eşya depolama
DOLAR 36,5970 0.01%
EURO 39,9192 -0.23%
ALTIN 3.448,460,53
BITCOIN 3029228-0,05%
Edirne
19°

PARÇALI AZ BULUTLU

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Recep Çınar

Recep Çınar

10 Mart 2025 Pazartesi

Erbakan Hoca’ya, “Neden Siyasete Girdin” sorusu!

Erbakan Hoca’ya, “Neden Siyasete Girdin” sorusu!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Recep Çınar

25 Eylül 1903 tarihinde Haydarabad’ta doğan  ve 22 Eylül 1979 tarihinde de ahrete göç eden Pakistanlı müfessir, İslam âlimi, Seyyid Ebu’l-A’lâ Mevdudî’nin, Ali Genceli tarafından Urduca’dan Türkçe’ye  çevrilen  “İslam’da Hükümet” adlı eserinde bakın ne diyor!“1832 de intizamlı bir şekilde “Sekülerizm” cereyanları başladı. O zaman “Jakop Holika” tarafından din ile siyasetin birbirinden ayrılması fikri ortaya atıldı. O zamanki fikir ve siyaset adamları bu hareketin öncülüğünü yapıyorlardı. Bu fikir hareketi çok geçmeden siyasi sahada da muvaffak oldu. Siyasi rejim olarak kabul edilmek imkânını da buldu. Hülasa olarak bu hareketin gayesi ‘din’i ferdi yaşayış sahasına münhasır kılmaktı.İşin başlangıcında, ‘din’ ile kimsenin alakası olmayacak, kimse de ‘din’ işine karışmayacaktı. Tam manasıyla tarafsız kalınacak ve ferdin ‘inanç ve din’ hürriyeti de korunmuş olacaktı. Fakat bir müddet sonra bu hareket başka bir şekil aldı. Bu defa ‘din’ karşı cephe almak, zorla ‘maddecilik’ tarafına yöneltmek bir nevi ‘komünistlik ve sosyalistlik’ yolunu tutmak, ortaya çıktı.”

Ayni kitapta, “Kenz-ül Ummal”, İslam düşüncesine göre “Din ile Devleti birbirine zıt görmek” asla mümkün değildir. Bunun neticesidir ki, bir Müslüman daima kendi “hükümet”inin inandığı esaslar üzerine kurulması için çalışır. Bundan da anlaşılan, Din ayrı, Devlet ayrı olunca; Din devletsiz, Devlet de dinsiz olur! Peygamber (sav) bir hadislerinde; “İslam ile Devlet” (Hükümet) ikiz kardeş gibidirler. Bunlardan biri olmaksızın, ötekisi de kâmil olmaz. İslam bir binadır, “hükümet” de onun bekçisi. Temeli olmayan bina çöker, bekçisi bulunmayan yer de dağılır gider” diyor.

Bu kurala uyulmayınca iktidarlar kendilerini çöküşe hazırlıyor!                                                                                                

Peki, bu yangın çemberinden çıkılabilir mi? Elbette çıkılır!

Bizim bin yıllık medeniyet değerlerimiz her kötülüğü, olumsuzluğu bertaraf eder. Yeter ki o değerlerimize, “Adil Düzen”e dönelim. “Hak” olan tek düzen odur. “Batıl”ın birçok çeşitleri var. Ama hepsi insan yapısı, sömürüye dayalı!

Halbu ki evreni yaratan, insanların huzur, barış, refah ve saadet içinde yaşayacağı evrensel kuralları, düzeni/sistemi de koymuştur. İşte O da “Adil Düzen”dir.

20. Yüzyıl İslam âlimlerinden Hindistanlı Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, “İlk İslam Devleti” adlı kitabında şöyle diyor;  “Hz. Muhammed (sav) 622 yılında öyle bir devletin temelini atıyor ki, bu devletin reisi, ibadeti yönettiği gibi orduları yönetiyor, kanun va’z ediyor, davaları hallediyor ve devleti idare ediyor; fakat bu Reis, kanundan üstün değildir.  SİYASET insanı ve insana ait kurumları idare sanatıdır. Kanundan üstün değildir. O kanun ki, Hz. Muhammed (sav)’i Allah’ın elçisi olarak Allah adına ilan ediyor. 

Rabbimiz (cc) Hac Suresi 41. Ayette; “Onlar öyle kimselerdir ki, şayet kendilerine yeryüzünde imkân ve iktidar verirsek, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, iyiliği emreder ve kötülüğü yasaklarlar. Bütün işlerin akıbeti Allah’a aittir” diyor.

1058-1111 tarihlerinde yaşamış Tasavvufâleminin büyüklerinden İmam Gazali İhya’sında “Makam ve Riya’nın Yerilmesi” bölümünde,  Hilafet ve Liderlik hakkında diyor ki; “Beraberinde adalet ve ihlâs olması halinde en üstün ibadetlerdendir.”

Devamla; Siyaset,  insanı ve insana ait kurumları idare sanatıdır. Yeryüzünde Allah’ın hükmünün cari (geçerli) olması, O’nun sözünün en üstün olması ancak insanın bulunduğu yerde insanı idare eden sistemin müminlerin elinde olmasıyla mümkündür.Aksi takdirde mümin ibadetten ticarete kadar her şeyinde, rica ve minnetle iş görebilir durumda kalacaktır! Siyasetin de farzları, edepleri vardır. Siyaset; iyiliklerin hâkim olması, kötülüklerin kalkması için mücadele demektir.

Biz, kulların düzenine mi, yoksa kâinatın yaratıcısı Allah’ın “Adil Düzeni”ne mi uyacağız? Yeryüzünde Allah’ın hükmünün cari olması, O’nun sözünün en üstün olması ancak insanın bulunduğu yerde insanı idare eden sistemin, Hac suresi 41. Ayette tarif edilen müminlerin elinde olmasıyla mümkündür.                                                                                                                                                                   

Merhum Necmettin Erbakan’a “Neden Siyasete Girdin” diye soranlara verdiği cevap şöyle!

“Bir Üniversitede Profesör olabilirsiniz. Nobel Ödülleri de alabilirsiniz. Ama ülkenizin insanı bugün olduğu gibi açsa, sefalet ve zorluklar içerisindeyse, “Dünya’da 300 bin çocuk (o tarihte) yoksulluk içinde açlıktan ölüyorsa, sizin Nobel ödülleriniz ne işe yarar? Bundan dolayı, bize böyle hayırlı bir hizmet nasip ettiği için Cenabı Hakk’a hep şükretmişizdir. Asıl faydalı olan, 70 milyon milletimize (o tarihte) ve bütün insanlığa hizmet edebilmektir.”

Erbakan Hoca kısa iktidarlarında “Adil Düzeni”  kısmen de olsa uygulamaya başlamış ve ülkemizde her sahada müspet değişimler olmuştu. Ama  “Hans”lar anladı da, ne yazık ki “Hasan”lar anlayamadı!

Dostça kalın…

Devamını Oku

Her işimizi hallettik, sıra”LOKMA”yı yasaklamaya mı geldi?

Her işimizi hallettik, sıra”LOKMA”yı yasaklamaya mı geldi?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

 Recep Çınar

02 Mart 2025 günü “Facebook”uma gelen bir haber, “Yapılanlar İmaret ile bağdaşmıyor” şeklinde idi.

Ne olduğunu benim gibi sizler de merak etmişsinizdir!

1488 yılında Sultan II. Bayezid tarafından Yeni İmaret Mahallesinde yaptırılan II.  Bayezid Külliyesini bilmeyenimiz herhalde yoktur.

İşte, konu o külliye ile ilgili. Vakıflar Bölge Müdürlüğü bünyesinde bulunan II. Bayezid Külliyesi (Cami bölümü hariç)14.09.1984 tarihinde düzenlenen protokol ile Trakya Üniversitesine devredilmiş.

Osmanlı Ecdat mirası bu Bayezid Külliyesi’nin günümüze ulaşabilen bölümleri şunlardan oluşuyor:

  • Sultan II. Bayezid Darüşşifası ( Hastane )
  • Medreset-ül Etıbba ( Tıp Medresesi )
  • Sultan II. Bayezid Camii
  • Tabhane ( Misafirhane )
  • İmarethane
  • Sultan II. Bayezid Köprüsü.

Bu külliyeyi şimdi Trakya Üniversitesi tarafından “Sağlık Müzesi” olarak kullanıyor. Geniş mekâna sahip Külliye’nin küçük bir bölümü ise yakın bir zamana kadar “Lokma ikram” mahalli olarak kullanılıyordu. Şimdi ne olduysa yüz yılların geleneği, insanları kaynaştırıcı bu bereketli lokma ikram hizmetine son verildi? Bununla birlikte Ramazan’da iftar yemekleri ve Kur’an Kursları da yaptırılmıyor?

Yeni İmaret Mahalle Muhtarı Sayın Neslihan Dönmez Dürüktaş seçildiğinde arkadaşlarla birlikte kendisini tebrik için ziyaret ettiğimizde aktif, halka hizmet konusunda takdir edilecek azimli bir yönetici olduğunu gördük.

Külliyede bazı faaliyetlerinin kaldırılmasına haklı olarak itiraz ederek, külliyeyi ziyarete gelen Misafirlerin ve Mahalle sakinlerinin lokma yemesini, Ramazan ayında iftar yemeği uygulamasını ve Kur’an Kurslarının hizmete açılmasını, özetle yüzyıllardır süren bu hizmet ve geleneklerin devamını istiyor. Mahalle Muhtarı Sayın Dürüktaş, “mahallenin ismini aldığı tarihi imaretteki bu hizmetlere engel konması ne hak ile ne de hukuk ile bağdaşmaz” diyerek, bu hizmetlerin yapılmasını engelleyen Trakya Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Sayın Mustafa Hatipler’den  bir an önce bu yapılan yanlıştan dönülmesini talep ediyor.

Burada yapılan hayır lokmaları, iftar sofraları, Kur’an kursları … böyle bir mekandan başka nerede yapılabilir?

Mahalle sakinleri de haklı olarak, “Trakya Üniversitesi her işini halletti de sıra Külliye’de yapılan hayırlı hizmetlere son vermeye mi geldi?” diye soruyor!

Külliye’de yapılanlar, “Orman – Balta” hikâyesini akla getiriyor! Hikâyede, hani orman bile anlamış da hazin hazin inlemeye koyulmuş; “Benim çamlarımı kesen baltanın sapı, ah bizden olmasaydı, bu işler başımıza gelir miydi?” diyor!

Bu yapılanlar yanlıştır, toplumu hiçe saymaktır, hizmetleri engellemektir. Şanlı ecdadımız bu eserleri insanlığa hizmet için yapıp bırakmıştır.

Edirne, 2024 yılında 5 milyon ziyaretçi ağırlamış! Bunlardan II. Bayezid Külliyesine uğramayan yoktur!

Böyle bir hizmete son verdirmek hem ayıp, hem de günahtır! Ahirette ne Allah’a (cc), ne de onları bize emanet bırakan Ecdada hesap verilemez!

Gönül isterdi ki yüzyıllar önce Ecdadımızın bu mekânlarda “müzik, su sesi ve koku” ile yaptığı sağlık hizmetlerini günümüzde bizler de yapalım, nerde…! . Bugün o hizmetleri Osmanlı’dan örnek alarak Avrupalı yapıyor!

Özetle; Mahalle Muhtarı bayan Dürüktaş’ın da, mahalle sakinlerinin de talebi, bir an önce yasağın kaldırılıp yapılan hizmetlere tekrar kaldığı yerden devam edilmesidir.

Âcizane benim de teklifim budur. Hem de Ramazan ayı çıkmadan! Bu konu sadece İmaret Mahallesi sakinlerini değil, tüm Edirne halkını ilgilendirir! Umarım bu konuda Edirne’deki STK’lar da harekete geçerler!

Dostça kalın…

Devamını Oku

Hoş geldin Ramazan!

Hoş geldin Ramazan!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Recep Çınar

1 Mart 2025 Cumartesi günü (önceki gün) “On bir ayın sultanı” bir mübarek Ramazan ayına daha kavuştuk. Manevi huzurun, bereketin ve dayanışmanın simgesi olan bu mübarek ayda, Müslümanlar bir ay boyunca “Oruç” ibadetlerini yerine getirecekler. Bununla beraber, “Hatimler” indirilecek, akşamları “Teravih Namazları” kılınacak. Hicri ayların dokuzuncusu Ramazan ayı,  evveli rahmet, ortası mağfiret,  sonu Cehennem azabından kurtulma olarak tarif edilir. Yüce Kitabımız Kuran’ı Kerim bize, Ramazan ayının nasıl bir ay olduğunu şöyle açıklıyor;  “Ramazan ayı öyle bir aydır ki, o ayda; insanlara yol gösteren, doğruyu ve hak ile batılı ayırt eden belgeler olarak Kur’an indirildi. Sizden kim o aya şahit olursa (erişirse) onda oruç tutsun. Kim de hasta veya yolculuk halinde olursa, tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde tutsun. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah’ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.” (Bakara: 185)

Ramazan ayı KUR’AN ayıdır. Çünkü Kur’an bu ayda indirilmeye başlamıştır. Bu ayda yapmamız gereken en önemli görevlerimizden biri de Kur’an’ı ve ilimlerini kavrama yolunda yoğunlaşmaktır. Kur’an,  kendi ifadesiyle bütün insanlığa bir açıklama, kendisine tabi olan muttakiler (takva sahipleri) için yol gösteren bir hidayettir (rehberdir).

Evet, Kur’an bize hayatımızın her sahasında yol gösteriyor. Yeter ki, O’nu okuyup anlayalım ve hayatımıza tatbik etmeye çalışalım.                                                                                                                                                                           Kur’an-ı Kerim’in inmeye başladığı Ramazan ayının yirmi yedinci gecesi ise İslam’da en kutsal ve faziletli gece olan Kadir Gecesi’dir. Kadir gecesi, içerisinde Kadir gecesi bulunmayan bin aydan (ortalama bir insan ömrü) daha hayırlıdır. Kur’an-ı Kerim’de bu gecenin faziletini belirten müstakil bir sure vardır. Bu surede yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Doğrusu biz Kur’an’ı Kadir gecesinde indirmişizdir. Kadir Gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. Melekler ve Cebrail o gecede Rablerinin izniyle her türlü iş için inerler. O gece, tanyerinin ağarmasına kadar bir esenliktir” (Kadir: 1-5).Ramazan ayı aynı zamanda Oruç ayıdır. İslam’ın beş temel esasından biri olan Oruç bir nefis terbiyesidir, dünyevileşme hastalığının en keskin ilacıdır. Kuran’ın şu ayetini bu ayda önümüze koyalım ve burada sayılan bütün mümin sıfatlarına sahip olmak için yoğun bir gayretin içersine girelim. Rabbimiz (cc),  “Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülüğü engelleyenler, Allah’ın sınırlarını koruyanlar, (işte bu) Müminleri müjdele” diyor, (Tevbe: 112). Ayette. Ramazan ayı; sosyal dayanışma, yardımlaşma ve paylaşmanın da zirveye ulaştığı bir aydır. Bunun için bu ay diğer aylardan daha bereketlidir. Bu ayda üzerinde hassasiyetle durulması gereken konulardan biri de; Müslüman olduğu halde “meşru” sebeplerle oruç tutamayanların veya Müslüman toplum içerisinde yaşayan gayri Müslimlerin uyması gereken ahlaki kurallar vardır. Bu kurallara uymak inanca saygının bir gereğidir.

Mesela; Oruç tutamayanların/tutmayanların açıkta yeyip içmemeleri… gibi! Aslında bu her zaman dikkat edilmesi ve uyulması gereken bir husus! Hele hele cadde ve sokaklarda aleni yeyip içilmemesi çok önemli! Hatta hürmeten lokantalar dışa açık olmamalı!

Bir büyük zat öyle diyor; “Her şeyin bir bedeli var! Cennet ucuz, cehennem ise lüzumsuz değil!”  Unutmayalım ki, Allah’ın emirlerinin yaşandığı ortamda huzur olur, kardeşlik olur, paylaşım ve bereket olur, saygı olur, sevgi olur… İslam’ı anlayıp emirlerini yerine getirmek hem dünya hem ahret saadetine vesile olur. İslam Dini, kurallarını kâinatın yaratıcısı Allah’ın (cc) koyduğu ve hayatımızın her sahasını kuşatan bir sistem, bir medeniyet ve yaşam biçimidir. O’na uyanlar,  Dünya ve Ahiret saadetine erişirler. 

Bu vesile ile tüm Müslümanların mübarek Ramazan ayını tebrik eder, tüm insanlığın kurtuluşuna vesile olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ederim. Ramazanımız mübarek olsun…

Dostça kalın…

NOT: Zaman zaman arkadaşlarla birçok tanıdığımız olan Bulgaristan’a ziyaretler yaparız. Bir defasında öyle denk geldi ki, Bulgaristan’ın Güneyinde bulunan “Rodopien” şehrinde ve “Rodop Dağları” eteklerinde “sürpriz” bir buluşma yaşadık!  İşte o sürpriz!

Sağdan Sola:  Recep (ben), Şaban (Türkiye’den), Ramazan ve Bayram isimli 2 arkadaşımız da Bulgaristan’dan!

Devamını Oku

Siyasi tarihimizde kara bir leke: “28 ŞUBAT”!

Siyasi tarihimizde kara bir leke: “28 ŞUBAT”!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Recep Çınar

Yarın 28 Şubat! Siyasi tarihimize kara bir leke olarak düşen 28 Şubat “Post Modern” darbesi, 28 yıl önce 28 Şubat 1997 tarihinde yapılmıştı. Bu olayı 40 yaş altındakiler pek bilmez! Askerler, “Şeriat geliyor” bahanesiyle darbe yaparak merhum Erbakan’ın  Başbakanı olduğu “Refahyol hükümetini” istifaya zorladılar. Darbeden 4 ay sonra Refahyol hükümeti gitti, ama darbenin Türkiye’ye faturası 250 milyar dolar oldu! Ve bu darbe, 28 yıldır ülkemizde her sahada menfi etki yaptı, yapmaya da devam ediyor!

Önce Şunları Bilmek Lazım:

  1. 28 Şubat darbesini dış güçler planladı.
  2. 28 Şubat yapılmasaydı bugünkü düzen kurulamazdı ve bugünkü “tek adam” iktidar da olmazdı!
  3. Zamanın Başbakanı merhum Erbakan, 28 Şubat MGK (Milli Güvenlik Kurulu) Toplantısı ve sonrasında 18 maddeden oluşan ek protokolünü imzalamıştı.

Peki, “Erbakan Hükümeti” Neler Yapmıştı?

  1. Denk bütçe yaptı. 2) Havuz sistemi kurdu. 3.) D-8 (İslam Ülkeleri Birliği) oluşumunu gerçekleştirdi.

Erbakan’ın yaptıkları bunlarla da sınırlı değil. İşte darbenin nedenlerini daha iyi anlamayı sağlayacak komplo teorisi!

Darbe Süreci Aczmendilerle Başladı:

28 Şubat darbesine meşru zemin oluşturmak için Müslim Gündüz, Ali Kalkancı (alkolik)  ve Fadime Şahin (telekız)…  gibi kurgusal karakterler kullanıldı. Sahaya sürülen en etkili figür ise Elazığlı Müslim Gündüz’dü. Daha önce alkolik olduğu ileri sürülen Gündüz, (güya) imana gelmiş ve kısa sürede tarikat şeyhi oluvermişti! Hemen her gün TV ekranlarına çıkarılıp Kemalist rejimi yıkacağını, çok paralarının ve askerlerinin olduğu palavralarını savuruyordu.  Birilerine göre artık darbe için meşru bir zemin oluşturulmuştu!

Darbede Amerika Ve İsrail’in Parmağı Var!:

Milli İstihbarat Teşkilatında görevli merhum “Mahir Kaynak”a göre “Postmodern” darbenin arkasında Erbakan’ın Amerika ve İsrail’e karşı tutumu var. Mahir Kaynak’ın Samanyolu Haber TV’ye yaptığı açıklamalar şöyle idi; “Rahmetli Erbakan Hoca, Amerika ve İsrail’e karşıydı. Hatta Amerika ile mücadele edeceğini söylüyor ve bu mücadelede İslam âlemini birleştirmek istiyordu.

Komploculara göre 28 Şubat’ın bir diğer nedeni, Başbakan Erbakan’ın başlattığı “havuz projesi”. Kamu kurumlarının ihtiyacını karşılamak için havuz sistemi kuruldu. Paralar tek bir havuzda toplanacak ve ihtiyacı olan kurum ihtiyacı kadar parayı havuzdan çekecekti. Bu ise bankaların ve büyük sermayelerin işine gelmedi, çünkü onların yerine halk kazanacaktı!  Bunun için de darbe zemini hazırlandı. Halbu ki Erbakan Hoca’nın, Milli Görüş hareketini başlattığı ilk günden beri iki temel hedefi vardı. Bunlardan birisi Adil Düzen vasıtasıyla ezilenlerin hakkını ezenlerden almak ve adil bir ekonomik düzen kurmak, ikincisi de Siyonizm’le mücadele ederek Müslümanları bir araya getirmek ve alternatif bir dünya düzeni kurmak.

Paranın Patronları Yaptı: Yine ekonomiyle alakalı bir komplo teorisi! Bu teoriye göre de Erbakan dönemiyle yükselişe geçen Anadolu ve yeşil sermaye’den para baronları rahatsız oldu ve darbe için düğmeye basıldı.

Genelkurmay II. Başkanı Çevik Bir’in İsrail’le Yaptığı Anlaşma: Savunma Ekonomisi Uzmanı Emekli Binbaşı Yakup Evirgen’in iddiasına göre 28 Şubat’ın bir nedeni de Çevik Bir’in İsrail’den 150 milyar dolarlık satın alım planıdır. “28 Şubat döneminin Generali Çevik Bir’in İsrail ile yaptığı bir savunma malzeme alım planı var, 20 yıla sâri (geçici)  olarak. İşte Kara, Hava, Deniz kuvvetlerinin ihtiyaçları olan tüm malzemeler için ayrılmış olan projeleri alt alta koyup 150 milyar dolarlık bir alım öngörülüyor!

Dini Yaşantılar Baskı Altına Alındı: “28 Şubat”ın asıl nedeni ne olursa olsun dindar kesim kasıtlı olarak hedef alındı. Kamuoyunda İslamcı kimliğiyle tanınan Müslümanlar için cadı avı başlatıldı! İslamcı kesimin (onlara göre) önde gelenleri hapislere atılarak toplum sindirilmeye çalışıldı. Dini kitaplar yasaklandı, ailesinde başı kapalı olan subaylar fişlendi, hatta askerler ordu evlerine eşlerini bagaja sokarak girmek zorunda kaldı! Daha neler neler!…

28 Şubat Post Modern Darbesinin üzerinden 28 yıl geçti.

Peki, Hedef Ne İdi?:

Zamanın Başbakanı Erbakan’ı ve Milli Görüş’ fikriyatını yok etmek, ülkenin kalkınmasının önünü kesmek ve milletin ayağa kalkmasını önlemekti! Bu oyuna maalesef bazı Generaller ve Yüksek Bürokratlar da alet oldular.

Erbakan denilince, akıllara kalkınma geliyordu, ağır sanayi geliyordu, refah geliyordu, istihdam geliyordu….

Sonuç mu?:

  1. Refah Partisi bölündü, Batı’nın her istediğine “evet” diyen AKP kuruldu ve iktidara getirildi.
  2. Refah Partisi’nin önü kesildi.
  3. İslam Birliği engellenerek İslam ülkeleri tarumar edildi.
  4. Türkiye’de Üretim ve istihdama yönelik yüzlerce proje ve yatırımlar durduruldu.
  5. İşsizlik ve geçim sıkıntısı arttıkça arttı.
  6. Fakirlik ve borçlanma tavan yaptı.
  7. Tarım ve Hayvancılık biter hale getirildi. Böylece ülkemiz kolay yutulacak yumuşak lokma haline geldi.
  8. BOP (Büyük Orta Doğu Projesi)’nin önündeki engeller kaldırıldı, İslam ülkeleri tarumar edildi.

Prof. Dr. Burhanettin Can, 03.02.2017 Tarihli Milli Gazete’deki Köşesinde “Türkiye’deki Fitnenin Perde Arkası” başlıklı yazısında şunları yazmıştı;

Şer İttifakının (ABD-İngiltere-İsrail/Siyonizm) 27 Mayıs Darbesi, 12 Mart Muhtırası ve 12 Eylül Darbesindeki amaçlarını ve darbe strateji ve planlanmasındaki rollerini inceledik. Türkiye, ne zaman şer ittifakından bağımsız dış politika izlemeye, ekonomisini kuvvetlendirmeye ve sanayileşmeye başlamışsa, Türkiye’de darbe olmuştur.

27 Mayıs Darbesi, 12 Mart Muhtırası ve 12 Eylül Darbelerinde hedef alınan iktidarlar, ideolojik olarak liberal/sosyal demokrat/sol iktidarlardır. Menderes, Demirel ve Ecevit hükümetleri, Batı kültür ve medeniyet değerlerini benimsemiş, batılılaşmayı hedef olarak seçmiş ve batı ekseninde kalmayı amaç edinmiş olmalarına rağmen, şer ittifakı ile bağımsızlık konusunda ters düşüp Türkiye’nin menfaatlerini savundukları için, Henry Kissenger’in tanımladığı “dairenin dışına çıkmış” olmalarından dolayı darbe ile düşürülmüşlerdir. Millî Görüş hareketi, DP, AP, CHP/DSP ile mukayese edildiğinde, yalnızca bağımsız dış politika, ekonomik politika, kalkınma ve sanayileşme politikaları açısından değil, değerler sistemi, kültür ve medeniyet ve batı karşıtı bir eksen olarak İslâm birliğini savunması açısından, başlangıçtan beri, şer ittifakı tarafından düşman olarak görülmüş ve hedefe konmuştur. O nedenle de Millî Görüş Hareketinin dört partisi (MNP, MSP, RP, FP) hiçbir ciddi hukuki gerekçe olmadan kapatılmıştır.

28 Şubat Postmodern darbesini, Millî Görüş’ün;

1. İdeolojik/Değer Sistemi/Kültür ve Medeniyet boyutu,

2. Bağımsız Dış Politika, Ekonomi Politika, Kalkınma ve Sanayileşme Politika boyutu,

3. İslâm Birliği boyutunu göz önüne almadan değerlendirmek yanlış olur.

 Osmanlı, yüzlerce yıl farklı dil, din, mezhep ve etnik yapıları bir potada eriterek bir üst kimlik inşa etmişti. Türkiye Cumhuriyeti bu yapıyı, miras olarak devir aldı. Dolayısıyla yeni devletin toplumsal yapısı, Osmanlı’daki gibi çok dinli, çok mezhepli, çok kavimli ve çok dilli olmuştu. Ancak yeni devlet, ulusalcılık (Türkçülük) politikasıyla, Türk olmayan alt kimlik mensupları arasında kavmiyetçilik akımlarının kuvvetlenmesine ve bir üst kimlik krizinin meydana gelmesine sebebiyet vermiştir. Kürt Sorunu, böyle bir yaklaşımın ürünüdür. Türkiye’yi bölmek isteyen Şer İttifakının Lozan’dan beri arzu ettiği de buydu.

Millî Görüş hareketi ise kimlik sorununu çoklu yapıyı göz önüne alarak ele almış, çözüm ve söylemlerini buna göre seslendirmiş ve bundan dolayı da Şer ittifakının boy hedefi haline gelmiştir.

Bize göre 28 Şubat Postmodern darbesinin ana nedeni, Millî Görüş Hareketinin öngördüğü kimliktir.”

5’li Çete! 28 Şubat sürecinin başaktörleri arasında “5’li Çete”yi yazmazsak konu eksik kalmış olur. İş dünyasının önemli kuruluşları; Türkiye İşverenler Sendikası Konfederasyonu (TİSK), Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu (TESK), Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK- İŞ) ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), 5’li Çete’nin üyeleri olarak sayılıyordu. Başkanları Refik Baydur, Derviş Günday, Fuat Miras, Bayram Meral ve Rıdvan Budak, o dönem sivil siyasete karşı yapılan darbenin ‘sivil’ ayağını oluşturuyordu. Hatta Refik Baydur, ‘Bizim Çete’ adıyla dönemin kitabını da yazdı.

Tabii ki 28 Şubat post modern darbesinde Batı medyası da üzerine düşen görevi yaptı!

Mesela, Hürriyet Gazetesi o günlerde FETÖ örgütünün lideri Fetullah Gülen’in Hükümetle ilgili beyanatını “Beceremediniz artık bırakın” başlığı ile manşetten vermişti.

“Bu Bir Postmodern  Darbedir” !

Duruşmada, zamanın Başbakanı merhum Necmettin Erbakan’ın özel danışmanı Gazeteci –  Yazar İlnur Çevik de dinlendi. Bulunduğu bir davet sırasında sanıklardan dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir’in, “Bu bir postmodern darbedir” dediğini kaydeden Çevik, bunu aktardığı Cengiz Çandar’ın gazetede bunu yazdığını ifade etti. Çevik, o dönemde BÇG (Batı Çalışma Grubu) ’den bilgilerin gazetelere geldiğini, gazetelerin de bunları yayınladığını belirterek, daha sonra bu haberlerin, Refah Partisi’nin kapatılma davasında delil olarak kullanıldığını söyledi ve “Yani, maalesef deliller üretildi, sonra suç unsuru olarak aksettirildi” dedi.

Bir başka soruyu yanıtlarken de İlknur Çevik, 28 Şubat sonucunda 800 bin insanın acı çektiğini anlatarak, “Türkiye sokaklarında tanklar yürütüldü. Bu tehdit unsuruydu, sopa göstermeydi. Neticede 800 bin mağdur var. Salondaki insanlar gökten gelmedi, başka gezegenden de gelmedi. Benim bunu detaylandırmama gerek yok.” diye konuştu.

 Bu darbenin nihai hedefi aslında Türkiye’yi bin yıllık medeniyet değerlerinden tamamen koparmaktı. Dönemin Genel Kurmay Başkanı Karadayı, “28 Şubat bin yıl sürecek” derken belki de bunu kastediyordu!

Herkesin bir hesabı var. Ama Allah’ın da hesabı var! Görelim Mevla’m neyler, neylerse güzel eyler!

Şunu unutmayalım ki, Allah (cc) kullarına zulmetmez! Kullar zulmü talep ederse Allah da zulüm verir!

Rabbimiz Yunus Suresi 44. Ayette bize şöyle diyor ; “Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler!”

Nasıl mı? Allah (cc) insanlara, gerçeği bulmaları ve inanmaları için fıtrî kabiliyetler vermiş, Kitap ve Peygamberler göndermiştir. Allah onların sezme, anlama ve kavrama melekelerini ellerinden çekip aldığı için değil, Onlar yanlış yola saptıkları ve iradelerini kötüye kullandıkları için, yani Hakk’ı  değil de Batıl’ı  tercih ettiklerinden cezaya müstahak olmuşlar, dolayısıyla kendi kendilerine zulmetmişlerdir.

“28 Şubat Postmodern Darbe” konusu kitaplara sığmayacak kadar geniş bir konu. Ben burada, üzerinden 28 yıl geçen ve ülkemizin bu olumsuzluklar haline gelmesinde büyük rol oynayan bu darbeyi kısaca hatırlattım. Darbecilere hak ettikleri ceza verilmedi. Kimileri bu dünyadan göç etti, kimileri de sırasını bekliyor. Esas hesaplaşma ahirette!

Merhum Necmettin Erbakan,  27 Şubat 2011 tarihinde de vefat etmişti. Allah (cc) mekânını Cennet, makamını âli eylesin.

Dostça kalın…

Devamını Oku

Aile ve Aile Yılı!

Aile ve Aile Yılı!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Recep Çınar

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, yeni yıla girdiğimizde,  2025 senesini “Aile Yılı” ilan etmişti.  Bununla birlikte ayrıca, aileyi güçlendirmek adına bu kapsamda önemli çalışmaların gerçekleştirileceğini söyledi.

Peki, “Aile” deyince ne anlıyoruz?

Toplumları aileler, aileleri bireyler oluşturur. Sağlıklı bir toplumu, sağlıklı aileler ve sağlam karakterli bireyler oluşturur. Dinimiz İslam’da aile hukuku ve ailede bireyin sorumlulukları varadır.

İslam’da aile, “nikâh akdi” ile kurulur. İslam, bir akit (karşılıklı tarafların rızası ile anlaşma)  üzerine inşa edilen evlilikle başlayan Aile hayatına büyük önem verir. Allah’ın emri olan ve Peygamber Efendimiz (sav)’in de birçok hadisinde bahsi geçen evliliğin önemini şu hadis-i şeriften öğrenmek mümkündür: Peygamberimiz (sav); “Evleniniz, çoğalınız. Ben kıyamet gününde diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzda övüneceğim” der.

Rabbimiz (cc); Allah evlerinizi sizin için bir huzur ve sükûn yeri kıldı” diyor. (Nahl Suresi:80)

Bakara Suresi 228. Ayette ise; “Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi kadınların da erkekler üzerinde birtakım iyi davranışa dayalı hakları vardır” uyarısında bulunur.

KADININ ERKEK ÜZERİNDEKİ HAKLARI;

Mehir;  (kadına bir değerin ifadesi ve kritik bir dönemdeki sosyal garantisi olarak verilen maldır, Mal veya Para)

Nafaka; Erkek ailesine bakmakla yükümlüdür.

Himaye: Erkekler eşlerinin iffet ve ismetlerini (Ahlak ilkelerine bağlılığını) himaye etmek, korumakla yükümlüdür.

Eğitim: Koca, başta kendisini, sonra eşini ve sonra da çocuklarını eğitmekten sorumludur.

İyi geçinmek: Kadın, eşinin her döneminde yanındadır ve en büyük destekçisidir. Arkadaş, yoldaş, hayat ortağı, üzüntü ve sevinçte yanı başında olan dostudur. Kadın’ın Erkek üzerinde hakları olduğu gibi erkeğin de kadının üzerinde hakları vardır. İslam aileyi Eşlerin karşılıklı hakları üzerinden inşa eder.

ERKEĞİN KADIN ÜZERİNDEKİ HAKLARI İSE ŞUNLARDIR; Nezaket; Nasıl ki koca eşine iyi davranmalı ise, kadın da kocasına öyle nazik ve iyi davranmalıdır. Ruhsal ve bedensel rahatı için elinden geleni yaparak kocasını memnun etmeli, yumuşak huylu olmalıdır. Mahremiyetini (Saygıya ve gizlenmeye değer şey, kendileriyle evlenmek haram olan yakın hısım) ve masumiyetini (Suçsuz, günahsız, kabahatsiz) korumalıdır. Eşini her zaman yüzünde “tebessüm” ile karşılamalıdır.

Sevgi; Bir kadın, kocasına sevgi ile bağlanmalı ve kadınlık görevini yerine getirmelidir. Tabii ki koca da eşine sevgi ile bağlanmalı ve erkeklik görevini yerine getirmelidir.

Ailenin Onurunu, İffetini ve Şerefini korumak; Nasıl ki erkek karısının onurunu korumakla mükellefse, kadın da O’nun onurunu korumalıdır.

Peygamberimiz (sav) bir hadislerinde; “Hepiniz çobanısınız. Hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Amir Memurlarının çobanıdır. Erkek Ailesinin çobanıdır. Kadın da evinin ve çocuklarının çobanıdır. Netice itibariyle hepiniz çobansınız ve hepiniz idare ettiklerinizden sorumlusunuz” Uyarısında bulunur!

Tabii ki Ebeveynlerin de Çocuklar Üzerinde Hakları vardır! Çocukların yetişmesinde ve topluma kazandırılmasında aile birincil (asli) ve ihmal edilemez bir role sahiptir.

Allah, erkekler ile kadınları her yönden eşit yaratmamıştır. Bu iki cinsi her cihetle eşit kılmaya çalışmak ancak fıtratı değişmekle mümkündür, bu ise muhal (olmayacak) dir. Erkeğin ve kadının mahiyetleri birçok cihetle farklılık gösterir. “Hüküm çoğunluğa göre verilir.” kaidesinden hareketle şöyle diyebiliriz:

Erkekler, “güç ve kuvvette, teşebbüs kabiliyetinde, cesarette”.

 Kadınlar ise“şefkatte, hassasiyette, vefa ve sadakatte” daha ileridirler. Gerek kadının gerek erkeğin birbirinden üstün tarafları vardır. Aile çatısı altında, her iki tarafın üstün meziyetleri birleştirilir ve böylelikle ailenin ihtiyaçları yanında, saadeti de temin edilmiş olur.

EBEVEYNLERİN ÇOCUKLAR ÜZERİNDEKİ BAŞLICA HAKLARI İSE ŞÖYLE;

Saygı: Anne ve Baba’ya karşı saygı, hürmet ve hoşgörü Allah’ın kesin emridir. Onlara “öf” bile denmemelidir. Anne ve Baba’ya gösterilecek saygı, onların çocukları üzerindeki emeğinin hakkıdır.

İyilik: Anne ve Babalar evlatlarının her daim iyiliğini isterler. Unutmamalıyız, anne ve babalarımız her ne pahasına olursa olsun bize sahip çıkmış, güvenmiş, hasta olduğumuzda başımızda beklemiş, derdimizle dertlenmiş, mutluluğumuzla mutlu olmuşlardır. Bu sebeple onlara en ufak bir şekilde kötü davranılmamalı, kalplerini kırmaktan kaçınılmalıdır. Anne ve babaya iyi davranmak Allah’ın emridir.

Hizmet: Nasıl ki anne ve babalarımız bizlere küçükken, kendi işlerimizi kendimiz yapamaz durumda iken hizmet etmişlerse, onlar yaşlandığında kendi ihtiyaçlarını göremez bir duruma geldiklerinde bizler de onlara hizmet etmek suretiyle gönüllerini hoş tutmalıyız.

İtaat: Anne ve Baba’ya her konuda itaat etmek gerekir; ancak İslam’a aykırı bir şey istemeleri müstesna.

ÇOCUKLARIN EBEVEYNLERİ ÜZERİNDEKİ HAKLARI İSE; Şöyle özetlenebilir.

  1. Salih bir baba ve Saliha bir anne seçimi
  2. Güzel bir isim verme
  3. Terbiye ve Eğitim
  4. Şefkat (acıma, merhamet duygusu)
  5. Helal gıda
  6. Adalet

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, geçtiğimiz günlerde “Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi”nde gerçekleştirdiği “gençleri evlenmeye teşvik ederek” yeni evlenecek gençlere 48 ay vadeli, 2 yıl geri ödemesiz,150 bin lira tutarında faizsiz kredi verileceğini söyledi. Ayrıca, yeni doğacak ilk çocuk için verilen tek seferlik doğum yardımını da 5 bin liraya çıkardıklarını açıkladı.

Teşvik güzel de “ama”sı olmasa! Günümüzde bir ev kurmak ve düğün yapmanın maliyeti (yapanların söylediğine göre) en az 500 – 600 bin Lira!  Çalışan gençlerin birçoğu 22.105 Lira asgari ücretle çalışıyor! Bu aylık gelir ile evini mi geçindirecek, kirasını mı ödeyecek (ki, en ucuz kira 10 bin TL’den aşağı değil), borç taksidini mi ödeyecek, geçimini mi sağlayacak?  Günümüz şartlarında böyle bir yükün altından kalkabilecek kaç babayiğit var ?

Bu sorun, “yıl kutlamaları” ile  “Deve’de kulak misali desteklerle”  çözülecek bir sorun değil!

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), verilerine göre; 2024 yılı nüfusumuz 85 milyon 664 bin 995 kişiye yükseldi. Ancak artan nüfus kadar dikkat çeken bir başka detay da boşanma oranlarındaki ciddi yükseliş oldu! 2024 yılında Türkiye genelinde boşanma oranı yüzde 5 artarken, evlenmiş bireylerin sayısında yalnızca binde 0.47’lik bir artış yaşandı!

Bu da bize şunu gösteriyor; Maddi ve Manevi kalkınmaya ihtiyacımız var! Bu ise “Adil Düzen” ile olur. Bunun için de “önce Ahlak ve Maneviyat”, ardından da günün ihtiyaç ve şartlarına göre ilk etapta ülke ihtiyaçlarımızı karşılayacak sanayimizi güçlendirmek, dolayısıyla işsizliği asgariye indirmek ve Tarım – Hayvancılığımıza gereği gibi sahip çıkıp ithali değil ihracatı artırmaktır. Bütün bunları yaparken de ülkeyi önce “faiz ve borç” belasından kurtarmaktır!

 Aile konusu değil bir köşe yazısına, kitaplara sığmayacak kadar geniş bir konu. Ben bu yazımda Aile konusunda bazı bilgileri özetle paylaşmaya çalıştım.

Dostça kalın…

Devamını Oku