eşya depolama
romabet romabet romabet
deneme bonusu veren siteler
bandstanddiaries.com
sakarya escort belek escort adana escort antalya escort ankara escort aydın escort bursa escort gaziantep escort istanbul escort samsun escort balıkesir escort mersin escort konya escort eskişehir escort izmir escort sınav analizi denizli vip transfer kocaeli escort malatya escortmaltepe escort muğla escort manisa escort sivas escort tekirdağ escort tokat escort uşak escort yalova escort yozgat escort trabzon escort afyon escort aksaray escort amasya escort ardahan escort artvin escort bartın escort bayburt escort bolu escort burdur escort çanakkale escort çankırı escort çorum escort edirne escort elazığ escort erzurum escort erzincan escort kırşehir escort van escort zonguldak escort giresun escort gümüşhane escort hakkari escort ığdır escort ısparta escort kahramanmaraş escort karabük escort karaman escort kars escort kastamonu escort kırklareli escort kütahya escort nevşehir escort niğde escort ordu escort osmaniye escort rize escort şanlıurfa escort siirt escort sinop escort şırnak escort tunceli escort yozgat escort tokat escort tekirdağ escort kütahya escort balıkesir escort aydın escort edirne escort sivas escort uşak escort adana escort adana escort adana escort adana escort adana escort adana escort adana escort vergi konseyi görüntülü sohbet urla siyaset haberleri ankara magazin istanbul magazin yalova magazin kütahya magazin elazığ magazin adıyaman magazin tokat magazin sivas magazin batman magazin erzurum magazin afyon magazin malatya magazin ordu magazin trabzon magazin mardin magazin eskişehir magazin denizli magazin muğla magazin van magazin aydın magazin tekirdağ escort balıkesir magazin samsun magazin kayseri magazin manisa magazin hatay magazin diyarbakır magazin mersin magazin kocaeli magazin gaziantep magazin konya magazin sakarya magazin antalya magazin bursa magazin izmir magazin istanbul otomobil fiyatları istanbul ekonomi istanbul eğitim istanbul seyahat istanbul gezi rehberi antalya alışveriş merkezleri antalya ticaret
Recep Çınar

Recep Çınar

31 Temmuz 2025 Perşembe

Kıbrıs’ın “Fatih”i kim?

Kıbrıs’ın “Fatih”i kim?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Recep Çınar

Yarım asırdır her yıl 20 Temmuz tarihinde Kıbrıs’ın fethi kutlamalarını yapıyoruz. Tabii ki olması gerekir. Zira orada yaşayan Müslümanlar Rumlar tarafından hunharca katlediliyordu. Barış harekâtı ile Kıbrıslı Müslümanlar hürriyetlerine kavuştular. Ancak gerek halkımız arasında, gerekse bazı basın organlarında Kıbrıs’ın, fethi  zamanın Başbakanı Bülent Ecevit’e mal ediliyor.

Harekât öncesi ve harekâtın başlaması!

Harekât öncesi dönemin Başbakanı Bülent Ecevit‘in askeri harekât için gönülsüz olması ve diplomatik görüşmeler yapmak üzere Londra‘ya gitmesi üzerine Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan‘ın (vekâleten) başkanlığındaki hükümet acil olarak toplandı ve Kıbrıs barış harekâtını başlattı.

20 Temmuz 1974 sabahı, Türk uçaklarının bombardımanından sonra, saat 06.15 den itibaren, hava indirme ve uçarbirlik harekâtı ile Hava İndirme ve Komando Tugayları Gönyeli ve Kırnı bölgelerine indirilmeye başlanmış, Mersin‘den Ertuğrul gemisi ve 33 çıkarma gemisi ile donanmanın koruması altında hareket eden Çakmak Özel Kuvveti de komanda birliklerimizle eş zamanlı olarak Girne‘nin batısında dar ve sığ bir plaj olan Pladini (Karaoğlanoğlu) plajına, uçaklarımızın ve deniz topçusunun desteğinde çıktılar.  Zamanla toparlanan Rumlar da akşam saatlerinden itibaren birliklerimize karşı harekâta başlarlar.

Kıbrıs‘a çıkan ve inen Türk birlikleri ele geçirdikleri yerleri, her ne pahasına olursa olsun elde tutarak harekâtı doğu ve batı yönünde gelişerek Rum hedefleri tek tek ele geçirilir ve Girne-Lefkoşa yolu tamamen Türk birliklerinin kontrolüne girer.

Erbakan Hoca harekata katılacak pilotlardan ne istemişti?: Amerikan 6. Filo’suna şehadet dalışı yapılacak!”

* Başbakan Bülent Ecevit’in Esenboğa Havalimanı’ndan İngiltere’ye uğurlanışının ardından Başbakan vekili olan Prof. Dr. Necmettin Erbakan, devrin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar’a, “Harekâtı derhal başlatın” emrini verdi.

* Bu emrin alınmasından yarım saat sonra, ‘ABD’nin 6. Filo’sunun İtalya’dan Akdeniz’e açıldığı’ şeklinde bir istihbarat geldi.

* Bu istihbaratı alan Erbakan Hoca, yine Esenboğa Havalimanı’nda pilotlara hitaben bir konuşma yaptı. Toplam 173 pilot “U” şeklinde sıralandı.

Erbakan Hoca’nın yanında Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar paşa ve kuvvet komutanları vardı.

* Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Necmettin Erbakan, 6. Filo’nun 15 parça gemiden oluştuğunu, en büyüğünün ise Kennedy uçak gemisi olduğunu, her geminin bacasından bir pilotumuzun dalış yapacağını, Kennedy uçak gemisine ise iki pilotumuzun kamikaze pilotları gibi saldırıp saf dışı bırakacaklarını, bu nedenle 16 gönüllü pilota ihtiyaç duyulduğunu söyledi. Ve gönüllü pilotların üç adım öne çıkmasını istedi.

* Orada bulunan toplam 173 pilotumuzun hepsi derhal üç adım öne çıktı.

* Erbakan Hoca, “bu iş tamamdır” der!

Peki, sonra ne oluyor? Ortada 6. Filo falan kalmıyor, anında kayboluyorlar! Siyaset biraz da riski göze almaktır…

Böylece, Başbakan Bülent Ecevit’in Esenboğa Havalimanı’ndan İngiltere’ye uğurlanışının ardından Başbakan vekili olan Prof. Dr. Necmettin Erbakan, devrin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar’a, “Harekâtı derhal başlatın” emrini veriyor.

İngiliz Ulusal Arşiv belgeleri de, bazılarının iddia ettiğinin aksine Kıbrıs Barış Harekâtı‘nın mimarının zamanın Başbakanı Bülent Ecevit değil, dönemin Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan olduğunu ortaya koyuyor. Doktora çalışması için girdiği İngiliz Ulusal Arşivi‘nde tam 10 yıl boyunca çalışan Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Sıtkı Bilgin, Kıbrıs Barış Harekâtı ve sonrasında yaşananlara ilişkin çok ilginç ve anlatılmamış olan konuları içeren belgelere ulaşıyor. Bu, Ankara‘daki İngiliz büyükelçinin, İngiliz Dışişleri‘ne yazdığı raporlar ve İngiliz Başbakanı ve kabinesinin konuyu değerlendirirken, oraya katılan devlet adamlarının konuşma tutanaklarından anlaşılıyor.

Ecevit‘in Londra ziyareti ve Türk ile İngiliz hükümeti arasındaki yazışmalardan da Ecevit‘in harekât konusunda isteksiz davrandığı ve savaşa girmeden bir çözüm aradığı görülüyor. Sonuç olarak, Kıbrıs Barış Harekâtı ile Kıbrıslı Türklerin can güvenlikleri sağlanmış, Rumların Enosis hayali Akdeniz‘in karanlık sularına gömülmüştür. Bu savaşta; 498 Türk askeri, 70 Kıbrıslı Mücahit ve 270 Kıbrıs Türk‘ü şehit olmuştur. Türkiye bu harekâtı ile kendi güvenliğini ve Kıbrıslı Türklerin güvenliğini tehlikeye atacak girişimlere hiçbir zaman seyirci kalmayacağını dünyaya fiilen kanıtlamış oluyordu. Sonrasında da,Kıbrıs Barış Harekâtı ile Kıbrıs’taki soydaşlarımız zulümden, katliamdan, soykırımdan kurtarıldılar.

Eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’dan 51 yıl sonra Kıbrıs Harekâtı açıklaması!

Kıbrıs Barış Harekâtı’nın yıl dönümünde ODATV’nin hazırladığı özel programda konuşan Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, harekâta dair dikkat çeken bir detayı kamuoyuyla paylaştı. Başbuğ, dönemin Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Necmettin Erbakan ve ekibinin, sadece belirli bölgelerle yetinmeyip adanın tamamını alma iradesinde olduklarını belirtti. Programda yaşanan bir anısını da aktaran Başbuğ, BM’in ateşkes kararına rağmen Erbakan’ın operasyonun devam etmesini istediğini, neredeyse adanın tümünü almak fikrindelerdi, durmak istemiyorlardı” ifadelerini kullandı.

Bir de o zamanki Kıbrıs Cumhurbaşkanı merhum Rauf Denktaş’ın söylediklerine bakalım;

1974’teki Kıbrıs Barış Harekâtı kararını veren Prof. Dr. Necmettin Erbakan, 1996 yılında Başbakan olduğunda ilk yurt dışı ziyaretini ABD’ye değil, harekâtın yıl dönümünde KKTC’ye gerçekleştirmişti. Bu tercihi, Kıbrıs davasına verdiği önemin açık bir göstergesi olmuştu.

Rauf Denktaş da Tören konuşmasında:“Kıbrıs’ı Zulümden Kurtaran Lider Erbakan” demişti.

Ancak, Egemen ve Bağımsız bir Devlet olmasına rağmen KKTC’yi Türkiye dışında (İslam ülkeleri dahil) hiçbir devlet tanımadı!

Kıbrıs’ın mevcut Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ise, Kıbrıs Barış Harekâtı’nın Kıbrıs Türkü’nün yeniden doğuşu olduğunu dile getirerek, “bugün KKTC’nin Mavi Vatan’da geleceğe emin ve istikrarlı adımlarla yürüyor. Kıbrıs Türkü, 1963’ten 1974’e kadar 11 sene bekledi ve Erbakan hoca çıkıp geldi, Kıbrıs kurtuldu” diyor.

Bu konuda bir de benim ilavem olsun!;

Yıl 1995. Libya Lideri Muammer Kaddafi ülkesinde (Başkent Tripoli’de) İslam Ülkeleri liderleri ve bazı İslami Kuruluşların yöneticileri ile bir toplantı yapmıştı. Toplantıya bizi de davet ettiler ve 4 arkadaş Almanya’dan Avrupa Milli Görüş Teşkilatları’nı temsilen katıldık. Toplantıya dönemin Kıbrıs Cumhurbaşkanı merhum Rauf Denktaş ile Akşam yemeğinden sonra bulunduğumuz Otelin salonunda uzun uzun sohbet ettik. Kıbrıs’ı ve Kıbrıs Harekâtını uzun uzun anlattılar. Sonunda,  Kıbrıs’ı zulümden kurtaran liderin Erbakan olduğuna vurgu yaparak, “Kıbrıs’ı zulümden kurtarma kararını veren Başbakan Necmettin Erbakan”dır demişti. Bu arada Savaşa katılanlardan bazılarının kendisine manevi yardımlar gördüklerinden de bahsetti.

Bu benim aklıma şu ayetleri getirdi! Peygamberimizin komutasında Mekkeli Müşriklere karşı yapılan Bedir Savaşında Müslümanlar galip gelmişti. O zaman bununla ilgili 2 ayet indirildi!

Birincisi; “O vakit Müminlere: Rabbinizin, indirilmiş üç bin melekle size yardım etmesi yetmez mi?” diyordu.

(A-li İmran:124 ayet)

İkinci ayet ise; “Evet yeter. Eğer siz sabredip Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, o anda düşmanlarınız ansızın üstünüze geliverseler bile, Rabbiniz özel nişanlı, formalı beş bin melekle size yardım edecektir” şeklinde!

(A-li İmran:125. Ayet.)

Biz Müslümanlar,  Allah’ın emir ve kurallarına uyduğumuz sürece O’nun yardımı bizimle olur!

BU KONUDA, BİR DE ERBAKAN HOCA’NIN AÇIKLAMASINA BAKALIM!

Tarih, 21 Temmuz 1975, Pazartesi. Yani, Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan bir sene sonra…

Milli Selamet Partisi (MSP) Genel Başkanı, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Ankara’da basın toplantısı düzenliyor. Erbakan Hoca’nın Senato Seçimleri’ni konu alan basın toplantısı aynı zamanda Kıbrıs Barış Harekâtı’nın yıldönümü günlerine denk gelmişti…

Ddönemin Başbakanı sıfatıyla, CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit ise bir süre önce birtakım değerlendirmeler yapmış ve koalisyon ortağı MSP’ye yönelik kabul edilemeyecek, aslı astarı olmayan bazı tezviratlarda (yalan, dolan) bulunmuştu.                                                                                                                                                                                              

Erbakan Hoca, O Toplantıda Ecevit’in bu tezviratlarına da cevap verdi!

İşte, Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hoca’nın söyledikleri;

* “Ecevit Kıbrıs’ta istediğini yapamamıştır. Çünkü Milli Selamet Partisi müsaade etmemiştir. MSP’nin müsaade etmediği husus, Ecevit’in Kıbrıs’ı tekrar Yunan inisiyatifine verici hareketleri olmuştur.”

* “Ecevit büyük tavizler vererek adayı tekrar Yunan inisiyatifine vermeye kalkışıyordu. Buna müsaade edemezdik. Ecevit’in bu sahadaki hareket serbestliğini ortadan kaldırmakla en büyük milli hizmetimizi yaptığımızı ummaktayız.”

* “Bugün hükümetin dış politikasını tenkit etmeye kalkışıyor. Hükümet dış politikada akıllı ve şahsiyetli bir yol takip etmektedir. Milli menfaatlerimizi gözetmektedir.”

* “Daha önce de hükümet olarak açıkladığımız gibi, Amerikalılarla ortak savunma güçlerimiz eski statülerinin geçersizliğini Amerikalılara bildirdik. Müzakereler, yeni statüyü tespit müzakereleri başlamıştır. Yeni statü tespit edilinceye kadar yürürlüğe konulacak olan geçici statü ise sırası geldiği zaman Amerikalılara bildirilecektir.”

* “Bu tutum şahsiyetli bir politikadır. Ecevit her zaman olduğu gibi hadiseleri buruşturarak kendine göre şekil vermeye kalkışmaktadır. Hakikatleri değiştirmeye Ecevit’in gücü yetmez.”

* “Milli Selamet Partisi Kıbrıs davasında milletimize büyük bir hizmette bulunmuştur.”

* “Büyük Kıbrıs Zaferi’nde Milli Selamet Partisi’nin oynadığı mühim rol, bu husustaki çalışmaların vesikaları açıklandığı zaman görülecektir…”  diyor! 21 Temmuz 1975.

Dostça kalın…

Devamını Oku

Bir Dünya Cenneti, ‘BOSNA – HERSEK’! -4-

Bir Dünya Cenneti, ‘BOSNA – HERSEK’! -4-
0

BEĞENDİM

ABONE OL

DÜNYA BU KATLİAMA SESSİZ KALDI!

* BM soykırım bile diyemedi…

* Binaenaleyh onlar için Müslüman coğrafyasında akan kan ve dökülen gözyaşının bir değeri yoktu.

* Ama sessiz kalmayan biri vardı; Milli Görüş lideri, eski Başbakan Prof. Dr. Necmettin Erbakan..

Tüm aleyhteki tezvirata rağmen merhum Erbakan Hoca Boşnaklara yardımdan hiç geri durmadı.

* Merhum Aliya İzzetbegoviç, Erbakan hocamızın en yakın dostlarından oldu. Muhabbet dairesinden hiç çıkmadı.

* Şunu söylemeliyiz ki; yıllarca Osmanlı Devletinin idaresinde kalan Boşnaklar, bizden biri.

* İslam ahlakı, Anadolu misafirperverliği ve saygı tüm iyi hasletler üzerlerinde.

* Bosna Hersek adeta, Avrupa’nın ortasında kalan bir vaha misali…

* Srebrenitsa’nın hesabı elbet  bir gün sorulacaktır!

1992-1995 yılları arasındaki savaşta  Uluslararası Kızılhaç Örgütü verilerine göre Bosna-Hersek‘te 312.000 kişi ölmüştür.  Bir GAZZE’miz de BOSNA!

GERİ DÖNÜŞE BAŞLADIK, MOSTAR ZİYARETİMİZ

Gradacaçtaki görüşmemizi de tamamladıktan sonra sağa sola takılmadan gittiğimiz güzergahtan tekrar geri dönüşe geçtik. Gidişte transit geçtiğimiz Mostar’a geri gelince bir gün boyunca şehri gezdik, bazı resmi makamları ziyaret ettik.Mostar denince akla ilk gelen Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle, Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayrettin tarafından 1566 yılında şehrin orsatından akan “Neretva” nehri üzerine inşa edilen tarihi Mostar Köprüsü gelir. Onu ziyaret etmemek, Bosna ziyaretimizin yarım kalması demekti. Ziyaret ettik. Ettik, etmesine de Mostar  Köprüsü insanlara sanki  hüzünle bakıyordu! Onu öyle görünce biz de üzüldük. 427 yıl ayakta kalmış, Mostar şehrinde adeta bir kayadan diğerine atılmış gökkuşağı manzarası içeren eşsiz köprü 1993 yılında Hırvatlar tarafından bilinçli olarak bombalanarak yıkılmıştı. Savaş sonrası 2000’li yılların başlarında Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 10 ülkenin desteğiyle tarihi kesme taşlar kullanılarak köprü aslına uygun bir biçimde onarılarak tekrar hizmete açıldı, çokşükür. Mostar’da Boşnak’ı Hırvat’a, Doğu’yu Batıya bağlayan dünyanın tek kemerli en muhteşem köprüsü. Bosna’ya ikinci kez gittiğimde yeni hali ile Mostar köprüsünü görünce hem mutlu olmuş, hem de duygulanmıştım. Böylece dönüşteki son noktamız olan Mostar’daki ziyaretimizi de tamamladıktan sonra arabamızla Hırvatistan, Slovenya, Avusturya üzeri tekrar Almanya’ya döndük.

Ecdadımız, Romanya, Bulgaristan, Macaristan, Batı Trakya, Makedonya, Kosova, Sancak ve Bosna-Hersek’i ile Balkanlarda 5 asırdan fazla bir zaman kalmışlar ve Balkanları bir baştan bir başa ihya etmişler. Son yıllarda yapılan araştırmalarda Balkanlar’da Osmanlı’nın bıraktığı eser sayısı (Cami, Mektep, Medrese, Han, Hamam, Köprü …vb)

30 binden fazla. İşte medeniyet bu! Batı medeniyeti her gittiği yeri yakar, yıkar ve sömürür. Osmanlı ise imar eder ve ayırım yapmaksızın Müslümanıyla gayri müslimiyle insanca yaşama ortamını sağlar.

İşte böyle… Balkanlar zaman zaman “bal” olmuş tadından yenmemiş, zaman zaman da “kan” olmuş dereler kırmızı akmış, yaşanmaz hale gelmiş! Balkanlar’ın Osmanlı idaresinde bulunguğu  dönem balların balı olmuş.  Ne yazık ki Osmanlı ecdadımızı günümüz birçok insanı gereği gibi tanımıyor!

ALİYA İZZETBEGOVİÇ’İN VASİYETIİ! 

Bosna’nın bilge lideri ve kahramanı Aliya İzzetbegoviç’in nasihatında şunlar yazılı idi; “Beni şehitlerin yanına gömün. Beni putlaştırmayın. İslam’dan taviz vermeyin. Size yapılanları unutmayın. Düşmana kin beslemeyin. Bosna’yı Allah’a ve size emanet ediyorum.”

VE  3.  BOSNA ZİYARETİM (9-10 Mayıs 2014)         

Müslümanların bulundukları ülkelerde yardıma muhtaç olanlara Kurban Kampanyası, Gıda , Sosyal tesis kurma… gibi çeşitli insani yardımlarda bulunan Avrupa’nın en büyük Türk sivil toplum kuruluşu MILLI GÖRÜŞ TEŞKİLATI, 9 Mayıs 2014 tarihinde Bosna Hersek’in Başkenti Sareyova’da sosyal bir tesisin açılışını yaptı. Eski bir yöneticisi olarak beni ve beraberimde Edirne’den birkaç arkadaşı daha davet ettiler. Mustafa iriş, Şaban Kaya, Kadir İriş , Mehmet Akif İriş  ve ben,  5 kişilik bir grup8 Mayıs Perşembe sabahı arabamızla yola çıktık ve  aynı gün akşamı Sarayova’ya vardık. Ertesi gün Cuma namazını müteakip hizmet binasının açılış yapıldı. Şehrin merkezinde ve 3 kat toplam 750 metrekarelik oldukça güzel bir bina idi açılışı yapılan. Mutfağından çalışma ofislerine ve de misafirhanesine kadar son derece güzel donanımlı  bir tesis. Burada günlük 500 ihtiyaç sahibi insana yemek çıkarılıyor, sosyal faaliyetler yapılıyor. Açılışa başta Sarayova Belediye Başkanı olmak üzere birçok  davetli katıldı.

Açılıştan sonra  topluca, tesisin yakınındaki Kovakçı şehitliğinde medfun Ali İzzetbegoviç ve diğer şehitler ziyaret edilerek dualar okundu. Günü böylece tamamlamış olduk.

SARI SALTUK TEKKESİNDEYİZ!

Önce uzaktan yakına doğru ziyarete başladık. Ve Mostar-Blagay’daki Sarı Saltuk Tekkesi’ne gittik. Bu tekkenin en büyük özelliği Buguna Suyu’nun (nehir) hemen yanında olmasıdır. Su, tekkenin yanındaki dağın altından  çıkıyor. Koyu yeşil rengiyle davetkar görünen nehir 10 derece soğuklukta bulunuyor. Bu suyun dünyanın en hızlı akan kaynaklarından biri olduğu ifade ediliyor.

Tekkenin yanında bir de türbe bulunuyor. Sarı Saltuk ve Tekkenin uzun süre şeyhliğini yapan zatların sandukaları da burada bulunuyor.

Peki, Sari Saltuk Kimdir, Ne Zaman Yaşamiş Ve Neler Yapmiştir ?

Sarı Saltuk, 13. yy.da yaşadığı rivayet edilen, Anadolu ve Balkanlar’ın müslümanlaşmasındaki etkisiyle adı etrafında menkıbeler oluşmuş bir alperen. Kaynaklarda “mücahid-gazi, gazi-derviş, alp-eren, mübarek zat, ermiş” gibi sıfatlarla anılır.  Sarı Saltuk, Anadolu ve Rumeli’nin fethi esnasında gazalara katılan, kahra­man­lığı ve velayeti ile daha yaşarken efsane­vî bir şahsiyet haline gelen bir Türk kahramanıdır.. Anadolu’dan Bosna’ya bir çok yerde kabri bulunan Sarı Saltuk’un bununla, Müslüman Türklerin fethedeceği yerleri gösterdiği de rivayet edilir.

Her yıl 10 Mayıs günü Bosnalı Müslümanlar burada Mevlüt/Kur’an okutarak Sarı Saltuk’u anarlar. O günkü programa biz de denk gelip katıldık.  Kırda yapılan anma programına 20 bin civrında insan katılmıştı.

BOSNA;  HER ŞEYİ İLE ADETA BİR DÜNYA CENNETİ!

Dönüşte Mostar’ı da ziyaret ettikten sonra tekrar Sarayova’ya geldik ve geceyi orada geçirdikten sonra sabah Vişegrad üzeri Sırbistan ve Bulgaristan’ı geçerek gece Edirne’ye vardık. Vişegrad’tan geçen Drina nehri üzerinde 1556 yılında Sokullu Mehmet Paşa tarafından yaptırılan Drine köprüsü büyük acılara şahit olmuş bir köprü. Zira Sırplar burada katlettikleri Boşnak Müslümanları hep nehre atmışlar ve suyu  günlerce kırmızı akmış.  

Yazımın sonunda şunu da eklemezsem eksik olur! Bosna’nın Osmanlı’dan koparılışının üzerinden yaklaşık 147 yıl geçti. Bu zaman zarfında Bosna Müslümanları pekçok badireler atlattı. İstilaya, kıyıma, sürgüne uğradılar. Ama buna rağmen tarihi miraslarına sahip çıktılar, hem de bizden daha iyi! Sadece Sarayova’da 200 kadar Cami – Mescid var. Savaşlarda, istilalarda bu cami ve tarihi eserlerin birçoğu yakıldı yıkıldı. Ama onlar bıkmadan usanmadan onları yeniden ayağa diktiler. Bosnalı Müslümanlar tarihi ve kültür varlıklarını da imar durumunu da korumuşlar ve bugün  şehirleriyle, nehirleriyle tertemiz bir ülkeye sahipler ve Osmanlı Medeniyet eselerini yaşatmaya  çalışıyorlar.

Edirne, 350’si cami ve mescit olmak üzere bin’e yakın tarihi esere sahipti. Sonuç; çoğu yokoldu! Çünkü savaş ve istilalarda yıkılanlar, hasar görenler tamir edileceği yerde, bilakis yıkılarak arsaları sudan ucuz fiyata satıldı.

Evet, Bosna ile ilgili özet bilgi ve hatıralarımı anlatmaya çalıştım. Bosna dağları, yaylaları, ova ve nehirleri ile adeta bir Dünya Cenneti. Kuzu çevirmesi ve Boşnak Böreği de meşhur! Tabi bu anlattıklarım denizden bir damla su misali! Bir de Balkanların genelini ele alıp düşünün! Osmanlı  Balkanlara bunca maddi ve manevi yatırımı boşuna yapmamış!

Netice itibariyle GAZZE’de bizim, BOSNA’da! Ecdad Osmanlı’nın emaneti olan bu yerlere sahip çıkmak her Müslüman’ın görevidir!

Edebiyatçı ve Ressem Ahmet Yozgat, “Osmanlı Milletinin son temsilcileri Boşnaklar” başlıklı yazısında özetle şunları yazıyor; “Altı yüz küsur yıllık Tarih-i Osmani’de bir eşi daha yok, Hersekzade Ahmet Paşa’nın. İkinci Bayezid ve Yavuz Selim devirlerinde toplam beş kere Sadrazamlığa getirilerek bir rekorun sahibi de olmuş. Hersekzade’nin dışında ‘Dersaadet’ bürokrasisinde görev alan Hersekli ve Bosnalıların en meşhuru Sokollu Mehmet Paşa’dır. Meşhuriyetinin yanında belki de Osmanlı’nın en güçlü Başbakanı da odur; meşhurluğu da oradan mülhem olsa gerek. Ve o, Devleti Aliyye tarihinde Yükseliş Dönemi’nin zirve yıllarının lideridir. Bunun gibi Başbakanlık seviyesine ulaşmış bir başka Bosnalı da Lala Mustafa Paşa’dır ve onun vezareti, Üçüncü Murat zamanındadır. Birinci Ahmet Dönemi Sadrazamlarından Derviş Mehmet Paşa, ‘Boşnak’ lakabıyla anılan bir başka Bosnalıdır. Dördüncü Mehmet’in Boşnak Sadrazamı da Sarı Süleyman Paşa’dır. Bir başka Sadrazam da Nevesinli Salih Paşa olup o da Sultan İbrahim’e Başbakanlık yapmıştır. Yukarıda sözü edilen Sokollu’nun oğlu Lala Mustafa Paşa’da devlet ricalinden. Sokolluzade olarak anılan Mustafa Paşa ‘Estergon Fatihi’ olarak meşhur olmuştu. Dördüncü Murat döneminin Boşnak Sadrazamı ise Topal Recep Paşa olarak görülüyor. Osmanlı’nın Bosna Hersek’ten ödünç aldığı devlet adamları yukarıda adı geçenlerle sınırlı değil elbette! Binlerce bürokrat, on binlerce asker, Müslüman hatta Turkuvaz olarak yeni devletine hizmette kusur etmemiş. Onların evlatları günümüzde de ‘Türkleşmiş’ olarak, özellikte İstanbul’da yaşamaya ve ülkesine hizmete devam ediyor.                                                                                                                                      

Dostça kalın…

Devamını Oku

Bir Dünya Cenneti, ‘BOSNA – HERSEK’! -3-

Bir Dünya Cenneti, ‘BOSNA – HERSEK’! -3-
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Biz de gerek Avrupa’daki çalışmalardan, gerekse Türkiye’nin içinde bulunduğu durumdan özetle bilgi sunduk. Müslümanların birlik ve beraberliğinden tüm şergüçlerin rahatsız olduklarını bunun için aramızdaki yardımlaşmayı dahi engellemek için bir çok yola başvurduklarını da konuştuk. Böylece görüşmemiz sona erdi ve helalleşerek ayrıldık.

TÜRK PARLEMENTERLER HEYETİ BAŞKANLIK SARAYINDA!                                                                       Beraberimizde götürdüğümüz bir miktar nakdi yardımı (Mark) ilgililere teslim ettikten sonra saraydan çıkacağımız sırada Bosna yardımlarını araştırmak/soruşturmak için kurulan TBMM Türkiyeli Parlementerler Heyeti Başbakan Haris Sladzic ile görüşmesini tamamlamış,  Saray’ın koridorunda Devlet Başkanı Aliye İzzetbegoviç’in makamına doğru geliyorlardı. Biz, yön değiştirdik! Daha sonra öğrendiğimize göre heyet de, İzzetbegoviç ile gerekli görüşmelerini yapmış, sonunda gazeteciler İzzetbegoviç’e Bosna’ya yapılan yardımlar konusunda sorular yöneltmişler! Kendileri cevaben; “Biz gerek Avrupa’daki Milli Görüş Teşkilatlarından, gerekse Türkiye’deki Refah Partisi camiasından çok yardım aldık. Hem de sizin tahmin edemeyeceğiniz kadar!” demek suretiyle kartel medyasının bu konuda kasıtlı olarak çıkardığı yaygaralara da bir cevap vermiş. Hatta Heyetle birlikte olan T.C. Bosna-Hersek Büyük Elçisi de orada şu olayı anlatıyor; “Bosna Hersek bağımsızlığını ilan edince devletimiz bizi buraya görevlendirdi. Ancak savaş başlamıştı. Sarayova’ya girmek mümkün değildi. Milli Görüş ve  IHH (Avrupa), zor ve tehlikeli şartlarda bizim tüm eşya ve malzememizi tünelden Sarayova’ya taşıyarak burada çalışma ortamımızı oluşturduk” diyor. Bu itiraf da kartel medyasının suratında şamar gibi patlıyor! Bosna‘ya yapılan yardımlardan rahatsız olan bazı kartel medyasının yayınladıkları asılsız haberler neticesinde, güya Bosna’ya toplanan yardımları yönettiği iddia edilen Refah Partili Süleyman Mercimek adındaki şahıs hakkında Fatih ve Konya-Seydişehir Savcılıkları basında çıkan bu haberler doğrultusunda soruşturmalar başlatmıştı. İddiaya göre Toplanan paraların çok küçük bir kısmı Bosna’ya gönderilmiş. Daha sonra bu suçlamaların aslı olmadığı mahkeme kararları ile kanıtlanınca, Hürriyet kendisini tekzip ediyor ve küçük yazılarla da olsa 03.01.1994 tarihli nüshasında Bosna konusundaki asılsız haberlerini tekzip ediyordu.

ŞEHZADELER ŞEHRİ TRAVNİK!

İzzetbegoviç ile görüşmemizi yaptıktan sonra hiç vakit kaybetmeden Sareyova’dan ayrıldık ve Şehzadeler şehri Travnik’e doğru yola çıktık. Bosna-Hersek Genel Kurmay Başkanlığı burada idi ve savaş planları da buradan yapılıyordu. Akşam saatlerinde Travnik’e vardık ve doğruca Genel Kurmay Başkanlığına gittik. Nöbetçi askerlere, Almanya Milli Görüş Teşkilatlarından ziyarete geldiğimizi söyledik. Yapılan telefon irtibatından sonra hiç bekletmeden bizi hemen Genel Kurmay Başkanı’nın odasına götürdülüler. Odaya girdiğimizde Genel Kurmay Başkanı Rasim Deliç ve 4 tane ordu/kuvvet komutanı ile toplantı halinde idiler. Bizi kardeşçe karşılayıp kucakladıktan sonra oturup bir saatten fazla hem sohbet ettik, hem de savaş hakkında bilgi aldık. Yardımlardan dolayı bize teşekkür ettiler. Gerek Genel Kurmay Başkanı Rasim Deliç, gerekse diğer komutanlar gerçekten askeriyede yetişmiş uzman insanlar. Yani yugoslavya federasyonu dağılmazdan önce Yugoslavya ordusunda görev yapıyorlarmış.

On yıl sonra Bosna’ya ikinci kez ziyaret maksadıyle gittiğimde Travnik’i daha yakından tanıma fırsatı buldum. Şehir içinde parkta otururken arka taraftaki tepelerden süzülen şelalenin yanıbaşınızdan narin bir gelin edasıyla akıp gitmekte olduğunu görünce/işitince Bosna’nın tabii güzelliğinin daha bir başka  tablosunu gördüm.

VE CEPHEDEYİZ

Komutanlarla olan görüşmemizin sonunda Genel Kurmay Başkanına şaka ile karışık; “bizi yarın cepheye gönderemez misiniz?” diye sordum. O da “nema problem”. (Problem yok) dedi. Biz o geceyi kaloriferi yanmayan, camları kırık bir otel odasında ve de top sesleri altında geçirdikten sonra sabah iki asker bizi alıp cip’e bindirerek cepheye doğru yola çıktık. Gideceğimiz yer, savaşın başlarında Sırpların elinde bulunan ve son derece stratejik bir yer olan “Vladsic tepeleri/dağları”. Boşnaklar iki hafta kadar önce burayı ele geçirmişler. Sırp askerleri de aradaki vadiden sonra karşıdaki  dağlara konuşlanmışlar. Yani araları takriben 2 Km bir mesafe var.  Biz cepheye vardık ve askerler 5’er 10’ar kişilik kazdıkları mevzilerde herhangi bir saldırıya karşı hazır  olarak bekliyorlar. Biraz daha geniş bir mevzide de cephe komutanı bulunuyor. O mevziye girdik çay falan içtikten sonra askerler bize çevre ve iki hafta önceki çarpışmalarla ilgili bilgi vermek üzere mevziden dışarı çıktık.

ÜZERİMİZE MERMİ YAĞDIRDILAR!

Etraf 10-15 Cm. karla kaplı idi. 5-6 kişi bir daire oluşturmuş şeklinde durarak askerin anlattıklarını dinlerken bir mermi adeta burnumuzun dibinden geçerek az ilerde karlara saplandı. Asker bize; “hemen, herkes dağılsın ve sürünerek mevzilere sığınsın” dedi. Biz de söyleneni uygulayarak yakınımızdaki mevziye sığındık. Tabii bu arada birkaç mermi daha atıldı. Mevzide bir süre bekledikten sonra arabamızı bıraktığımız yere dönmeye çalıştık. Arabayı bıraktığımız yer 100 metre kadar ileride ve tepenin arkasında kalıyordu. Biz, birer birer mevziden çıkıp hedef küçülterek arabaya doğru gitmeyi planladık. 1-2 arkadaş gittikten sonra ben atağa geçtim. Tam yolun ortasında iken Sırp askerlerinin attığı bir mermi burnumun dibinden geçti. Bu sefer ben yatarak sürünmek suretiyle kalan mesafeyi geçerek hedef olmaktan kurtuldum. Allah’a şükür burnumuz kanamadan bu tehlikeyi de atlattık.

ZENİCA ÜZERİNDEN TUZLA’YA

Travnik’te görüşmelerimizi tamamlayarak Zenica şehrine kısaca uğradıktan sonra Kuzey Doğudaki Tuzla’ya yol alıyoruz. Tuzla şehrinde, Yugoslavya Federasyonu zamanında yapılmış en önemli devlet yatırımlarından Demir Çelik Fabrikası var. Savaş şiddetlenince BM kapsamında Türkiye’den gelen birlik buraya konuşlandırılmış. Birliğimiz burada, hem Bosna-Hersek için son derece önemli olan bu tesisi koruyor, hem de çevrede Sırpların zalimce yakıp yıktıkları Cami, Okul ve birkısım tarihi eserleri onarmaya çalışıyorlardı. Buradaki Türk Birlik Komutanını ziyaret ederek bir süre kendileri ile görüştük. Tuzla’daki ziyaretimizi de tamamladıktan sonra son ziyaret edeceğimiz yer Kuzey Doğuda, uç noktada ve Sırbistan sınırındaki Gradacaç şehri.

SON NOKTA GRADACAÇ!

Gradacaç, Bosna Hersek’in Sırplara karşı son kalesi. Bu cephedeki komutan ise, Adem Haciç. Hani şu kartel medyasının yazmakla bitiremediği. O‘nu da Süleyman Mercemik ile birlikte yargılamaya çalıştılar; yok İmammış, yok Komutanmış gibi alaylı haberler yayınladılar ya!.

Gradacaç’a gidince kendisini bulduk. Bizi o akşam evinde misafir etti. İki katlı evinin bir tarafı top mermisi ile yıkılmış. Geceyi orada geçirdikten sonra kendisinden bizi cepheyi götürmesini istedik. Şehrin birkaç Km. uzağındaki arazide, aralarında sadece birkaç yüz metre mesafe olmak suretiyle bir tarafta Sırp askerleri, bir tarafta da Müslüman Boşnak askerler mevziler kazarak konuşlanmışlar. O sıralar “sözde” geçici bir ateşkes vardı, ama fırsatını bulan kurşunu basıyor, hiç dinlemiyordu. Biz dört arkadaş önümüzde Adem Haciç olduğu halde uzun bir mesafeyi sürünerek Boşnak askerlerin bulundukları mevzilere indik. Öyle ki mevziden kafanı çıkarsan kurşunu basıyorlar. Mevzilerde askerlerle görüştükten sonra geldiğimiz şekilde tekrar şehre geri  döndük. Vakit ikindi idi. Adem Haciç imam oldu biz de cemaat ve böylece namazlarımızı eda ettik. Bizim kartel medyasının alaya almaya çalıştığı Adem Haciç gerçekten Cephede komutan, Camide de imamdı. Bunu aynel yakın yaşadık. Zaten gerçek Müslüman da öyle olmalı değil mi? Ama geri zekalılar bunu nerden bilsin! Adem Haciç daha önceleri Irak’ta mühendis olarak görev yapmış hem arapça, hem ingilizce, hem de anlaşabilecek kadar da Türkçe konuşabiliyor.

 ETNİK TEMİZLİĞİN SIRPÇASI:  SREBRENİTSA

Savaş’ın kendi aleyhlerine sona ereceğini anlayan Sırplar, finali de kendilerine yakışır bir şekilde yapmaya karar verdiler. Nisan 1993 tarihli 819 ve 824 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararları ile güvenli bölge ilan edilmiş olan Srebrenica’da savaşın son büyük katliamını yaptılar. 11 Temmuz 1995 tarihinde Sırplar,  Srebrenitca’da BM.’in Güvenlik güçlerince  ellerinden savunma silahları alınmış 8372 Boşnak Müslümanı genç-yaşlı, kadın-erkek-çocuk  demeden birkaç gün içerisinde hunharca katlettiler, hem de BM Güvenlik güçlerinin nezaretinde! Bu, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan en büyük sivil katliamdı. Bizim Bosna’da bulunduğumuz günlerde  Srebrenica şehri kuşatma altında olduğundan şehre girmek mümkün olmadı. Ziyaretimizden 4 ay kadar sonra bu katliamı öğrendiğimizde kahrolduk. 30 yıldan beri her yıl 11 Temmuz’da Srebreniça’da Sırp katliamı lanetlenir.

Srebrenitsa katliamında binlerce Boşnak sivili öldürmekten suçlu bulunan Sırp yetkililere verilen cılız ve yetersiz cezalar ise soykırım kurbanlarının yakınlarının vicdanlarında karşılık bulmadı.

Soykırımda binlerce Boşnak sivili öldürmekten suçlu bulunan Sırp yetkililerden 4’ü bu sürede görülen davalarda müebbet hapis cezası alırken, 45 Sırp ise toplam 699 yıl hapse mahkûm edildi ancak aradan geçen 30 yıla rağmen soykırım kurbanlarının yakınlarının acıları dinmedi!

Devamını Oku

Bir Dünya Cenneti, ‘BOSNA – HERSEK’! 2

Bir Dünya Cenneti, ‘BOSNA – HERSEK’! 2
0

BEĞENDİM

ABONE OL

DAYTON ANLAŞMASI VE ABD SIRPLARI KURTARIYOR

Savaş bütün hızıyla devam etti ve 1995 yılına gelindi. Boşnaklar pekçok kayıp vermelerine rağmen savaşla birlikte ciddi bir ordu oluşturdular. Gerek kendi silah üretimlerini artırarak gerekse dışarıdan temin ettikleri silah ve cephane ile artık Sırplarla çok daha rahat savaşır hale geldiler. Sırpları, istila ettikleri şehirlerden bir bir çıkarmaya başladılar. Ama gel gör ki, Batı hemen frene bastı! Eğer 3-4 hafta daha müdahale etmemiş olsalardı Boşnaklar tüm Sırpları Bosna-Hersek topraklarından çıkaracaklardı. Avrupa’nın ortasında Müslüman Devlete tahammül edemeyen ABD ve AB ülkeleri, dayatarak 14 Aralık 1995 tarihinde Paris’te, Sırpları kurtaran “Dayton” antlaşmasını imzalattı. Ve böylece savaşı sona erdirmiş oldular. Bölgede ABD garantörlüğünde bir çözüm(!) sağlandı.

TEK MÜSLÜMAN KALMAYACAK VE SIRA KOSOVADA!

Dayton antlaşması ile Bosna-Hersek’te savaş sona erdirilince bölgede bir süre de olsa sükûnet sağlanmıştı. Aradan 3-4 yıl geçmeden Sırplar bu kez, daha önce Yogosyavya Federosyonu içerisinde iki özerk bölgeden biri olan ve nüfusunun %98’i müslüman (genelde Arnavut) Kosova’da katliama başladılar. Sırplar, Priştina’da ev ve binaların kapılarını kırarak savunmasız insanları katlettiler. Sloganları ise ‘Kosova’da tek Müslüman kalmayacak”!

BOSNA’YA UZANAN İLK YARDIM ELİ:  MİLLİ GÖRÜŞ!

1992 yılında Bosna’da savaş başlamasıyla birlikte Avrupa’da yaşayan Milli ve Manevi değerlerine bağlı insanlarımızın kurduğu en büyük Türk Sivil Toplum Kuruluşu olan Milli Görüş Teşkilatları organize ettiği kampanyalarla Bosna-Hersek’e insani yardım göndermeye başladı. Almanya’daki Boşnakların dernek yöneticileri ile de işbirliği yapılarak yardımların en emin ve maksadına uygun bir şekilde yerine ulaşması sağlanıyordu. Gönderilen yardımlar Kuru gıda, giyecek, sağlık malzemeleri ve Ambulans şeklinde olduğu gibi, bazen de nakit para şeklinde yapılıyordu. Milli Görüş’ün bu organizesine daha sonra İslam Birliği Cemiyeti ve  o sıralarda Almanya’nın Freibug şehrinde yeni kurulan IHH (Uluslararası İnsani Yardım Kuruluşu) da katılarak bu üç kuruluş yaptıkları müşterek çalışmalarla savaşın sona erdiği tarihe kadar, hatta savaş sonrası dahi Bosna’ya insani yardım göndermeye devam ettiler.

SAVAŞ İÇİNDE BOSNA ZİYARETİMİZ!

Bosna-Hersek’e, Avrupa ülkelerindeki Türk kuruluşlarından başta Milli Görüş mensupları olmak üzere diğer kuruluşların mensupları tarafından da yardımlar yapılıyordu. Aynı yardım çalışmaları Türkiye’den de başta Refah Partisi camiasından olmak üzere çeşitli kuruluşlarca organize ediliyor ve Bosna’ya gönderiliyordu. Ama Müslümanlar arasındaki bu yardımlaşma bazı Sırp yandaşlarının pek hoşuna gitmemiş olacak ki, toplanan yardım paralarının maksadına uygun kullanılmadığı konusunda bir takım dedikodular yaymaya başladılar. Hatta bununla ilgili BMM’de grubu bulunan partilerden oluşan bir heyet yardım konusunu incelemek üzere 1995 Mart sonlarında Bosna’ya gönderildi.

O günlerde biz de Almanya’dan Milli Görüş Teşkilatlarını temsilen ben, IHH’yı temsilen Abdurrahman Çiğdem ve bir de gazeteci arkadaş ile birlikte yola çıktık. Önce Hırvatistan’ın başkenti Zagreb’e uğrayarak hem IHH’nın Bosna temsilcisi ile buluştuk, hem de İzzetbegoviç’in Zagreb’teki dava arkadaşlarından SDA temsilcisini ziyaret ettik. Oradan bir jeep temin ederek gece boyu Hırvatistan’ın Adriyatik sahillerinden Mostar’a doğru ilerledik. Gece geç saatlerde IHH Bosna temsilcisi Abbas’ın (Irak Türklerinden, Bosna’da Üni. Tahsili yapıyordu) tanıdığı bir Müslümanın evine vararak orada birkaç saat dinlendik. Sabah tekrar Mostar üzerinden Sarayova’ya doğru yol aldık. Mart ay’ı sonları olmasına rağmen Sarayova’dan önceki sarp dağlarda diz boyu kar vardı. 30 Km.lik dağlık bölgeyi ancak 8 saatte geçebildik!

TEHLİKELİ BÖLGEDEYİZ!

Sarayova’nın banliyolarından önceki dağlardan düzlüğe iniş bölgesinin 1 Km. kadar karşısında Sırp Birlikleri konuşlanmış, uzun menzilli silahları ile keskin nişancılar ağaçsız çıplak alandan vasıtalar geçerken onlara mermiler yağdırıyorlar. O bölgeye vardığımızda kenarda üst üste duran100’lerce vurularak hurda haline gelmiş araçları gördük. Yanımızdaki IHH Bosna temsilcisi arkadaş oraları çok iyi biliyor. O bölgeden geçmek zorunda olanlar genelde geceyi bekler ve arabanın farlarını söndürerek yaklaşık 500 metrelik tehlikeli mesafeyi öyle geçerlermiş. Aksi halde vurulma ihtimali %90! Ama biz, zamanımızın yetersizliğinden geceyi bekleme durumumuz yoktu. Şoför dâhil hepimiz arabanın içinde mümkün olduğunca hedef küçülttük ve birer “Ayetel Kürsi” okuyarak gaza bastık! Allah (cc) korudu ve o 500 metrelik tehlikeli bölgeyi adeta uçarcasına geçtik. Çok şükür ateş eden olmadı.

Biraz ileride Boşnak askerlerinin nöbet noktası olan güvenli bölgeye geldiğimizde askerler bize; “çok tehlikeli bir iş yaptınız. Oradan gündüz geçip te ateş altında kalmayan çok az vasıta var” dediler. Biraz ilerde ise Başkent Sarayova’ın kenar mahallesindeki tarihi tünele vardık. Savaşın bütün şiddediyle sürdüğü dönemde, başkent Sarayova’nın tamamen Sırplar tarafından abluka altına alındığı, hiç bir şekilde giriş-çıkış yapma imkânı olmadığı 1993 yılının Ocak ayında tünelin yapımına başlanmış ve 6 ayda bitirilmiş.  Böylece Sarayova’ya bir nefes borusu takılmıştı. Zira tünelin tamamlanmasından sonra bütün zaruri ihtiyaçlar bu tünelden şehre sokularak karşılanmıştır. İki banliyo arasındaki tünelin uzunluğu ise 700 metre.

TÜNELDEN GEÇİYORUZ!

Günlerden Perşembe idi. İkindi ile Akşam vakti arasında Tünel’e ulaştık. Tünel’e bir evin bodrumundan giriliyordu. Arabamızı mümkün olduğunca güvenli bir yere bıraktıktan sonra kimlik kontrolü yapılarak tünele girdik ve 700 metre yürüdükten sonra karşı tarafa, Sarayova’nın merkezine en yakınındaki semte çıkmış olduk. Tabii zor şartlarda yapılmış olan tünel pekte elverişli değildi. Bazı yerlerde iki kişi yanyana gelince sürtünerek geçebileceği genişlikte. Bazı zaruri malzemeleri taşımak için elle itilebilecek küçük vagonları yürütecek raylar vardı. Tünelin yüksekliği ise yer yer değişiyor, 160 – 180 Cm. arasında.

Tünelden karşıya geçtiğimizde insanı adeta sessiz çığlıklar boğuyor! Caddelerin kenarında silahla vurulmuş üstüste dizilmiş yüzlerce hurda otomobiller. Caddelerde yürüyen insan sayısı yok denecek kadar az. Sonradan öğrendik ki, Sarayova’yı çepeçevre saran dağların tamamı Sırp keskin nişancıları ile kuşatılmış. Çoğu zaman insanları caddede yürürken uzaktan atışlarla vuruyorlar. Tabii bunu öğrenince yürüyüş tarzımızı değiştirdik. Adeta köşe kapmaca oynar gibi zigzaglar çizerek yürümeye başladık. Biz, Sarayova’daki IHH temsilcisinin evine gidiyorduk. Zira geceyi orada geçireceğiz, ertesi günü Cuma namazını kıldıktan hemen sonra da Bosna-Hersek Devlet Başkanı Aliya İzzetbegovic ile randevumuz vardı. Arkadaşın evinde istirahata çekildik. Çekilmeye çekildik de, aralıksız patlayan silahların rahatsız edici seslerinden uyumak mümkün mü? Zaten Sareyova’ya girdiğimizde şehirde ilk dikkat çeken şeylerden birisi de şehirdeki evlerden mermi yarası almamış, camları kırılmamış bir tek ev görmedik! Sarayova’da Sırplar bu derece intikam kusmuşlar. Geceyi alacalı da olsa çok az miktarda uyku ile geçirerek sabaha ulaştık.  

TARİHİ HACI HÜSREV BEY CAMİİNDE CUMA NAMAZI   

Şehrin merkezindeki tarihi Osmanlı dönemi Camilerinden ve külliyenin bir parçası olan Hacı Hüsrev bey Camiinde Cuma namazımızı eda ettik. Cami tıklım tıklım dolu idi. Boşnakça anlamasak da, uzunca okunan hutbede hocanın genelde cihad ayetlerine yer verdiğini, ayetlerin önce arapça okunup Boşnakçaya tercüme edilmesinden kısmen de olsa anlaşılıyordu.

VE İZZET BEGOVİÇ’ İN MAKAMINDAYIZ!

Cuma namazı biter bitmez hiç vakit kaybetmeden camiye pek uzak olmayan Başkanlık Sarayına gittik. Girişte görevlilere kendimizi tanıttıktan sonra İzzetbegoviç ile randevumuz olduğunu ve O’nunla görüşmek üzere geldiğimizi bildirdik. Onlar hemen bizi bekleme odasına aldılar ve kısa bir süre sonra da çalışma odasına götürerek götüştürdüler. Bilge Lider Aliya İzzetbegoviç, tüm savaşın zor şartlarına rağmen ümit ve cesaretinden hiçbirşey kaybetmemiş son derece azimli görünüşü ile bizim de ümidimizi artırdı. Dört arkadaş kendisiyle 45 dakika kadar süren bir görüşme yaptık. Bosna’daki savaşın başından sona yaklaşıldığı noktaya ve yapılan yardımlar konusuna kadar birçok şeyi konuştuk. Şergüçlerin Avrupa’nın ortasında bir İslam Devletine tahammülü dahi olmadığından, kendilerini yok etmek için hertürlü baskı ve hilelere başvurduklarından söz ettiler.                                                                                                                                                    

Devamını Oku

Bir Dünya Cenneti, ‘BOSNA – HERSEK’! 1

Bir Dünya Cenneti, ‘BOSNA – HERSEK’! 1
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Recep Çınar

Önce Bosna’yı Kısaca Tanıyalım!        

Onbirinci yüzyılın başlarında, yani bin yıl kadar önce Rusya’da Volga dolaylarından göç eden Boşnaklar, şimdiki Bosna – Hersek yöresine yerleştiler.

O tarihte henüz Müslüman olmayan, ancak Katolik veya Ortodoks mezheplerine de mensup olmayan Boşnaklar, ‘Bogomil’ adı verilen ve İslamiyete yakın (tek tanrı inancı) bir dinin mensupları idiler.

Zaman zaman bir taraftan Ortodoks Sırplar, zaman zaman da Katolik Hırvatların saldırılarına maruz kalan Boşnaklar Osmanlı’dan yardım talep ediyor. Osmanlı imdatlarına yetişiyor, yıl 1463 Sultan Fatih’in ordusu Bosna’ya ulaşıyor. Sırplar da Hırvatlarda Bosna’dan elini ayağını çekiyor! Barış ve adaletin temsilcisi Müslüman Osmanlı ile tanışan ve İslam’ın hak din olduğuna şahit olan Boşnaklar topluca İslam dinine giriyor. Ve o tarihten sonra Bosna – Hersek Avrupa’nın ortasında İslam’ın bir kültür ve medeniyet merkezi haline geliyor.  

FATIH SULTAN MEHMED’İN BOSNA FERMANI

“Ben Fatih Sultan Han, bütün dünyaya ilân ediyorum ki; kendilerine bu padişah fermanı verilen Bosnalı Fransiskenler himayem altındadır ve emrediyorum;

Hiç kimse ne bu adı geçen insanları ne de onların kiliselerini rahatsız etmesin ve zarar vermesin. İmparatorluğumda huzur içerisinde yaşasınlar ve bu göçmen durumuna düşen insanlar özgür ve güvenlik içerisinde yaşasınlar. Devletimdeki tüm memleketlere dönüp korkusuzca kendi Manastırlarına yerleşsinler.

Ne padişahlık eşrafından, ne vezirlerden veya memurlardan, ne hizmetkârlarımdan, ne de  ülkemin vatandaşlarından hiç kimse bu insanların onurunu kırmayacak ve onlara zarar vermeyecektir.

Hiç kimse bu insanların hayatlarına, mallarına ve kiliselerine saldırmasın, hor görmesin veya tehlikeye atmasın. Hatta bu insanlar başka ülkelerden devletime birisini getirirse onlar da aynı haklara sahiptir.

Bu padişah fermanını ilân ederek burada, yerlerin, göklerin yaratıcısı ve efendisi Allah, Allah’ın Elçisi Aziz Peygamberimiz Muhammed ve 124 bin Peygamber ile kuşandığım kılıç adına yemin ediyorum ki; emrime uyarak bana sadık kaldıkları sürece tebaamdan hiç kimse bu fermanda yazılanların aksini yapmayacaktır”.

28 Mayıs 1463 Milodraz Dünya Fatihi, haşmetli ve Ulu Sultan’ın imzalı ve parlayan mühürlü fermanıdır.  

BOSNA, OSMANLI’DAN KOPUNCA ZULÜM BAŞLADI!    

Bosna – Hersek, 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında, bölgenin hilafetten ayrılarak yabancı devletlerin politika ve ideolojilerine göre yaşamak zorunda kaldı. Bu dönemde, İslam dinini ve geleneğini koruma amacında olan Müslümanlara yönelik çok sayıda katliam, işkence ve zulüm yapıldı. 20. yüzyılın sonunda ise bölgedeki Müslümanlar soykırımlara uğradı. Bosna Hersek’teki dini eğitim kurumları Ehl-i Sünnet geleneğine göre eğitim vermeye devam etti ve ediyor. Bu ülkede yaşayan Müslümanlar 500 yılı aşkın süredir “Ehl-i Sünnet” çizgisinde yetiştiler.

Osmanlı idaresinde kaldığı sürece Balkanlar ‘bal’ tadı dönemini yaşadı. 1877-78 Osmanlı-Rus harbinde Osmanlı ordusu mağlup olup Balkanlardaki 400 yıllık siyasi hâkimiyetini kaybedince artık Bosna dâhil Balkanlarda huzur ve sükûn sona ermiş ve ‘kanlı’ acı bir dönem başlamıştır. Savaş sonrası Berlin’de toplanan konrgenin kararları ile Bosna – Hersek Habsburg İmparatorluğuna bırakılırken Sırbistan ve Karadağ Prenslikleri krallıklar olma hükümranlığına kavuştular.

İkinci Dünya Savaşının sonu tıpkı birincisinde olduğu gibi bir yeni Yugoslavya doğurdu. Ve komunist rejim iş başına getirildi.

Genel Yugoslav nüfusu içinde Üçüncü büyük güç olan Müslümanlar, Ateizm’in devlet politikası olarak uygulandığı zulüm yıllarında bile kimliklerini koruyabildiler. Ancak yoğun ekonomik ve siyasi baskılarla Bosna Hersek’teki Müslüman nüfus %40’lara düşürüldü. Tito zulmünden sadece Türkiye’ye göç eden Müslümanların sayısı bile, 30 yılda iki milyona ulaştı. Müslümanların kendi kimliğini korumaya yönelik en ufak hareketleri bile acımasız bir devlet terörü ile yok edildi.

Yugoslavya’daki etnik gösteri ve çatışmalar 1989’dan itibaren hızla tırmanmaya başladı. Sovyetlerden esen ve tüm Doğu Avrupa’yı etkileyen ‘Glasnost’ ve ‘Prestroika’ rüzgârlarının da bu tırmanışta büyük etkisi oldu. Yugoslavya’da önce gösteriler ardından da silahlı çatışma başladı.

MÜSLÜMANLAR YENİDEN DEVLETE YÜRÜYOR!

Yugoslavya’daki Müslüman kimliğin devlete yürümesindeki en önemli çıkış, 1983 yılında merhum Alia İzzetbegoviç tarafından yapıldı.”İslam Manifestosu” olarak kaleme aldığı “deklarasyon” ile Begoviç, Müslüman kimliği ile İslami devlet kavranmlarını dünü ve bugünü ile değerlendiriyor ve Müslümanları devlet olmaya çağırıyordu.

1983-89 hızla iç savaşın içerisine sürüklenen Yugoslavya Cumhuriyetinde, 1989 yılından itibaren çok partili sisteme geçişin sancıları yaşanmaya başladı. Bütün siyasilere çıkartılan aftan yararlanan İzzetbegoviç ve arkadaşları da hürriyetlerine kavuştular. Ve Cumhuriyetteki bütün etnik yapıyı kucaklayacak bir çizgideki siyasetin içerisine atılarak Alia İzzetbegoviç önderliğinde 1989 Sonbaharında SDA partisini kurdular.

Bosna – Hersek Cumhuriyetinde 1990 Haziranında yapılan ilk seçimlerden SDA en üyük siyasal güç olarak çıktı. Yeniden İzzetbegoviç başkanlığında oluşturulan Bakanlar Kurulunda 10 Müslüman, 8 Sırp ve 4 Hırvat Bakan görev aldı. 9 Ocak 1992’de bir Bosna Sırp parlementosu kuruldu. Bir hafta sonra da Avrupa Birliği Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlığını kabul etti. Bosna ve Makedonya’nın bağımsızlığını ise referandum şartına bağladı.

27 Ocak 1992 tarihinde Bosna-Hersek Parlementosu’nun bağımsızlık kararı almasının ardından Bosna-Hersek’in Kuzey Doğusundaki “Bjeljina” şehrinde camide Ramazan Bayramı namazı kılan müslümanlara baskın düzenleyen Sırplar ikibin kadar Müslüman’ı hunharca katletti. Bu katliamı müteakip Bosna’da 3 yıl sürecek savaş başladı! 

Yugoslavya’nın en kalabalık ve en güçlü (asker ve silah) halkı Sırplar, Boşnakların önüne iki seçenek koydu; “ya büyük Sırbistan’ın bir parçası haline gelmek, ya da bağımsızlığı seçip çıkacak savaşta yok olmak.” Sırpların bu savaşı kazanacağına kesin gözüyle bakılıyordu. Çünkü bir tarafta Avrupa’nın 4. büyük ordusu, diğer tarafta silahsız Boşnaklar vardı. Boşnaklar tarih boyunca hep yaptıkları gibi üçüncü seçeneğe sarıldılar; direnmek!

ÖLÜLERİ GÖMECEK MEZAR BULUNAMIYOR

Saraybosna’da insan avı başlamıştı. Silahlanan sivil Sırplar nokta atışı yapabilen özel silahlarıyla ateş ediyorlardı. Saraybosna dünyadan tümüyle kopmuştu ve savaş tüm dünyanın gözüönünde gerçekleşen soykırıma dönüşüyordu. Bosna-Hersek Cumhurbaşkanlığı 20 Haziran 1992’de savaş ilan etti. O gün Aliye İzzetbegoviç meclisi feshederek savaş hali ilan etti ve Başkomutan sıfatıyla bütün yetkileri üstlendi. Bosna’da savaş başlangıçta klasik bir biçimde iki ordu arasında geçen bir savaş biçiminde değil güçlü bir savaş makinesinin silahsız sivillere saldırısı biçimindeydi. Boşnaklar oluşturdukları küçük direniş gruplarıyla Avrupa’nın 4. büyük ordusuna karşı koyuyorlardı. Çeşitli adlar altında oluşturulan boşnak gruplar Bosna için büyük yararlılıklar gösteriyorlardı. Aliya ve arkadaşları düzenli bir ordu kurulmadan Sırplara karşı savunamayacaklarını görerek, 26 Haziran 1992’de Bosna Ordusunu kurmak için bir bildiri yayınladılar. Boşnakların depolanmış silah ve cephaneleri yoktu. Küçük atölye ve fabrikalarda ürettikleri ve dışarıdan satın aldıkları silahları vardı. Çoğunu da düşman kuvvetlerinden ele geçiriyorlardı. Savaşın en ağır faturasını ise Saraybosna ödüyordu. Savaşın başında 526 bin nüfusu olan şehir, 1993 yazında 380 bine kadar düşmüştü.  Savunmasız yaşlı, kadın, çocuk demeden Sırpların acımasızca katlettiği Boşnak sayısı 200 binden fazla. Yine 100 binlerce mülteci ve 10 binlerce tecavüz olayı! Artık mezarlıklarda yer kalmamış, parklara dahi cenaze defnediyorlardı. Sırplar tarafından çepeçevre sarılmış olan Saraybosna’ya hiçbir giriş-çıkış yapılamıyordu. BM kontrölündeki Saraybosna havaalanına inen uçaklarla getirilen insani yardım malzemeleri dahi Bosna’ya sokulamıyordu. Bu zorluklar karşısında ortaya ilginç bir fikir çıktı. Şehrin içinden başlayan 700 metre uzunluğunda bir tünel kazıldı. Ve yardımlar bu şekilde Saraybosna’ya ulaştı. Bu tünel o dönemde tabir caizse Saraybosna için nefes borusu oldu. Tabii Müslüman Boşnaklar bir taraftan da hain Hırvatlardan  büyük zararlar görüyorlardı. Bilhassa Hırvatların yoğun olduğu Mostar ve çevresini (Hersek bölgesi) de Hırvatlar yakıp yıktı. Sırplar Bosnada insanları katlettikleri gibi Cami, Köprü, Üniversite, Kütüphane demeyip önüne gelen her yapıtı da hunharca yok ediyorlardı. Herşeye rağmen zaman artık Sırpların aleyhine işlemeye başlamıştı.

Devamını Oku
Marsbahis
deneme bonusu veren siteler