istikamet; dürüst bir yaşam sürmek, sünnet-i seniyyeye göre yaşamaktır. Bu aynı zamanda davranışlardaki istikameti, dosdoğru ve dürüst olmayı ifade eder.

Sözde istikamet; yalan söylememek, iftira atmamak, yalan yere şahitlik yapmamak, su-i zanda bulunmamak ve doğru sözlü olmak demektir.

Yalan konuşmak münafıklık alametlerindendir

Verilen sözü yerine getirmek ve dürüst olmak Allah’ın emri, Müslümanlığın alameti, insanlığın gerekçesidir. Vaadinden cayan ve sözleri yalan olan kimse Allah’a asi olur, Müslümanlığına gölge düşürür, insanlığına ihanet etmiş olur ve münafıklar grubuna girer. Ahirette münafıklarla birlikte azap görür.

Söz ve davranışlarıyla ümmeti için “en güzel örnek” olan Sevgili Peygamberimiz, kendisi yalandan uzak durduğu gibi, müminlere de yalan söylemeyi yasaklamış, yanında birisi yalan söylese o kişinin hemen tövbe edip günahından arınmasını istemiştir. Çünkü Hz. Peygamber, yalan söyleyen kişinin münafıklığın üç alâmetinden birini taşıdığını haber vermektedir: 

 “Münafığın alâmeti üçtür: Söz söylediği zaman yalan söyler, vaad ettiği vakit

Sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edildiği zaman hıyanet eder.” (Buhârî, Edeb, 69.)

O halde bir Müslümanda, saydığımız bu üç özellik bulunmamalıdır. Şayet bunlardan biri veya ikisi varsa derhal bu kötü alışkanlıkları terletmeli.

Doğruluk kişiyi cennete götürür

Rasûlüllah (sav) doğruluk üzerine olan kimseler için ise doğruluğun iyi bir kul olmaya, iyi kulluğun da kişiyi cennete götüreceğinden hareketle müminleri şu sözlerle

Abdullah (b. Mesûd) tarafından nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

Doğruluktan ayrılmayın. Çünkü doğruluk (insanı) iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Kişi devamlı doğru söyler ve doğruluktan ayrılmazsa Allah katında “doğru/sıddîk” olarak tescillenir. Yalandan sakının! Çünkü yalan (insanı) kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür. Kişi devamlı yalan söyler, yalan peşinde koşarsa Allah katında “yalancı/kezzâb” olarak tescillenir.” ( Buhari, Edeb, 69)

İstikamet Müslümanın en belirgin özelliği, değişmez vasfı olmalıdır

Yaptığımız ibadetler yaşantımıza etki etmeli

İçinde bulunduğumuz Ramazan ayı, bizlere birçok ahlaki güzellikleri kazandırmalıdır. Bu ilkelerin başında doğruluk gelmelidir. Yalan söylemek ise yapılan ibadetlerin şuuruna tam olarak varılamadığını gösterir. Bu şekilde günlük hayatında yalan söyleyenler, yaptıkları ibadetleri de âdeta tehlikeye atmaktadır. Oruç tutmaktayız. Oruç imsak demektir, yani tutmak demektir. Nasıl ki, yemeği içmeyi terk ediyorsak, , Müslümana yakışmayan kötü davranışları da terk etmeliyiz. Oruç ile yalan asla bir araya gelmemelidir.

Doğruluk; sözün öze uygunluğunu ifade eder. Doğruluk; kişinin karakterinin dışa vurumu, dindarlığının hayata yansımasıdır. Çünkü İslam dininin temeli doğruluk üzere bina edilmiştir. Kalpte doğruluk, sözde doğruluk, iş hayatında doğruluk ve ticari hayatta doğruluk Müslümanın olmazsa olmazlarındandır.

İmam Caferi Sadık şöyle buyurmaktadır: “Kişinin namaz kılıp oruç tuttuğuna aldanmayın. Çünkü namaz ve oruç onun için bir alışkanlık haline gelmiş olabilir. İnsanları doğru söylemeleri ve emaneti eda etmeleriyle tanıyın.”

Ahlaki ilkeler ibadetlerin tamamlayıcısıdır. İmanın kemale ermesine vesilesidir. Ahlaken olgunluğa ulaşmanın yolu ise İslam Dininin koymuş olduğu ilkelere uymaktır. Ahlaki ilkelerden olan ve kişiye nimetlerin en güzelini kazandıran doğruluk ise hiçbir zaman terk etmeyeceğimiz bir davranış şeklidir.

Çocuklarımıza asla yalan konuşmamalıyız

Allah Resulü, (sav) insanları yalandan ve ona götürebilecek her türlü davranıştan sakındırmıştır. Şaka yoluyla olsa dahi yalan söylenmesine müsaade etmemiştir. Nitekim bir defasında Resûlullah (sav), bir annenin çocuğunu çağırıp, “Gel sana bir şey vereceğim.” dediğini işitince kadına, “Ona ne vereceksin?” diye sormuş, “Kuru hurma.” cevabını alınca da şöyle buyurmuştur: “Dikkatli ol, ona bir şey vermemiş olsaydın, bu senin için bir yalan olarak yazılacaktı.” (Ebu Davut, 80.) buyurmuştur.

Peygamber Efendimiz bu konuda başka bir hadisinde şöyle buyurmaktadır;

“Dikkat edin! Yalancılıktan kaçının. Çünkü ister ciddi olsun, isterse şaka yollu olsun yalan söylemek Müslüman’a yakışmaz. Sakın kimse yerine getirmeyeceği bir şeyi küçük yaştaki çocuğuna (bile) vaat etmesin (bu davranış da yalancılığa girer).” (İbn Mâce, Sünnet, 7.)

Özellikle çocuklarımızın yanında doğru davranışlar sergilemeliyiz, doğru sözler söylemememiz telafisi mümkün olmayan hataları beraberinde getirecektir.

Mesela evde beraber otururken telefon geldiğinde baba, telefona bakan çocuğuna “babam evde yok de” diye sözlerde bulunursa ya da kapıdan görüşmek istemediği bir kimse olup da evde yok dedirtirse işte o zaman çocuklarımıza kötü örnek olmuş oluruz. Çocuklarımızı kendimiz yalan söylemeye alıştırmış oluruz. Çocuklarımız da yalan söylemenin normal bir şey olduğunu düşünerek yalan konuşmaya alışırlar. Bu yalana başvurmalarının altında yatan temel sebep ailelerinden almış oldukları yanlış eğitimdir. Çocuklar tertemiz birer varlıklardır. Bizler onları şekillendirmekteyiz. Bu sebeple onların yanında doğru davranışlar ve doğru sözler sergilemeliyiz.

Şaka da olsa yalan konuşmamalıyız

Peygamber Efendimiz (s.a.s) müslümanların her daim doğruluk üzere olmalarını tavsiye etmiş,

Şaka dahi olsa yalan söylemekten sakındırmıştır. Bu konuda bir hadisi şerifte şöyle

Şakadan bile olsa yalan söylemeyi terk eden kimseye cennetin ortasında bir köşk verileceğine kefilim.” (Ebu Davud, Edeb, 7.) buyurarak yalnız yalandan değil, yalana götürecek her türlü davranıştan uzak durmamızı istemekte ve yalan söylemeyenlere

Her duyduğumuzu başkasına aktarmamalıyız

İnsanın söz ve davranışlarında doğruluğu esas alıp yalandan kaçınması hem dinî/ahlâkî hem de dünyevî açıdan gereklidir. Fert ve toplumun sağlıklı bir hayata sahip olması için insani ilişkiler dürüstlük üzere bina edilmelidir. Zira bir toplumda yalan, dedikoduya, dedikodu da insanların birbirine karşı nefret beslemesine, nihayetinde düşmanlığa yol açar. Yalan, insan fıtratına aykırıdır ki mümin yalan söylerse kalben rahatsız olur. insan konuştuğu zaman dikkatli davranmalı, her düşündüğünü ve duyduğunu dile getirmede acele etmemelidir. Aksi hâlde buna yalanın karışma ihtimali çok yüksektir. Allah Resulü (sav) insanları bu duruma düşmekten şu sözleri ile uyarmaktadır: 

“Her duyduğunu söylemesi kişiye yalan olarak yeter!” ( Ebû Dâvûd, Edeb, 80).

Yalan konuşmak büyük günahlardandır

Yüce Rabbimiz yalan konuşmayı, putlarla birlikte zikrederek yalan konuşmanın ne denli bir büyük günah olduğuna dikkat çekmiştir. Ayette Yüce Rabbimiz;

 “Artık putlara tapma pisliğinden kaçının, yalan sözden kaçının”. (Hac,22/30) buyurmaktadır.

Sevgili Peygamberimiz de büyük günahların en ağırını sayarken Kur’an’ın da putlarla birlikte zikrederek menettiği yalan söylemeyi, Allah’a şirk koşmaya denk tutarak, yalan söylemeyi yasaklamıştır;

Günümüzde toplum olarak hayatımıza baktığımızda yalan konuşmak, insanlar arasında çok rahat bir şekilde konuşulmaktadır. Hâlbuki Allah’a iman eden bir Müslüman, Iman’ının gereği olarak günlük hayatında asla yalan konuşmamalıdır. Şayet yalan konuşuyorsa bu durum Iman’ının zayıflığından meydana gelmektedir.

Ticari hayatta dürüst olmalıyız

Müslüman’ın en temel vasıflarından biri olan doğruluk, alışveriş, ticaret gibi durumlarda daha fazla önem kazanmaktadır. Dürüst davranmak ve doğruyu söylemek ticaret hayatının da en önemli ilkesidir. Bu yüzden Hz. Peygamber, müminlerin ticaret yaparken yalandan sakınmalarını şöyle öğütlemiştir: “Eğer bir satıcı, doğru söyler ve gerekli açıklamalarda bulunursa, alışverişi bereketlendirilir. Eğer yalan söyler ve kusurları gizlerse, alışverişinin bereketi yok olur.” (Nesai, Büyü, 4) Bu hadisten anlıyoruz ki, çok kazanmak kişinin malına bereket kazandırmaz. Önemli olan kimseye haksızlık yapmadan alnının teriyle kazanmaktır.

Geçici dünya menfeati için yalan yere yemin etmemeliyiz

  Resûlullah (sav), müminleri alışveriş esnasında yalan yere yemin etmekten de özellikle sakındırmıştır;

Ebu zer (r.a.) rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur; kıyamet gününde Allah (c.c.) üç kişiyle konuşmayacak, onlara rahmet nazarıyla bakmayacak, onların günahını affetmede kendilerine yardımcı olmayacaktır. Onlar için elem verici bir azap vardır. Bunlar, kibir ve gururundan dolayı elbisesini yerde sürükleyenler, yaptıkları iyiliği başa kakanlar ve yalan yere yeminlerle malını satmaya çalışan kimselerdir. (Müslim, iman, 171) buyurmuştur.

Dünya malı dünyada kalır, bize ahirette faydası olmayacaktır. Bizler ebedi olan ahiret hayatımızı kazanmak için her daim dürüst olmalı, asla yalan yere yemin etmemeliyiz. Aksi takdirde kıyamet günü Rabbimiz bizi hesaba tabi tuttuğunda bize rahmet ve merhamet etmeyecektir.

Mü’min yalancı olamaz

Peygamber efendimiz bir Mümin’in yalancı olamayacağını bildirmektedir;: 
Allah Resûlü (sav), yalan söylemeyi yasakladığı gibi, yalan söyleyenlerin acı akibetlerini de bildirmektedir. O, cehennemlikler arasında yalancıları da sayarak: “Yalandan sakının, çünkü yalanla günah yan yanadır ve ikisi de insanı cehenneme götürür” (Müsned, I, 3, 5, 7, 8; Müslim, “Birr”, 103-105;) buyurmuştur. Ayrıca;

Doğru söylemenin mükafatı

Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

     “Allah şöyle buyuracak; ‘Bugün, doğrulara doğruluklarının  yarar  sağlayacağı  gündür’. Onlara içinden ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve kazanç budur.”    (Maide – 119. AYET)      

Üç durumda yalan konuşmaya izin verilmiştir

İslâm dini, söz ve davranışlarda doğruluğu esas almakla birlikte, zarurî birtakım durumlarda yalan söylenmesine izin vermiştir. İnsanların arasını düzeltmek gibi, İslam’ın öngördüğü hayırlı bir amaca sadece yalanla ulaşılabilecekse bu gibi durumlarda yalan caiz sayılmaktadır.

 Allah Resûlü (s.a.v.) yalnızca üç durumda yalana izin vermiş, bunlar; kişinin yuvasının huzurunu düşünerek eşini memnun etmesi için, küs olan insanları barıştırmak için ve savaşta ordu menfaati için yalan söylenebileceğini haber vermiştir. (Tirmizi, Birr,58) Bu üç durum haricinde Müslüman bir kimsenin kesinlikle yalan söylemekten kaçınmalıdır.

Müslüman özü sözü, içi dışı bir olandır

Bir Müslümanın kalbi ve dili uyum içerisinde olmalı, kalbi başka dili başka olmamalıdır. Bu iki organ istikamet üzere olmadan iman da istikamet üzere olamayacağını Peygamber efendimiz hadislerinde bizlere bildirmektedir.

“Kişinin, kalbi doğru olmadıkça imanı doğru olmaz. Dili doğruları söylemedikçe Kalbi doğru olmaz. (Ahmed b. Hanbel, Müsned III, 198.) buyurmuştur.

Nitekim kültürümüzde doğruluk çok değer görmüş, kelam-ı kibar veya atasözlerinde yer almıştır. “Doğrunun yardımcısı Allah’tır. Doğru duvar yıkılmaz. Müstakim ol, Hz. Allah utandırmaz seni.”

Maalesef kültürümüzde insanları yalana sevk etmek için uydurulmuş yanlış bir söz dolaşmaktadır. Bu söz “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.” sözüdür.

Hâlbuki Peygamber efendimiz Mümin’in asla yalan konuşmaması gerektiğine vurgu yapmıştır.

SONUÇ;

Doğruluk, sağlam bir inancın en önemli yansımasıdır, dünya ve hem de ahiret için vazgeçilmez iki ilkedir. Niyeti ve inancı bozuk insanın sözleri ve işleri de bozuk olur. Bu sebeple insan önce doğru bir inanca sahip olmalı, sonra bu inancını söz ve davranışlarına yansıtmalıdır.

Bu özellikleri bünyesinde barındıran bir Müslüman dünyada ve âhirette razı olunan bir kul hâline gelecek ve ebedî mutluluğu yakalayacaktır. Bununla birlikte, nasıl yalan bütün kötülüklerin temeliyse, doğruluk ve dürüstlük de insan vicdanını huzura kavuşturan, ruh dünyasını aydınlatan ve geliştiren her türlü iyilik ve güzelliklerin temelidir. Doğruluk muhafaza edildiği müddetçe insan Allah’ın rızasına, mükâfat olarak cennete kavuşur.

Yalan, ise insanları birbirine düşürür, toplumda güven duygusunu yok eder, dostlukları yıkar, düşmanlık tohumları eker. Yalan er geç ortaya çıkacağından, yalancılar, kendilerine güvenilemeyen, saygı duyulmayan ve sevilmeyen insanlar durumuna düşerler. Kısaca yalan, insanı dünyada da ahirette de felâkete sürükler.

Rabbim bizleri her daim doğru konuşan, özü sözü, içi dışı bir olan kullarından eylesin. Yalan konuşmaktan sakınan kullarından eylesin.

Devamını Oku

 Ahiret: Hesap Verme Bilinci

 Ahiret: Hesap Verme Bilinci
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kıymetli Okurlarım!

En kalbi duygularımla hasretle, özlemle, muhabbetle sizleri selamlıyorum. Cumanız Mübarek olsun.

 “…Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. Allah, bütün yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” (Hadid, 57/4)

Yaratan yarattıklarını hakkıyla görmekte, hakkıyla onlardan haberdar olmaktadır. Bize düşen bu bilinçle hareket etmektir. Çünkü yaşam bulduğumuz bu dünya mutlaka nihayete erecek ve her verilen nimetin hesabı sorulacak.

 “Sonra o gün size verilen nimetlerden hesaba çekileceksiniz.” (Tekasür, 102/8 )

Hz. Zubeyr bu ayeti duyduğunda “Ey Allah’ın Resulü! (yiyip içtiğimiz) hurma ve su olan iki siyahtan ibaretken hangi nimetten hesaba çekileceğiz” sorusunu Efendimiz (s.a.s)’e yönelttiğinde Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurdu: “O mutlak olacak” (İbn Mace, Zühd 12)

Biz bu dünyada boşu boşuna yaratılmadık ki.

“Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin gerçekten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız” (Mü’minûn, 23/115)

Yaratılma gayemiz var.

Bizi yaratan bizden kendisi için bir rızık istememektedir. Çünkü her şey O’na muhtaçtır, O, kimseye muhtaç değil.

ِ

“Ben, onlardan bir rızık istemiyorum. Bana yedirmelerini de istemiyorum.”(Zariyat, 51/57)

Bizi Yaratan (bizim menfaatimize) bizden Kendisine ibadet yapmamızı istemekte ve bunun için yaratıldığımızı bildirmektedir.

 “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 51/56)

Hesap verme bilinciyle yaşamak, insanın aklını kullandığının emaresidir.

 “Akıllı kimse, kendisini hesaba çeken ve ölümden sonrası için hazırlayan kimsedir. Aciz kimse ise, nefsi isteklerine tabi olan ve Allah’tan olmadık şeyler isteyen kimsedir.” (Tirmizi, Kıyame 25)

 Bu dünya hayatının ötekisi var. Şükürler olsun ki var. Suriye’de  Irakta her gün yüzlerce insanı (kendi halkını!) katleden hesap vermeyecek olsaydı… Dünyanın birçok yerinde kendi menfaatleri için insanları birbirine düşüren, onları acımasızca köleleştiren, yetmedi mallarını ve canlarını yok edenler hesap vermeyecek olsaydı… Yaratanı hiç hesaba katmadan dünyayı kendi düşündükleri gibi dizayn etme çabası içinde olanlar hesap vermeyecek olsaydı… İnsanlarda bir hesap bilinci olmasaydı dünya yaşantısı kaosa dönerdi.

Ancak Mazlumlar bilmelidirler ki, Allah zalimin zulmünü elbette bitirecektir. Allah zalimi zulmüyle beraber yerin dibine geçirecektir. Ahiret bilinci işte tam bu noktada Müslüman’a güç verir.

 “Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim, 14/42)

Ahiret bilincini elde etme noktasında dua etmekte çok önemlidir.

İbrahim (a.s.) dilinden Kur’an-ı Kerimde bize şu dua üslupları öğütleniyor.

 “Ey Rabbimiz! Hesap gününde, beni anamı, babamı ve bütün mü’minleri affeyle” (İbrahim, 14/41)

 “(Ey Rabbim) İnsanların dirilecekleri (ve huzuruna gelip hesap verecekleri) gün, beni utandırma. O gün ne mal fayda verir, ne evlât. Ancak Allah’a temiz bir kalp ile gelenler başka” (Şûara, 78-89.)

Gün bugündür. Çalışma yeri buradır. Ahiret ödeme ve ödeşme yeridir. Bu hayatı iyi geçirmek asıldır. Bu dünyadan imansız ayrıldıktan sonra Ahiret hayatında bize yardımcı olacak kimse yoktur.

 “Ey insanlar, Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evlâdı, ne evlâdın babası namına bir şey ödeyemeyeceği günden (kıyamet gününden) çekinin. Bilin ki, Allah’ın verdiği söz gerçektir. sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan Allah’ın affına güvendirerek sizi yanıltmasın.” (Lokman, 31/33)

Peki! Hesap verme bilincini nasıl canlı tutalım?

-Ölümü çokça hatırlayarak.

Peygamber Efendimiz;     “Zevkleri bıçak gibi keseni -ölümü- çok hatırlayın!” (Tirmizi, Zühd 4) buyurmaktadır. Ölümü sıklıkla hatırlayacak olursak, malımıza, mülkümüze, makamımıza aldanmayacak, her şeyin bir anda insanın elinin altından uçup gittiğinin farkında olacak, böylelikle ziyana uğrayanlardan olmayacağız.

Aldanma dünyanın velvelesine
Hepsi boş heves bir gün öğrenirsin
Kimi hakka koşar kimi tersine
Her nefesin hesabı var görürsün

-Yaptıklarımızın her birisinin amel defterine yazıldığı bilincini canlı tutarak.

 “O gün herkesin amel defteri ortaya konmuştur. Ey Muhammed, suçluların, amel defterlerinden korktuklarını görürsün. ‘Eyvah, bu nasıl deftermiş ki, büyük küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış dökmüş’’ derler. Onlar (bu defterlerde) bütün yaptıklarını hazır bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez” (Kehf, 18/49)

-Amellerimizi tartacak bir terazinin var olduğu şuuruyla hareket ederek.

 “O gün (amelleri tartacak) terazi haktır. Kimin (sevap) tartıları ağır gelirse işte onlar kurtulanlardır. Kimin (sevap) tartıları hafif gelirse, işte onlar da ayetlerimize haksızlık etmelerinden ötürü kendilerini zarara sokanlardır.” (A’raf, 7/8-9)

-Hata yaptığımızda hemen hatamızdan dönüp tüm gücümüzle bir daha o hataya dönmeyerek.

Makbul olan tövbe hata yaptıktan sonra hemen o hatadan geri dönebilmektir.

 “Allah katında (makbul) tövbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra çok geçmeden tövbe edenlerin tövbesidir. İşte Allah, bunların tövbelerini kabul buyurur. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisa, 4/17)

Birde makbul olmayan tövbe var ki, işte ahirete kavuşma bilinciyle yaşayanlarda asla olmaması gereken bir durum. Rabbimiz bu hali şöyle bildiriyor.

وَ

“Yoksa (makbul) tövbe, kötülükleri (günahları) yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca, “İşte ben şimdi tövbe ettim” diyen kimseler ile kâfir olarak ölenlerinki değildir. Bunlar için ahirette elem dolu bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa, 4/18)

-Kıyamet günü mutlaka hesaba çekileceğimizin şuurunda olarak

İbrahim süresi 41. Ayette ahiret, yevmü’l-hisab (hesab günü) olarak isimlendirilmiştir. Evet, bir hesap mutlaka var. İşte bize düşen bu hesaba hazırlık yapmaktır.

 “Hiçbir kul, kıyamet gününde, ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden kıpırdayamaz.” (Tirmizi, Kıyamet 1)

Hesap Bilinciyle yaşam sürmek bize neleri kazandıracak?

Yaratan tarafından emredilen şeylerin yerine getirilmesi yasak kapsamına alınan her şeyden uzak durulması bizim menfaatimizedir. Namaz, oruç, zekât vb. ibadetler, zina, alkol, kumar vb. kötü davranışlar, doğru söz, iyilik, adalet, çalışkanlık vb. güzel ahlaki ilkeler. Yalan, dedikodu, iftira, küfürlü söz vb. çirkin ahlaki problemler. Hepsi bizim için. İyi olan (emredilenler) yapıldığında faydası bize, kötü olan (yasaklananlar) yapıldığında zararı bize.

-Biz hesap verme bilinciyle hareket ederek psikolojik yapımızı düzeltecek, problemlere dayanma gücümüzü artıracak, Yaratanın ve insanların rızasını kazanarak mutlu ve bahtiyar bir dünya hayatı geçireceğiz. Yaşama sevincimizi asla kaybetmeyeceğiz.

-Bizler hesap verme bilinciyle hareket ederek toplumsal sıkıntılarımızı da hafifleteceğiz. Aramızda bulunması gereken birlik ve beraberliği sağlamlaştıracağız. Şu günümüzde milletimiz arasına sokulmak istenen tefrika ahiret bilinciyle beraberliğe dönüşecektir. Rabbine hesap vereceğini bilen nasıl olurda ayrılığı eylemiyle ve söylemiyle destekleyebilecektir?

-Kamusal alanda gerçekleşen hak ihlallerinin önüne ahiret bilinciyle çözüm getirebileceğiz. Her bir kişinin başına kolluk gücünü vermek mümkün olmadığı gibi, Allah ve ahiret şuuru olmayan kişinin yanı başında emniyet görevlisi olsa bile türlü türlü kötülükler yapabilmektedir. Bu sebeple kendimize ve evlatlarımıza yapacağımız en büyük iyilik bu bilinci hayat tarzı haline getirmektir.

-Ahiret bilinci Mümine Allah için çalışma yapmakta güç verecektir. Mümin bu hayatın fani olduğunu idrak edecek, baki âlemin ahiret olduğuna gönülden iman edecek, tek kazancın Allah rızası için çalışmak olduğu bilincine varacak, böylelikle “Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar” (Maide, 5/54) ayetine mazhar olacaklar.

-Ahiret bilinci mazluma dayanma gücü verecektir. Zalimler iflah olmamışlardır, olmuyorlar ve olmayacaklardır. Allah onları hep hüsrana uğratmıştır. Bu hüsranlık, hem dünya hem de ahiret hüsranlığıdır.

Hesap hak. Hesap gerçekleşecek. Yapılan işlerden hesap verilecek.

Geliniz! Hesabını veremeyeceğimiz şeylerin ardına düşmeyelim.

Geliniz! Ahiret bilinciyle yaşayarak dünyada mutlu, ahrette huzurlu olalım.

Geliniz! Ölümün ne zaman bize geleceğinin bilmediğimiz bu dünyada ölüm ve ölüm sonrası için hazırlık yapalım.

Geliniz! Peygamberimizi şu hadisini hayat düsturu edinelim.

“Hesaba çekilmeden kendinizi hesaba çekiniz.” (Tirmizî, Kıyamet, 14).

Rabbim bizi aklını başına alanlardan eylesin. Rabbim ibret alanlardan eylesin. Rabbim imanla yaşayıp imanla bu dünyadan ayrılanlardan eylesin. Rabbim hesaba çekilmeden önce kendini hesaba çekenlerden eylesin.

Cumanız mübarek olsun. Allah’a emanet olun.

Devamını Oku
Marsbahis
deneme bonusu veren siteler